Eserin ismi Tehlike Altındaki Diller Atlası idi ve bu çalışmaya göre Türkiye’de de 15 dil tehlike altındaydı (tehlike hâli devam ediyor). Atlasa göre 3 tane dil de çoktan kayboldu : Ubıhça, Mlahso ve Kapadokya Yunancası.

KAPADOKYA YUNANCASI ; Aslında adıyla sanıyla böyle bir dil var mı, o da pek belli değil. Bir görüşe göre bu dil, Orta Anadolu’da konuşulan ve Türkçe’nin yoğun etkisi altında kalmış bir Rumca lehçesi. Cumhuriyet kurulduktan sonra gerçekleşen nüfus mübadelesiyle Yunanistan’a göçertilen Kapadokyalı Ortodoks Hıristiyanlar tarafından konuşulan dilin birkaç kuşak sonra tamamen yokolduğu zannedilirken, 2005 yılında Mark Janse ve Dimitris Papazachariou adlı iki dilbilimci Yunanistan’ın orta ve kuzey kesimlerinde hâlâ bu dili akıcı bir şekilde konuşabilen Kapadokya kökenli insanların bulunduğunu keşfetmiş. Bu dil (böyle bir dil varsa şayet) böylece UNESCO’nun atlasına girmiş, “Kapadokya Yunancası” adıyla.

Ancak bir başka görüşe göre böyle bir dilden, daha doğrusu yeni bir dilin keşfinden söz etmek mümkün değil: Söz konusu olan, Karamanlıca’dan ibaret. Karamanlıca çok ilginç bir vaka. Bu aslında bildiğimiz Türkçe’nin Yunan alfabesiyle yazılan hâli ve Karamanlıca konuşanların köken itibariyle ya Türkleşmiş Rumlar ya da Ortodokslaşmış Türkler oldukları zannediliyor. Bu insanlar Hıristiyanlar. Ve bu yüzden, Yunanca bilmedikleri hâlde, Lozan Antlaşması’nda hükme bağlanan nüfus mübadelesi gereği Yunanistan’a gönderildiler. Dine dayalı bu kimlik tanımı da, laik olma iddiasındaki Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgesi niteliğindeki Lozan Antlaşması’nın ulusal kimliği Müslümanlıkla özdeş tutmasına çarpıcı bir örnek. Bu mevzu Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve zorunlu din (Sünni İslam) derslerine kadar uzatılır ama o zaman da okumakta olduğunuz yazı başka bir şeye dönüşür… ‘BİLDİĞİMİZ TÜRKÇE’Sevan Nişanyan “Kapadokya Rumcası Karamanlıcadır, Türkçedir. Bildiğimiz Türkçedir. Hıristiyan oldukları için Yunan alfabesiyle yazılan, araya bir sürü –özellikle dini konularda– Rumca kelimenin karıştığı bir Türkçedir. Basbayağı bildiğimiz Türkçedir” diyor ve Yunan devletinin bu insanları nasıl asimile ettiğini açıklıyor: “Bunlar topluca 1923’te göçertildiler. Ve Yunanistan’da iki veya üç kuşak boyunca bu Türkçeyi konuşmaya devam ettiler. Yunanistan devletinin politikası sonucu şu anda zannediyorum tümüyle tükenmiş durumdadır. Anadili Türkçe olan Rumlar aşağılandı, kötülendi. Vatan haini sayıldı. Ve onlar da bu dili unutmak için ellerinden gelen çabayı gösterdiler, topluma entegre olabilmek için. Şimdi genç kuşaklarda, Türkiye’deki trendlerin benzeri Yunanistan’da da var. ‘Benim nenem Türkçe konuşurdu. Araştıralım bulalım öğrenelim. Şarkılarını türkülerini keşfedelim’… İş işten geçtikten sonra insanlar geçmişe merak salıyorlar. Çünkü tehlikesi kalmıyor”.


UNESCO’nun dünya dil atlasına göre Türkiye’de konuşulan 15 dil yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. 3 dil ise çoktan yok olmuş durumda... İşte yok olarak unutulmuş bu üç dil arasında Kapadokya Yunancası olarak bilinen Ürgüpçe de var...

Bir başka görüşe göre ise ;Kapadokya Yunancası bir uydurma...

