Yargıtay ve Danıştay’ın yapısına kanunla müdahale

Çoktandır konuşulan Yargıtay ve Danıştay’ın üye ve dairelerinin yeniden yapılandırılması konusunda iki gerekçe ve bir sorun tartışılmaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunulan “yeni yargı paketi” konulu Tasarıda; adli ve idari yargıda bölge mahkemelerinin 20.07.2016 tarihinde faaliyetlerine başlaması ile yargıda büyük bir değişim olacağından bahisle, Yargıtay’da 46 olan daire sayısının 12’si ceza ve 12’si hukuk olmak üzere 24’e ve Danıştay’ın daire sayısının da 17’den 10’a, Yargıtay’ın 516 olan üye sayısını 200’e ve Danıştay’ın 195 olan üye sayısının da 95’e düşürüleceği, Anayasa Mahkemesi üyeliğinde geçerli olan 12 yıllık görev süresinin Yargıtay ve Danıştay üyeleri için de geçerli olacağı, üyeliğin yaş haddinden emekliliğe kadar devam etmeyeceği, bir yargı mensubunun yalnızca bir kez Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilebileceği, Tasarının kanunlaşması ile Yargıtay ve Danıştay üyeliklerinin kendiliğinden son bulacağı, hemen ardından da görevi son bulan üyeler arasından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından üye seçiminin yapılacağı, bununla birlikte Tasarının kanunlaşması ile birlikte Yargıtay, Danıştay başkanlarının, başsavcıları ile başsavcı vekillerinin, daire başkanlarının, HSYK’nın Yargıtay’dan ve Danıştay’dan gelen üyelerinin kadrolarının korunacağı, iki kez üye seçilme yasağının HSYK’nın Yargıtay ve Danıştay kökenli üyelerine uygulanmayacağı, görev süresi bitip de yeniden seçilemeyen üyelerinin Anayasa m.139’da güvence altına alınan hakimlik ve savcılık teminatı uyarınca kazanılmış hak aylık dereceleri saklı kalmak kaydıyla sınıf ve derecelerine uygun olarak HSYK tarafından bölge veya ilk derece mahkemelerine atanacakları anlaşılmaktadır.
Çoktandır konuşulan Yargıtay ve Danıştay’ın üye ve dairelerinin yeniden yapılandırılması konusunda iki gerekçe ve bir sorun tartışılmaktadır.
Yargıtay ve Danıştay’ın üye ve daire yapısına müdahalenin görünür gerekçesi, 20.07.2016 tarihi itibariyle bölge adliye mahkemelerinin yargı faaliyetine başlayacak olmasıdır. Yerel mahkeme ile Yargıtay ve Danıştay’ın görev yapıp yargı yetkisini kullanan bölge adliye mahkemeleri; esas itibariyle Yargıtay ve Danıştay’ı gerçek bir içtihat mahkemesine dönüştürdüğünden ve bu mahkemeleri birer “yüksek mahkeme” konumuna taşıyacağından, bu konuda atılmış önemli bir adım olup, tüm eleştirilere rağmen yerindedir.
İki dereceli yargı sistemi, 01.08.2016 tarihi itibariyle Türkiye Cumhuriyeti için bağlayıcı hale gelecek olan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 7. Ek Protokolü’nün “Ceza Kanunlarında iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesine de uygundur. Hakim ve savcı sayısının yeterliliğinde ciddi sorun olduğu, mevcut durumda bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesi ile yargı sorunlarının daha da artacağı, özellikle yerel mahkemelerden giden tecrübeli hakim ve savcılar nedeniyle ilk derece yargılamaların sekteye uğrayacağı ileri sürülse de, bu sorunun aşılabileceğine, sonuçta Yargıtay ve Danıştay’ın “İçtihat Mahkemesi” kimliği kazanması gerektiğine inanmaktayız.
