YAŞLI GÖÇMEN KADINI

Osmanlı topraklarında bulunan bütün uluslar; Rahat, hür bir şekilde kültürlerini, dinlerini yaşamışlardır. Bu durum kuşaklardan beridir böyle sürmüş gelmiştir. Hatta tarih boyunca devlet olamayanlar bile devlet olmuşlardır.

Bizans zamanında, İstanbul’da ancak belgeyle geceleye bilen Ermenilerin bile şimdi İstanbul’da; Kiliseleri, iş yerleri ve evleri-mülkleri var.(1)

Yöremizdeki Karamanniler, rahat ve özgür bir şekilde yüzyıllarca yaşamlarını sürdürmüşler, Mübadele ile Yunanistan’a göçmüşlerdir. İster istemez insanın aklına şu geliyor;

“Acaba Batı Trakya’da yaşayan Türk’ler, İstanbul’da ki Rum’lar kadar rahat yaşaya biliyorlar mı?”

Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan, hatta Irak gibi, Suriye gibi devletler azınlıklarına, özellikle de Türk’lere ne zulümler yaptıklarını bütün dünya bilmektedir.

Bu zulüm gören insanlarımız Ata ocağı bildikleri Türkiye’ye gelip yerleşirler. Aynı Çeçenistan, Yugoslavya, Yunanistan, Kerkük-Musul’dan geldikleri gibi… Hatta her kese kapısı açıktı Anadolu’nun. Çünkü Ata ocağıdır, huzurludur. Sadece kendimize değil tüm uluslara kanat geren koskoca bir yüreğe sahip, hoş görülü güzel bir vatandır Anadolu. Göçler günümüzde de yaşanıyor. Ölümlerden dönderip aramıza aldığımız insanlara medeni toplum denen avrupanın nasıl baktığının sorgulanması lazımdır. Yunanistanın mültecilere davranışları aslında uluslarının onurlarını göstermiyormu? Onlara ve sahiplerine karşı verdiğimiz Kurtuluş savaşında apynı kansızlıklarıyla karşılaşmıştık. Oysa hemen akabinde bizim girmediğimiz 2. Dünya savaşında Türkiye yunanistana yardımlarda bulunmuştu. Hatta biz Türkleri hiç sevmeyen yunanistan başbakanı o yardımlar olmasaydı bizler çok ağır zaiyatlar verirdik. Demişti. Dünya milletlerine bakıldığında insanın Türk olması gerçekten bir onur olduğu gayet açık bir şekilde görülmektedir.

Yöremize yerleşmiş bir Fransız’la sohbet ederken, merak ettim sordum.

“Burada herkes Avrupa’ya gideyim diye uğraşıyor. Neden Türkiye, Neden yöremiz.”

“Burası merhaba huzur dediğim yerdir. Burada çok samimi arkadaşlarım var, çok samimi dostlarım var.” Demişti.

Ne kadar güzel bir temenni değimli? İnsan onur duyuyor.

Sabır hanesine bir çentik de Bulgaristan için attığımız yıllardı…

Şimdi Peşmergelerin Irak’ın kuzeyinde yaptıkları gibi, ta mezar taşlarıyla uğraşıyorlardı. Tarihi silebileceklerini sanıyorlardı. Yaşayanların da isimlerini zorla değiştirme çabaları, göçe zorlamalar, zulümler almış başını gitmişti. “Deli Orman” kan ağlıyor, Koca Yusuf’un doğduğu topraklarda Türk’lere sıkıntı ediliyordu.

Basın-yayın halkımıza oralarda olanlar hakkında bilgiler veriyor, halkımız çok üzülüyordu. Üzüntüsünü de ancak gösteri yürüyüşleriyle, beyanatlarla duyuruyorlardı. Evlerden o kardeşlerimize dualar yükseliyordu.

Balkan Savaşlarından beri usukan (Uslanmış görünen) Bulgar yine azmıştı. Bir ulus suçlanmaz ama kötülükler karşısında, tarih önünde şeceresini temiz gösterecek, temiz kitlelerin görülmesi gerekmez mi? Bu olaylarda, yapılan kötülülüklere, zulümlere dur diyecek bir Bulgar kitlesi göremedik.

Hükümet binamız yeni yapılmış,Nevşehir’in tarihinden beri gördüğü en büyük binasıdır. Binayı çevreleyen büyük bahçesinin yanında Nevşehir’in her yanına ulaşacak anayollar geçmektedir. Kapılarında da polislerimiz beklemektedir.

Sıradan bir gündü. İşi olan Hükümet Binasına giriyor, çıkıyordu. Bende bir iş için bu binaya geliyordum. Yolda bir arkadaşımı gördüm. Ayaküstü sohbete dalmıştım. Her şey sakindi. İnsanlar işinde, arabalar yolunda, hava berrak derken yaşlı bir kadın gözüme takıldı. Hükümet binasının kapısına yaklaşıyor, sonra geri dönüyordu.

Bu hareketi birkaç kez tekrarladı. Dikkatimi çekmişti. Yakından baktım terlemiş, heyecanla korkunun karışımı bir durumdaydı. En sonunda duvarın küpeştesine oturdu. Öyle Hükümet binasına bakıp duruyordu. Yanına vardım

“Ninem iyi misin? Bir derdin mi var?”

Çekinerek bana baktı. Kendisine yardımcı olacağımı söyledim.

“Ben Bulgar göçmeniyim. Burada işim var. Kapıdaki polisler hiç uzaklaşmıyor. Onlar oradan giderse ben içeriye gireceğim.”

“Polisten niye çekiniyorsun?”

“Biz polisten çekiniriz oğlum.”

Her şeyi anlamıştım. Nine Bulgaristan’da kim bilir neler çekmişti. Bu korkuyu, bu çekinceyi nasıl peyda etmişti? İçim sızladı.

“Nine bu polisler Türk Polisi, senin polisin. Başka insanlarla, başka polislerle karıştırma.”

İhtiyar kadına orada oturup beklemesini söyleyerek, polislerin yanına varıp, kısaca nineyi anlattım. Olay polisleri de duygulandı.

Polislerden birisi, tekrar benimle birlikte ninenin yanına geldi. Heyecanlı gözlerle bizi izleyen ihtiyar göçmen kadına, bütün samimiyetini göstererek ne istediğini sordu.

Kısa bir konuşmadan sonra polis memuru bana teşekkür etti. İhtiyar göçmen kadınla birlikte; Konuşa konuşa, kol kola Hükümet Binasının içinde kaybolup gittiler.

Zulüm yapana “Zalim” payesi demek ki bunun için veriliyor. 75-80 Yaşlarındaki ihtiyar bir kadını bu kadar korkutmak, o ulusun ne kadar çok psikopatı olduğunu göstermiyor mu?