19 Şubat’ta UNESCO tarafından yayınlanan “Tehlike Altındaki Diller Atlası” Türkiye’de 18 dilin kaybolmaya yüz tuttuğunu ya da kaybolduğunu belirtiyor. Lazca, Zazaca, Batı Ermenice, Süryanice, Pontus Yunancası gibi dillerin yanı sıra listede bir dil dikkat çekiyor: Kapadokya Yunancası (Cappadocian Greek). Kaybolmuş diller kategorisine giren lisanın Nevşehir, Konya, Kayseri civarında yaşamış Rumlar tarafından konuşulduğu ve yok olduğu belirtiliyor.

Kapadokya bölgesi üzerine romanları ve araştırmalarıyla tanınan Yazar Gürsel Korat, böyle bir dilin var olmadığını, Rumlar tarafından konuşulan Karamanlıca olduğu görüşünde.

* BU MUAZZAM İBADET[hâne]… [devle]TLU PADİŞAH SULTAN [Mahmud]...... ASRINDA KAYSERİ KÂHİNİ FAZIL[e]TLU PAYİSİOSUN KEHENETİNDE, ÇİLEPOĞLU (ÇELEBİOĞLU?) HACI MURAT KALFANIN RESMİ İLE, VE BU KÖYDE İKAMET EDEN CÜMLE MÜMİNLERİN GANİ İMDADİ İLE, MUKADES TESLİSİN İSMİNE BİNN SEKİZ YÜZ OTUZ BEŞ SENESİNDE MÜCEDDİDEN İHYA OLUNUP SEPREMBİRİOS’UN (eylül) SEKİZİNDE TAKDİSLENDİ. 1835
MEZKÛR HACI KALFANIN HAYRATİDİR

Korat’la UNESCO’nun bu çalışması ve Karamanlıca hakkında konuştuk.

Kapadokya Yunancası doğru bir isimlendirme mi?
11. ile 12. yüzyıllarda Kapadokya’da Yunanca vardır. Ancak o dönemde yaşayanlar zaten Roma’nın (Bizans) ve bıraktıkları eserlerde de Yunanca’ya rastlanır. Biz bunu Rumca (Roma dili, Romaikos) olarak adlandırırız. Ancak o dil zamanla birçok nedenle Türkçe’ye dönüşmüştür. UNESCO’nun Kapadokya Yunancası dediği dil “Rumların konuştuğu dil” anlamına gelen Karamanlıca’dır.

Karamanlıca nedir?
Karamanlıca, Yunan harfleriyle yazılan Türkçe’dir. Kapadokya civarındaki Hıristyanlar tarafından konuşulmaktaydı. Ortaçağ’da yazı dinsel aidiyeti gösterir. 15. yüzyıldan beri var olan bu dil 19. ve 20. yüzyıllarda Türkiye’nin bu bölgede yaşayan halkı Yunanistan’a göndermesiyle fiilen sona erdirildi. Nüfus mübadelesinden sonra bir süre yazışmalarda kullanılsa da dili bilen kişilerin ölmesiyle tamamen ortadan kalktı.

“Rum halkın anadili Yunanca değildi”

Araştırmalarınızda Kapadokya bölgesinde yaşayan Rumların Yunanca bilmediklerine değiniyorsunuz. Konuyla ilgili Türk ve Yunan tezlerini karşılaştırır mısınız?
Kayseri, Nevşehir, Tokat, Amasya, Niğde gibi illerde yaşayan Rum halkı Türkofon yani sadece Türkçe konuşan bir topluluk. 1839’dan sonra milliyetçi hareketlerin başlamasıyla beraber bölgedeki ruhban okullarında, kiliselerde Yunanca öğretilmeye başlandı. Ancak öğrenilen Yunanca basit, sıradan bir Yunanca’dır. Kapadokya Yunancası diye farklı özellikleri olan bir dil değildir. Fakat yine de halkın anadili olarak Yunanca öğrenmediği de bilinen birşeydir.

Yunan milliyetçileri ise Türkçe’nin, Kapadokya bölgesinde yaşayan Rumlara zorla öğretildiğini iddia ediyor. İddiaya göre Rumlar evlerinde Yunanca, dışarıda zorunlu olarak Türkçe konuşuyordu. Bugün, o bölgede 1830’lardan itibaren yapılan bazı evlerde Yunanca dualara rastlayabiliriz. Unutmayalım ki bunlar okullarda öğretilen şeylerdi. Anadolu Rumları’nın Yunanca bildiğine dair hiçbir bilgi yok.