Yargıtay ve Danıştay’ın yapısını değiştirmeye yönelik yasal değişikliğin temel sebebinin, uzun zamandır yargı üzerinde karabulut gibi dolaşan paralel yapı iddialarının sonlandırılması olduğu ileri sürülmektedir. Bu iddia, başta yargı erki olmak üzere tüm kamu otoritesini yaralamış, toplumun kamu otoritesine duyması gereken güveni azaltmış olup, bir an önce giderilmesi gereken sorun olarak varlığını korumaktadır.
Göze çarpan diğer sorun, paralel yapı iddiaları altında birçok yargı mensubunun itham edilebilir hale gelmesidir. Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı ve kuvvetler ayrılığının korunması adına, somut delil ve dayanağı olan iddialardan yola çıkılarak, Devlete paralel olarak oluşturulmaya çalışıldığı ileri sürülen yapılanma ve mensuplarının ortaya çıkarılması gerektiğinde tartışma konusu olamaz.
Herkes hakkında iddiada bulunulması ve ispat edilmemiş iddialardan hareketle yaptırım uygulanması gündeme gelebilir ki, bu hareket tarzı hukukun evrensel ilke ve esasları ile bağdaşmaz. Hiç kimse de, yargı yetkisi veya kamu otoritesinin bir başka mevkiinde kamu kudreti kullanırken hiçbir yapılanma veya sübjektif menfaat adına hareket edemez, özellikle tarafsızlık ve dürüstlük kuralından ayrılamaz. Bunlarda aksamanın tespit edildiği noktalara yasal çerçevede müdahale gerekir.
Yargıtay ve Danıştay’ın üye ve daire sayıları ile yeniden seçilecek üyeler üzerinden yapılması hedeflenen yasal müdahalenin Anayasaya uygun olup olmadığı, temel hukuki sorun olarak tartışılmalıdır.
Düşünülen yasal değişiklik; 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlayacak istinaf (bölge adliye) mahkemeleri sebebiyle Yargıtay ve Danıştay’ın daire ve üye sayıları ile önemli ölçüde düşürülmesini öngörmektedir. Bu yasal değişiklik yapılırken de Anayasa değişikliği yöntemi değil, yalnızca Yargıtay ve Danıştay kanunlarında değişiklik yapılması usulünün izleneceği anlaşılmaktadır. Belki çıkarılacak kanunların kısa bir süre de olsa yürürlükte kalması yolu ile Anayasaya aykırılığın aşılabileceği, Anayasa Mahkemesi’nin kanunları Anayasaya aykırılık sebebiyle iptal edinceye kadar, Yargıtay ve Danıştay’da gerekli değişikliklerin yapılabileceği ileri sürülebilir. Bu tür siyasi yaklaşımı ve hukuka aykırılığı bir şekilde aşma yöntemi ile muhtemel hukuk dışılığın aklanmasını meşrulaştırma çabasına girecek değiliz. Hukuka aykırılık varsa, hukukçu olarak onu ifade etmek bir zorunluluktur. Hukuka aykırı olanın yapılmaması gerektiğini söyleriz ve bu durumu tespit ederiz. Buna rağmen “kanun devleti” yöntemi ile hukuka aykırılık icra edilecekse, gündeme gelebilecek hukukun evrensel ilke ve esasları ile bunları koruyan Anayasanın ihlali iddialarının ciddi sorunlara yol açabileceğini belirtmek isteriz.
Çıkarılması düşünülen kanunlardan hukuka aykırılık doğar mı? Yapılması düşünülen; Yargıtay hukuk ve ceza dairelerinin yarıya yakını, yani toplam 24 dairenin, Danıştay dairelerinin de yedisinin kapatılması ve kanunların çıkarılması ile birlikte tüm üyelerin üyeliklerinin son bulup, HSYK tarafından Yargıtay’a 200 ve Danıştay’a da 90 üyenin yeniden seçilmesi usulüdür.
