Yemen’de Şii Husiler’den oluşan hareketin başkent Aden’i ele geçirmesi ve Suudi Arabistan'ın Yemen’e hava saldırısı ardından Ortadoğu yine karıştı. Yemen nüfusunun yarıya yakının Şii mezhebinden olduğu biliniyor. Şii Husiler’in, İran güdümünde ve desteğinde bu hareketi başlattığını tahmin etmek zor değildir. Suudilerin tedirginliğini de anlamak zor değildir. Çünkü yanı başında İran güdümlü bir Şii yönetim istemiyor. Ayrıca bu kıvılcımın kendi Şii nüfusuna ve emirliklere sıçramasından korkuyor. Suudi Arabistan’ın müdahaleyi ABD’nin onayıyla yaptığı da biliniyor. Böyle bilinse de ABD’nin, Suudilere sonsuz destek verip vermeyeceğini zaman gösterecektir.  

Yeri gelmişken, bu ve benzer gelişmelerde konunun başka yönüne dikkat çekmek isterim. Ortadoğu’daki gelişmeler genellikle ABD ve İran döngüsünde devam eder. İşin esasını söylemek gerekirse Ortadoğu üzerinde en çok öne çıkan aktörler bu iki devlettir. Önce ABD’den başlayalım: ABD’nin bölgeye ilgisi 1950’li yıllardan sonra başlar. Bu ilginin arkasında kendisine göre üç önemli hedefi vardı:

  • En başta gelen hedeflerinden biri İsrail konusuydu. Haliyle yeni kurulmuş İsrail’in Arap devletleri kıskacında kalmasını istemiyordu.
  • Diğer bir hedefi ise, İkinci Dünya Savaşı sonrası bölgeden çekilmeye başlayan İngiltere’nin bıraktığı boşluğu doldurmak istiyordu.
  • Üçüncü hedefi ise, ortaya koyduğu Eisenhower Doktrini ile Sovyetlerin bölgeye sızmasını engellemek istiyordu.
1990’lı yıllara kadar İsrail ile ilgili hedeflerinde başarılı sayılır. Diğer hedeflerinde ise tam istediği gibi olmadı. Oysa ki; Irak’a müdahale etmesiyle, Ortadoğu’ya demokrasi gelecek derken hesapta olmayan durumlar çıktı. Irak fiilen parçalanırken, diğer ulus devletler önemli ölçüde sarsıldı. Bu defa karşısında artık Sovyetler yoktu. Fakat kendisiyle satranç oynayacak başka bir rakip çıktı karşısına: O da İran’dı.  

Aslında İran’ın Ortadoğu ülkelerine ilgisi yüzyıllar öncesine dayanır. Ortadoğu ülkeleri Osmanlı hakimiyetinde iken İran çok etkili olamadı. Osmanlı bölgeden çekildikten sonra da İran istediği gibi etkili olamadı. Çünkü, Ortadoğu devletleri yapay devletlerdi yapa olmasına da. Fakat, ya arkalarında büyük devlet bulunuyor; ya da İran’a engel olabilecek durumdaydılar. Mesela, İran, 80’li yıllarda yaşanmış İran-Irak savaşında önemli kayıplar verdi. 90’lı yıllar sonrasında ABD’nin Irak’a müdahalesi tam da İran’ın beklentisine de uydu. Çünkü İran’a karşı koyabilecek otoriter devlet yapılanmaları önemli ölçüde sarsıldı. Gelişmeler sonrasında İran’ın adı daha çok duyulur oldu. Son olarak da Yemendeki gelişmelerde İran’ın etkisinden söz ediliyor. Büyük ihtimalle Yemen sonrası benzer gelişmelerde de adı duyulacak.

Peki, İran’ın söz sahibi olma gücü nereden geliyor? Aslına bakılırsa ekonomik ve askeri yönden İran’ın çok güçlü olduğu söylenemez. Fakat, bu unsurlardan daha üstün bir gücü var: İran, Ortadoğu politikasına Şia mezhebi gözlüğü ile bakıyor. Yani, Şia ideolojisine dönüştürüyor. Bu durum şu bakımdan önemlidir: Şia mezhebindeki din-devlet ilişkisi Sünni mezhebe benzemez. Şia mezhebinde devlet yöneticilerinden öte Ayetullahlar denilen dini liderlere bağlılık daha güçlüdür. İran’daki ulema ve dini liderlerden oluşan Velayet-i Fakih sistemi, tüm dünyadaki Şiiliğin de siyaset merkezidir. Bu bakımdan, Şia mezhebinin yaygın olduğu her coğrafyada ayrıca bir de İran vardır. İşin tabiatı gereği böyledir.