“Kapadokya Yunancası, Pekin Türkçesi demek gibi ”

UNESCO’nun tehlike altındaki diller listesine aldığı bu dil hiç var olmadı mı yani?
Öyle bir dil yok ki tehlike altında olsun. Anadolu’da Yunanca tehlike altına girmişse 1400’lerden itibaren yavaş yavaş girmiştir ve kaybolmuştur. Bu da doğal bir sonuçtur, yargılayamayız. Kaybolan, tehlikede olan Türkçe’nin Yunan harfleriyle yazılan bir lehçesi olan Karamanlıca’dır. Kapadokya Yunancası Pekin Türkçesi demek gibi birşey. O ne kadar doğruysa Kapadokya Yunancası da o kadar doğrudur. Türkiye’de Yunanca konuşulan yerler Yunanistan’dan gönderilen Müslüman göçmenlerinin bulunduğu köylerdir. Anadolu Rumlarının konuştuğu dil ise Karamanlıca’dır ve bu dilde yazılmış, Türkçe bilerek anlayabileceğimiz onlarca eser vardır.

Eserlerden örnek verir misiniz?
Karamanlıca eserlerde en öne çıkan isim Evangelinos Misailidis’tir. Temaşa-i Dünya ve Cefakar-u Cefakeş adlı macera türündeki bu ilk roman, Karaman Türkçesi’yle 1872’de yazılmıştır. Neofitos Hieromonohos tarafından 1857’de yazılan İspat-ı Mesihiye yine Karamanlıca’dır.

Bir başka kitabın içinde yazan not Yunan harfleriyle yazılmasına karşın Türkçe bilenler tarafından gayet rahat anlaşılmaktadır. Aynen okuyorum: “Aziz ve şehitlerin nakliyetlerinden bazılarını kısalttık. Okuyan ve dinleyenlere usannlık gelmesin deyi.” Bunların yanı sıra Kitab-ı Mukaddes’in bin 200 sayfalık Karamanlıca çevirisi mevcuttur. Bunun da ön sayfasında Yunan harfleriyle “İstanbul Makeosyan matbaasında tab olunmuştur” yazmaktadır.

Saydıklarım sadece birkaçıdır. 18. ile 19 yüzyıllarda hayret edilecek kadar yerel Türkçe’yle yazılmış kitabeler, yazıtlar vardır. Dolayısıyla bu insanlar Türkçe’yi anadili olarak konuşmuyor olsalar bu kitapları nasıl yazacaklar, nasıl okuyacaklar?

Pontus Rumları Yunanca’yı farklı aksanla konuşur”

UNESCO’nun hazırladığı atlasta Pontus Yunancası da yer alıyor.

Pontus Yunancası eski Yunan kültürünün değişerek, Karadeniz’deki diğer halklarla birleşerek oluşturduğu bir lehçedir. Yunan lehçesidir ve dolayısıyla Yunanca’dır. Yunanlar o dili bizim Lazları anladığımız gibi anlar. Yunanca’nın laz aksanıdır diyebiliriz. Pontus ve Ege’de Yunanca uzun süre kullanılmıştır. Bunun nedenini bilmiyorum.

UNESCO’nun Karamanlıca olarak kabul edilmiş bir dile Kapadokya Yunancası demesinin nedeni ne olabilir?
Ben milliyetçilikle işi olan biri değilim ama bu durumu çok saçma bir Yunan milliyetçiliğine bağlayabiliyorum ancak. Bir de UNESCO’nun buraya araştırma yapmaya gelen görevlilerinin, eğer geldilerse, Türkçe bilmemesi de bu durumu izah edebilir. Geliyor araştırmacı Nevşehir’e, kiliselerin duvarlarında Yuhannes ismiyle başlayan, kendi harfleriyle yazılmış yazılar görüyor. Ancak ne yazdığını anlayamıyor. Dolayısıyla bunun Yunanca’nın bir lehçesi olduğunu sanıyor. Sonra da Kapadokya Yunancası diye bir isim uyduruyor. Halbuki bu kişi Türkçe bilse orada “Yuhannes’in adına yaptırılmıştır” yazısını okuyabilecek.