Bu kanunlar çıkarılıp uygulanabilirse, bu yolla yeniden yapılanma süreci Yargıtay ve Danıştay bakımından net bir şekilde hayata geçirilecektir. Bu tür bir değişikliğin, yalnızca istinaf mahkemelerinin kurulması ile açıklanması mümkün olmasa da, uzun süredir gündemde olan istinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesi ile Yargıtay ve Danıştay’ın daire ve üye sayılarının azaltılması amacına ulaşılacağı, bu yolla Yargıtay ve Danıştay’ın “İçtihat Mahkemesi” özelliğini kazanmasının sağlanacağı da bir hakikattir. Ancak 2005 yılından bu tarafa gündemde olan ve 2007 yılında faaliyete başlaması düşünülen istinaf mahkemelerini bekletip, önce 2010 yılı Anayasa referandumuna kadar yaşanan 1. Yargı ve Siyaset Çatışması ve “17-25 Aralık 2013” tarihlerinden sonra gündeme gelen 2. Yargı ve Siyaset Çatışması sonrasında Yargıtay ve Danıştay daire ve üye sayılarının iki kez blok olarak artırılması, hukuki gerekçe ile açıklanamaz ve istinaf mahkemeleri sistemi ile de bağdaştırılamaz. Şimdi 2011 ve 2014 yıllarında yaşanan bu hatalardan nasıl dönülecek? Bu açıdan kanun çıkarma tekniğinden başka bir çare gözükmemektedir. Ancak onun da; yargıyı güvence altına alan Anayasa m.2, 9, 13, 138, 154 ve 155’e aykırı olmaması gerekir. Bir başka ifadeyle çıkarılacak kanunlar Anayasaya aykırı olmamalıdır.
Yapılması düşünülen değişiklikle birkaç temel sorun gündeme gelecektir.
1- Müktesep/kazanılmış hak,
2- Mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı,
3- Seçim usulü,
4- “Eşitlik” ilkesi.
Bunlardan birisinde sorun yaşadığınızda, belki bir süre yürürlüğe giren kanunla siyasi irade dilediği sonuca ulaşabilir. Fakat Anayasa aykırı kanunlara imza atmış olur. Belki siyasi irade, ana maksadı için bu aykırılığı göze alabilir. Ancak bu göze almanın, kuvvetler ayrılığı ilkesi ile bu ilkenin yansıması olan yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının özünü zedelemesi, güçler dengesini bozması ve yargıyı siyasete (yasama ve yürütme erklerine) bağlamaması gereklidir.
1- Müktesep/kazanılmış hak
Bugün seçilmiş ve süresi dolacak Yargıtay ve Danıştay üyeliklerinde bulunan yargı mensuplarının, müktesep hakları ihlale uğrar mı?
Yargıtay ve Danıştay üyelikleri Anayasa m.154 ve 155 ile düzenlenip koruma altına alınmış bir farklı yargı mensupluğu mertebesi ise, kanunlarla üyeliklere son verilip yeniden seçilemeyenlerin alt derece mahkemelere gönderilmesi, Anayasa güvencesi altında olan hakimlik teminatına ve müktesep/kazanılmış hak esasına aykırı olacaktır.
2- Mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı
Anayasa değişikliği yapılmadan kanunla yapılacak müdahale Anayasaya aykırılığı gündeme getirir mi? Anayasaya bakıldığında, m.154 ve 155’in Yargıtay ve Danıştay üyelerine ayrı güvenceler getirdiğini görmekteyiz. Ancak Yargıtay’ı düzenleyen m.154’ün beşinci fıkrası ile Danıştay’ı düzenleyen m.155’in beşinci fıkrası, daire başkanları ve üyeleri dahil bu mahkemelerde görev yapacak Cumhuriyet başsavcısı ve başsavcı vekillerinin nitelikleri ve seçim usullerinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceğini ifade ettiği görülmektedir.
