KIŞ GÜNÜ SICAK EVDE OTURUKEN DIŞARIYIDA DÜŞÜNELİM...

 Pet şişeyi iki tarafından kestim, içine bulgur doldurdum ve birde tünek ekledim. Kar yağdı diye kuşlar aç kalmasın.

IŞ VE ÜŞÜYEN KÜÇÜK SERÇE!
 
“Penceremde üşüyen küçük bir serçe…” kış mevsimi kapımı her çaldığında toprak damlı evimizin kırık penceresinde üşüyen o küçük serçeyi hatırlarım, lise 1.sınıfta edebiyat öğretmenimizin bize “kış mevsimini anlatın” dediği kompozisyonumda işte o cümleyle hislerimi dile getirmeye başlamıştım; çocukluğumun uzak ve yoksul yıllarından kalma bir vesika gibi hep aklımda ve yüreğimde kendine yer buldu üşüyen küçük serçe.
Kar’ın hüzünlü bir şarkının nağmelerine eşlik edercesine usulca toprakla buluştuğu sabahlarda kilerimizdeki buğday çuvallarından avuç dolu beyaz karın üzerine çocukça bir merhametle savurup evlerimizin sundurmalarına tüneyen serçelerin korkusuzca üşüştüğünü onların bu coşkusunu gören kümes hayvanlarının büyük bir despotlukla küçük serçeleri gagalayıp kovduklarını hatırladıkça içim hala yanar.
Kış çocukluğumun en güzel mevsimiydi, kar’ın toprağın üzerini yavaş yavaş örtemeye başladığı gecelerde bir sokak lambasının mahzun ışığında annelerimizin tüm azarlarına rağmen o gece vaktinde arkadaşlarla buluşup kardan adam yapma yarışına girip ve başımızı yastığa koyduğumuzda sabaha güneşin doğmaması adına yaratana avuç açtığımızı unutmak mümkün mü?
Güneş kışın en sevimsiz şeydi bizim için, yaptığımız kardan adamlarla en mağrur halimizle caka satar; zamanla tüm dualarımıza rağmen geç te olsa doğan güneş ile beraber eriyen kardan adamları kar topularımızla kendimize hedef yapar acımasızca yerle yeksan ederdik.
Mevsimler döndü, kış işte yine kapımda, bir yüksek apartman katının penceresine üşüşen serçeler yok, bu coğrafyaya kar’ın yağdığı da yok, annem uzaklarda, sokak lambamız solgun ve mahzun bir ışıkla aydınlatmıyor sokağımızı, devir değişti, ben değiştim, mevsimler değişti ama sanırım tek değişmeyen yüreğimdeki hüzün ve o küçük serçenin hatırası.

-Alıntı-