Başka bir görüş ve değerlendirmeye göre de ;Kapadokyaca, başka tanımlamalarıyla Ürgüpçe, Kapadokya Yunancası veya Anadolu Yunancası, Yunanca dilinin bir temel lehçesi olup eskiden Kapadokya'da yaşayan Rum'lar tarafından konuşulmuştur. Kapadokyaca' daki Yunanca unsuru büyük ölçüde Bizans kökenlidir. Ortaçağ Kapadokyacası ve erken Modern Kapadokyaca ile yazılmış yazılı metinler yoktur. Çünkü bu dilin edebi bir geleneği yoktu ve hâlâ da yoktur. 




Yakın dünden bugüne hala hazırda çoğu kez duymaya alışık olduğumuz Ürgüp’çe bazı kelimelerle gelin Ürgüp’çe bazı cümleler kuralım. Bahalım baam birbirimizi anlayabilecek miyiz?

  —Navraksız Hacsülman bıldırın pontu pekmezini bidene gomadan basdada satmış.

  —Abarii! aşgarsız Memet ahusunun cibine bi goşam üzümü doldurup yimiş

----Abov! Süsünü batasıca Amet künde bi osbar homaha et yirmiş

----Vırıh Guccusününen müzümsüz Hacsün met oynarlarken ikisi de essahdan zıllımışlar

----Bahale gız! aşşa maledeki ağzı keşli Periyan tanımadığı adama habire işmar idermiş.

----Çağşak velesbitinde dek durmayan Üsün çentesindeki devrağamberleri etrafa saçalamış.

----Galan vaat dırdı bıdıyı sevmiyen Haçca gonşusuna  “ haldur huldur iş yapıyorsun”  diye yuhardan arı ovadar zılgıt çekti ki.

----Nebim! Navraksız ohuyucu bi nalbeki un için masus bütün maleyi düğüne ohumuş.

----Sümdük Hasan gocaman homaha eti bi çabukta siftimiş.

----Vara bakasın Dila’nın semi peravu til dolaptan yok olmuştur.

----Ağbayır’ın tilkisi gibi tülemiş.

----Çaycak gitmek, kıyıcak gelmek

----İt kılı postal bağı

----Kat elden kalmak

--- Çeker ceremeyi yer dayağı, daha da yumurta tavası gibi kuyruğunu dik tutar

--- Düven öküzü gibi yemek

----Evde un’un olacağına, çarşıda ün’ün olsun

----Cebimde akçem, çarşı pazar bahçem

---- Ürgüp önünü kuşlar yer, Dere bağını da puştlar yer

 ---Yumurtaya kulp takan Ürgüplüler

----Tanrım, şeytanı yarattın ama Ürgüplüyü niçin yarattın?

----Akköy’ün ay’ına artık ihtiyacımız kalmadı. (İldeşliler)

               Bir Ürgüplünün yolda karşılaştığı hemşehrisine sorduğu sorular ve aldığı cevaplar:

-----  Sülman ağa sabah sabah niriye gidiyon böle?

     —Hasan Koluna “sitil sitillemeye” gidiyom evladım.

   ---  Ziynep hala pek düşüncelisin, niriye gidiyon böle?

---Duyduğuma göre “Ölü ölmüş, ölü evini” ziyarete gidiyom kızım.

----Üsün ağa carı carı niriye gidiyon böle?

----Sivritaş Değirmenine “un üğütmeye” gidiyom.

----Memet emmi aşam vakti kürekle niriye gidiyon?

----Karizüne “su sulamaya” gidiyom.