Anayasaya göre kanunla Yargıtay ve Danıştay üyeliklerinin seçim usullerinin belirleneceği söylenmekle birlikte, bunun mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esasları çerçevesinde olacağı, Anayasa m.154 ve 155’in öngördüğü esasların da dışına çıkılamayacağı anlaşılmaktadır. Temel sorun; üyelik devam ederken buna kanunla son verilmesi ve üyenin yeniden seçilemediği takdirde, aynı özlük hakları korunarak Yargıtay ve Danıştay’a göre alt derecede yer alan bir mahkemeye gönderilmesinden kaynaklanabilir. Bir diğer sorun da, kanunla yapılacak bu istisnai müdahaleyi, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı ile bağdaştırmak mümkün olabilir mi? Kanunla yapılan her değişikliği Anayasaya uygun bulma imkanı yoktur. Kanaatimce, Anayasa m.154 ve 155’de değişikliğe gidilmediği sürece Anayasaya aykırılık sorunu gündemi meşgul edecektir. Henüz üyelik bitmeden ve Anayasa değişikliği yapılmadan Anayasaya göre bir alt norm olan kanunla yapılacak değişiklik tartışmalı olacaktır.
3- Seçim usulü
Anayasa m.154 ve 155’de seçim usullerinin kanunla belirleneceği ifade edilse de, seçilemeyenin ne kadar süre ile Yargıtay ve Danıştay’da görev alacağı belirtilmediğinden bugüne kadar Anayasa m.139/1 ve 140/4’de öngörülüp güvence altına alınan 65 yaşından önce emekliye ayrılamayacakları dolayısıyla bunun kanunla dahi yapılamayacağı anlaşılmaktadır. Bu durumda emekliye ayrılma değil de, kanunla üyeliklere son verilip, yeniden belirlenecek seçim usulü ile hakimin bir alt dereceye gönderilmesi ve emekliye ayrılmaya veya alt derece mahkemede görev almaya zorlanması kabul edilebilir mi? Bunu seçim usulü değişikliği ile açıklamak mümkün olabilir mi? Kimisine göre, Yargıtay ve Danıştay’a birinci sınıfa ayrılmış veya birinci sınıf hakim ve savcılar arasından seçildiklerinden, bu gelenin yeniden yerel veya bölge adliye mahkemelerine gönderilmesi gündeme gelmeyecektir. Kimisi ise, bunu tersini düşünmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin bir yüksek mahkeme olduğu ve buraya seçilen üyelerin başka mahkemelere gönderilemeyeceği düşünülse de, aynı yöntemin Yargıtay ve Danıştay üyelerinde geçerli olmayacağı, her ne kadar bugüne kadar aksi yol izlense de, bu düşüncenin tersi tatbik edildiğinde mahkemenin bağımsızlığı ve hakimlik teminatının ihlale uğramayacağı savunulmaktadır.
Yargıtay ve Danıştay bir yüksek mahkeme olup, buralara seçilebilme ehliyetine sahip olanların kazandıkları üyelik hakları hakimlik teminatı ve müktesep/kazanılmış hak kapsamında görülebilir. Yargıtay ve Danıştay üyelikleri, diğer mahkemelerden farklı olarak Anayasada düzenlenmiş ve güvence altına alınmıştır. Bu tercihin bir özelliği olmalıdır. Ancak gelinen durumda, bırakalım paralel yapı iddiaları ile Yargıtay ve Danıştay’a müdahaleyi, istinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesi ile bu yüksek mahkemelerde gündeme gelmesi gereken küçülmenin nasıl sağlanacağı da ciddi bir meseledir. Esas çözümün Anayasa değişikliği ile olacağı, Anayasaya aykırılığı gözönüne alacak çözüm ise Anayasa m.154 ve 155’in dikkatten kaçırılıp, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin de birinci sınıf hakimler olduğundan bahisle farklı muamele göremeyecekleri, kanunla görev değişikliklerinin yapılabileceği ileri sürülebilir.
