2010 yılında Anayasada yapılan kapsamlı değişiklik sırasında da söylediğimiz gibi, “Bu değişiklik de son olmayacak, kısa zamanda kapsamlı veya tümden Anayasa değişikliği gündeme gelecektir”.

 
Anayasa değişikliği konusunda şimdi gösterilen gayret ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin birlikte çalışma isteği o tarihlerde sağlansa idi, büyük ihtimalle bugün Yeni Anayasa tartışmaları yapılmayacak veya çok sonra yapılacak idi. Ülkemizin, Anayasa ve kanun değişiklikleri konusunda ne kadar hızlı olduğu düşünüldüğünde, Anayasa ve kanun yorgunu olan Ülkemiz, her sorunun Anayasa ve yasa değişikliği ile çözülebileceğini düşünebilir ve hatta buna inanabilir. Ancak bu tespit doğru değildir. Esas olan, en iyi hukuk kuralını elde etmek amacıyla sürekli yeni düzenlemeler yapmak değil, bu kuralı istisnasız ve istikrarlı şekilde uygulamaktır.
1961 Anayasası'nın kişi hak ve hürriyetlerine verdiği özel önem ve hassasiyetin aksine, Türkiye Cumhuriyeti'ni 1980'li yıllara getiren sebep ve şartlara tepki içeren 1982 Anayasası'nda, kişi hak ve hürriyetlerine soyut ve aşırı sınırlama getiren hükümlere yer verildiğini görmekteyiz. Belirtmeliyiz ki, bu sınırlayıcı hükümlerin birçoğu 1982 Anayasası'nda yapılan değişikliklerle ortadan kaldırılmıştır.
Ülkeyi demokratik düzene müdahale aşamasına getiren istenmeyen olaylara duyulan tepkiden hareketle, kamu düzeni ve barışının tekrar sağlanması gerekçesiyle, otoriter anlayışa dayalı, Devletin Ülkesi ve Milleti ile bölünmez bütünlüğü esasından yola çıkan, bu nedenle de kişi hak ve hürriyetlerine yönelik birçok genel ve özel sınırlama sebepleri içeren 1982 Anayasası kabul edilmiştir.
Kişi hak ve hürriyetlerine karşı dar anlayışla hareket eden 1982 Anayasası'nın yürürlüğe girmesi ile birlikte, güçlü otorite ve birey üzerinde getirilen sıkı denetim anlayışıyla kamu barışına yönelik sorunların çözüleceği, kişi hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılması yoluyla da bozulan kamu düzeninin sağlanacağı düşünülmüş, en azından bu tür dayanaklarla Anayasanın özgürlükçü olma esası gözardı edilmiştir. O tarihlerde etkin muhalefet imkan ve ortamı olmadığı için hiç kimse 1982 Anayasası'na direnememiş ve halkın yüzde 91,37 kabul oyu ile bu Anayasa yürürlüğe girmiştir.
1982 Anayasası'nı, yürürlüğe girdiği tarihte benimsemeyen, sessiz kalan, hatta alkışlamak zorunda kalanların, seslerini yükseltemediklerini veya yükseltmediklerini, şimdi ise Anayasa ile ilgili birçok itirazda bulunduklarını; mevcut Anayasanın bir kısmını değiştirmek isteyenler olduğu gibi, 1982 Anayasası'nın yürürlüğüne tümü ile son verilmesini savunanların olduğunu, bunun için de öncelikle toplumda bir uzlaşmanın sağlanması gerektiği fikrinin ileri sürüldüğünü, fakat her nedense 1982 Anayasası değişikliği veya bu Anayasanın kaldırılıp yerine gelecek Yeni Anayasa ile ilgili somut önerilerin yeterince ortaya konulmadığını veya konulamadığını ve maalesef Ülkenin tüm insanlarını ilgilendiren Yeni Anayasanın hazırlanmasında tüm yetki ve sorumluluğun Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsilcisi bulunan siyasi partilerce oluşturulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na bırakıldığını görmekteyiz.