 

              Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’ın “ Nevşehir ve Yöresi Ağızları” kaynağından alıntılar

               Kayseri’de satılmak üzere üzüm toplamayı anlatan köylü kadının konuşması:

“….yimaa bişirim, baa gonderirim.Yuk dutacahlar.Üzümü getirecehler, garaca yıhacahlar, makine alıp gidecek. Gayserde satacah, olar gelecekler, yiniden gine yuk dutacahlar…”

               Köylü kadının ağzından kaymak yapımının anlatılması:

         “…Gaymah nasıl yapılır? südü bişirin şöle tandırı hafif yakan, ileğeni gon ileğenin üsdüne südü döken. Dokdünnü de şöle ıcıh durun, beş dagga durun şöle kenarını pıçanan sıyırın, öle dirkene orda gayı öyleneden durur, orada gayı ice gaymah dutar. Südü sapsarı galır. Ozaman gayı ohlayı bilirsiniz tabi hamur açılan ohlayı. Ohlayı şöle ona daharıh getirrik tahdanın üsdüne yatırırıh orda gayı yuha dürer gibi şöle börek yapar gibi dürülecek. Son işde gayrı yiller, bi lazım ossa bi yanara goürürler. Südü de dirim, yalı südler dirim pinir çalallardı. Pinirde dirim şindi dirim gazana çalar ıdıh, südüdökerik o can üsdü yoğut tandırın üsdüne goruh, şöle banağını yahar yahmaz süt şöle şiyitdin nide bananı yahlaşdırıh yahar yahmaz oldu mıdı mayası olur mayasını çalarıh, üsdün örterik, orda o hırpadan dutar. Sona pıçanan böle döt koşe cızarıh, bi de gaynadırıh, gaynattınn yüzüne suyu gelivirir toplarıh gayri.” 

               Köyde nasıl çalıştıklarını anlatan bir kadının konuşması.

             “…Biz oturdumuz yirde yiyemek. Gomayınca olmuyor. Aş galırıh öle yapmasah. Çocuhlar gucamda, çocuhları alıp götürrük orıya ısıcan anına, öle böyüller, bazen da eşeğin palanına yatırırıh üsdüne bi kolgelik atarıh uşaklar orda yatır, biz çalışırıh. o bizim komüz kepeaze, bizim memlekatımız çoh kepaze çoh”

                    Nasıl evlendiğini anlatan bir gelin kızın konuşması:

               “… Halam geldi isdedi, iki üç gişinen geldiler isdediler, babam annem de virdi, soğna dunüm itdiler. Duğün olmadı. Yoh geçmedim yalınız vallık var, yohluk var; zengin duğün ider olmayan duğün itmez. Üşdene şöle gırğlığ altın yapdırdılar. E bu şimdiki gibi del şöle şöle altınnar.”  

                   Ne iş yaptıkları sorulan bir Ürgüplü kadının anlatımından:

               “…İşde noğorecek muhannet üçün çalışıyoh. Olum var yirmi iki yaşında, asgerden daha yini geldi. Soğna işde everdik olanı gayın. Ürgüp’ümüzün âdeti böyle işde, böyle konuşular. Şu mermini

getirsen ne, ben çığırim de gelim balım. Gonşununda bi gonşuluh hayrı galdı ya bahsane. Âdetimiz kotü ya huy orenmissik gayı. Yimenimizi evşiriyoh gayı. Gelinim işde, gurban bayramından bi hafta öldü bıldır. Beş aylıh galdı biri çocunun, bi buçuğ yaşında da biri galdı. duğumnenmiş öldü.

               Gelinlik çağındaki bir kızın söyledikleri:

             “.. Onsekiz ondokuz yaşındayım, gişim askere gitti. Dunürlükte de herkes gonlüne gore söyler. Daha gucü yiten kupesini alır. Gıs tarafları da gayı işdi herbi dahımını virir. Garyula her bişilerini virir, ilazımını her esiğini düzer. Bana altı tene altın aldılar. Onun bi gücü var da bi de böyü var. Ga ben ne dim gı da. Bilmiyoh başga bişi. Oteler bağa getdiler biz başga iş gormek. Niye bana bek çatıyola bunar? Fadime nine ben utanıyon gayrın.”

               Arılarının olduğunu anlatan bir köylü kadının ağzından:

          “…Bir guccük yir yapdıh orda durur. Beş dene arımız var, birisi ana, dördü ool. Arılar nası yaşalar, guz gelişginalır içeriye goruh. İlkbaharda çıhardırıh, orda işleler, oğullarlar, çoğalılar. Gendi gendilerine anca idare ideler durullar. Gış gelince ordan getiririk ev yillrine goruk İçellere. Orda azadan Durullar, baharda çıhardırıh onarı dışarıya. O zaman çiçeklerden ırzıhallar çoğalır. Son harman vahdı açarıh balı varsa alırıh yosa gine gapadırıh.”