4- “Eşitlik” ilkesi
Tasarıda, sıfatları itibariyle başkan, başsavcı, başsavcı vekili, daire başkanı ve HSYK üyesi konumunda olan Yargıtay ve Danıştay üyelerinin üyeliklerinin son bulmayacağı, kadrolarının iptal edilmeyeceği ve HSYK üyelerinin diğer üyelere nazaran iki defa seçilme yasağı konusunda da farklı uygulamaya tabi tutulacakları görülmektedir.
Anayasanın 10. maddesi ile güvence altına alınan “eşitlik” ilkesinin tam bir fiili eşitliği tanımlamadığı, hukuki eşitlikten bahsettiği ve hukuki sıfatı farklı olanlar arasında keyfi olmamak kaydıyla farklı yasal düzenlemeler ve uygulamalar yapılabileceği, Anayasa Mahkemesi’nin müstekar içtihatlarıyla kabul görmektedir. İşte bu noktada bazı üyeler yönünden öngörülecek farklı uygulama, sıfattan kaynaklanan farklılıkla ve gereklikle açılanabilir mi? Bu hukuki durumda somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmelidir. 
Sonuç olarak;
Kanunlar yürürlüğe girecekse de HSYK, yeni seçimi liyakata uygun yapmalı ve hiçbir siyasi iradenin liste oluşturmasına ve seçime müdahale etmesine izin vermemelidir. Değişiklikte önerilen 12 yıllık görev süresi sınırı ve bir defa üyeliğe seçilme usulü ile siyasileşmenin önüne geçilmesi hedeflenmektedir. Umarım bu hedef gerçekleşir, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerinin korunması suretiyle Yargıtay ve Danıştay üyeliklerinin belirlenmesi yolu izlenir.
Görev süresi dolmadığı halde kanunla görevlerine son verilen üyelerden yeniden seçilemeyenler, Anayasanın 139. maddesinde düzenlenen hakimlik ve savcılık teminatı uyarınca kazanılmış hak ayrık derecelerinin saklı kalması kaydı ile sınıf ve derecelerine uygun olarak, HSYK tarafından bölge adliye ve ilk derece mahkemelerine atanacağı da ifade edilmektedir. Böyle bir atama olmazsa, Yargıtay ve Danıştay üyelikleri bir üst yargı sınıfı olarak görülüp alt derece mahkemeye gitmenin hukuka uygun olmayacağı düşünülürse, bu durumda “merkez valisi” benzeri bir durum yaşanabilecektir ki, bu da ciddi bir hakimlik teminatı ve müktesep hak sorununu gündeme taşıyabilecektir.
Yargının siyasallaştırılmasının ve araçsallaştırılmasının yolu kapatılmalıdır. Aksi halde, bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı erkinin nereye savrulacağı bilinmez. Yargıda yapı değişikliğine gidilecekse, bu değişiklik yargıda yaşanan çatışmayı önlemeye, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını kuvvetlendirmeye yönelik olmalıdır. Tersi durumda, 2011 ve 2014 yıllarında yaşanan sorunlar güncelliğini korumaya devam edecektir.
Hukuk, yargı ve adalet deyim yerinde ise ateşten bir gömlektir. Toplum ve düzenin vazgeçilmesi olan hukukun, yargının ve adaletin dürüstlüğü, bunu destekleyecek yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı korunmazsa sonuç yine hüsran olur.
Son söz; Tasarı ile getirilmesi hedeflenen, hakim ve savcıların performanslarına göre “kanun yolu değerlendirme formu” adı altında objektif notlama ve değerlendirmeye tabi tutulması sisteminin isabetli olacağını, başarıya katkı sağlayıp kaliteyi artıracağını ve tayin ve terfilerde “liyakat” ilkesine hizmet edeceğini belirtmek isteriz.