Bu dayatmacı anlayışta isabet bulunmadığını, her ne kadar "halkın temsilcileri" oldukları gerekçesiyle milletvekillerinden oluşan bu Komisyonun meşruluğu savunulsa da, Yeni Anayasanın herhangi bir yasal düzenleme ve sair mevzuat gibi görülemeyeceğini, halkın sadece oylama aşamasına değil, Yeni Anayasanın hazırlanması aşamasına da katılımının sağlanmasının gerektiğini, halkın taleplerinin dikkate alınmasının zorunlu olduğunu, hukukun evrensel ilke ve esasları ile Ülkenin yönetim sistemi ile uyumlu olması şartıyla bu taleplerin karşılanmasının yerinde olacağını ifade etmek isteriz.
Anayasa, bir ülkenin "kuruluş belgesi" olması sıfatıyla ayrı bir önem taşımaktadır. Anayasa, sadece hukuki belge olarak kabul edilemez. Siyasal belge niteliği de taşıyan Anayasa, kişi hak ve hürriyetleri ile ülkenin yönetim biçimini düzenlerken, kamu kudreti sahibinin kim olduğunu ve iradesini ortaya koyar. Anayasa adlı belgeye yansıyan bu irade, "kuvvetler ayrılığı" ilkesine bağlı olarak yasama, yürütme ve yargı erkleri ile "devlet" adı verilen kamu tüzel kişiliğinin yetkilerini gösterip, alt hukuk normları yolu ile bu yetkilerin kullanımına izin verir. Bu iradenin ve kamu kudretinin sahibi millettir. Bu yetki kullanımı sınırsız olmayıp, hukukilik denetimine tabidir. Yetkilerin kullanımında esas olan, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması ve geliştirilmesidir.
Yasama ve yargı organları devlete değil, millete bağlı olup, kamu kudretini kullanım yetkisini doğrudan doğruya milletten alırlar. Bu noktada devlet, yürütme organı ve idari makamlar eliyle kamu kudretini kullanır.
Yeni Anayasa, öz hükümlere ve bir anayasanın gerçekte taşıması gereken amaç ile fonksiyonlara sahip olmalıdır. Kısa Anayasa; net hükümlerle anayasal dayanak kazandırılmak istenen konu ve müesseselere yer vermediği ve birçok hususu kanunlara bıraktığı için eleştirilebilecektir. Ancak bu tür eleştirilerin isabetli olmadığına, kişi hak ve hürriyetlerinin, Ülkenin yönetim biçiminin, temel ilke ve esasların Anayasada düzenlenmesi kaydıyla, diğer konu ve müesseselerin halkın iradesini taşıyan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bırakılmasında sakınca bulunmadığına inanmaktayız. Sırf meşruiyet kazandırmak amacıyla her konu ve müesseseye Anayasada yer verilmesi doğru değildir. Belki bu yolla, o konu ve müessese yasal bir zemine kavuşacaktır, ancak hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırılık varsa, bu ihlal ortadan kalkmayacaktır.
Herkes gibi Meclis de, tasarruflarında tümü ile serbest ve keyfi hareket edemez. Meclisin yetki kullanımının sınırını, başta Anayasa hükümleri ve Ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile hukukun evrensel ilke ve esasları oluşturacaktır. Hatta bu sınır, egemenliği elinde bulunduran Millet için de geçerlidir.
Yeni Anayasa, hukukun evrensel ilke ve esasları dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Demokratik hukuk toplumları, hukuk kurallarının düzenlenmesinde ve uygulamasında bu ilke ve esaslar uğruna çalışıp çabalamaktadırlar.
Bu ilke ve esaslar; "hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, yargı birliği, tabii mahkeme ve hakim güvencesi, eşitlik, sözleşme özgürlüğü ve güvenliği, hak arama hürriyeti, hakların kullanılması ve borçların ifasında dürüst davranma, iyiniyet, borçların nisbiliği, borçtan dolayı özgürlükten yoksun bırakılmama (hapsedilmeme), müktesep (kazanılmış) hak, mülkiyet hakkı, bir suçtan iki defa ceza verilemez, suçta ve cezada kanunilik, ceza sorumluluğunun şahsiliği, kusur sorumluluğu, dürüst yargılanma ve savunma hakkı, hukuk güvenliği hakkı, masumiyet (suçsuzluk) karinesi, yargı bağımsızlığı, hakim tarafsızlığı, iddia edenin ispat külfeti, yargı kararlarının gerekçeli olması ve ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz" olarak sıralanabilir.
Prof. Dr. Ersan Şen - Haber 7