YENİ ZELANDA TERÖRÜNÜ NASIL ANLAMALIYIZ

Denenmek için geldiğimiz dünyamızda farklı zamanlarda muhtelif imtihanlara tabi tutulmaktayız. Bu imtihanların durumu kişiye göre değişmektedir. Peygamberlerin, âlimlerin, yöneticilerin ve sıradan insanların imtihanı gibi… Kişi tabi olduğu imtihanı nasıl yönettiğine bakmalıdır. Bu durum aynı zamanda kişinin kulluğunun da ölçüsüdür.

İmtihan; bazen ferdi, bazen ailevi, bazen de ülke bazında olmaktadır. Son yıllarda ülkemizde bazı sıkıntılar yaşanmakla beraber, yurt dışında da sair Müslümanlarla birlikte sık sık çeşitli imtihanlara/saldırılara maruz kalmaktayız.

Genelde Avrupa’da olmakla beraber, dünyanın hemen her tarafında Müslümanların şahsına ve ibadet merkezlerine saldırılar yapılmakta. Bu saldırılar muhtelif cisimler ve hınzır başı ile olabildiği gibi bazen de silahla, yanıcı ve yakıcı maddelerle kundaklama yapma şeklinde olmaktadır.

15.03.2019 (bugün) Yeni Zelanda'da çok sayıda yaralı ve 50 şehidimiz var. Yaralılarımıza şifa, şehitlerimize rahmet diliyorum. Bu elim hadise gösteriyor ki, Peygamberimiz Peygamberliğini ilan ettiği günden bu güne, İslam karşıtı insanlar, şu veya bu şekilde; zulüm, fitne ve katliamlarını sürdürmektedir. Sürdüreceklerdir de. Şunu hiç birimiz unutmamalıyız! Bizim hocamız; kin ve ihtirasıyla masum insanlara hem de ibadet ederken acımasızca saldıranlar değildir. Sabır, tahammül, metanet ve akl-ı selimle hareket eden EFENDİMİZ ve onun yolundan giden güzide sahabeler ve onları takip edenlerdir...

Hocası ve rehberi Peygamber olan her mümin, söylediğini ve yaptığını onu örnek alarak yapmalıdır. Fakat bilmemiz gereken bir husus var. Geçmişte kalmadan geçmişte yaşananları tarihi olayları iyi bilmeliyiz. Değil mi ki, kulluk kitabımız da sık sık geçmiş kavimler ve milletler hakkında malumat vermekte. Bu hem ibret almamız hem de ders çıkartmamız içindir.

Yeni Zelanda’da “denî” olayı gerçekleştiren “aşağılık” insanın/insanların tarihte cereyan eden olayları hatırlayarak ve hatırlatarak bu olumsuz fiili işlemiş/lerdir. Teröristin silahlarının üzerindeki tarihi olayları bırakınız halkımız, benim diyen tarihçilerimiz dahi bilmemektedir. Bu elbette kınanacak bir durum değil. Önemli olan geçmişi unutmamaktır. Zaten tarih bunun için önemlidir.

Fakat tüm bunların ötesinde orada dile getirilen bir hususa dikkat çekmek istiyorum. O da AYASOFYA Camisi. Bilindiği üzere Ayasofya’nın diğer camilerden farklı bir yönü vardır. Farkı eskiliğinden ve estetiğinden değil, temsil ettiği konumundandır. Şöyle ki, İslam’ın fetih geleneğinde bir teamül vardır. Eğer Gayr-ı Müslim insanın yaşandığı bir şehir fethedilirse o şehrin en büyük mabedi camiye çevrilir. 1453 yılında İstanbul fethedildiğinde dönemin en büyük mabedi olan Ayasofya Kilisesi cami yapılmıştır. Hatta bizzat fatih Sultan Mehmet Ayasofya’ya girerek bu anlayışın önemini belirtmiştir.

Ayasofya’nın önemi İslam ve Müslümanlar açısından budur!

Bu hadiseyle alakalı tarihi bir olayı hatırlatayım. Hz. Ömer Efendimiz zamanında Suriye/Şam fethedildiğinde İslam ordusu iki kapıdan girmiştir. Girilen kapılardan birinin komutanı İslam ordusunun başkomutanı Ubeyd’e bin Cerrah, diğerininki Halit Bin Velid’i. Ubeyd’e bin Cerrah’ın girdiği kapıdan sulh yoluyla, Halit bin Velid’in girdiği kapıdan ise çarpışarak girildiğinden fethin teamülü olan merkez mabedin ne olacağı tartışılmış. Bu durum Halife’ye

sorulmuş. Netice olarak dönemin en büyük mabedi; Şam Ümeyye Cami ikiye bölünerek yarısı Cami, yarısı Kilise olarak hizmetine devam etmiştir.

İslam anlayışında bu kadar önemli olan bu olay hiçe sayılarak, nâ-hak yere, sağlam gerekçelere de dayanmadan, Fatih Sultan Mehmet’in sanki olacakları hissedercesine bir de “beddua” yazmasına rağmen fethin sembolü Ayasofya maalesef ve maalesef cami olmaktan çıkarılmıştır. Bereket versin, Kiliseye çevrilmemiş! Bu gün müze olarak kullanılmakta!

Bazı aklı evvellerin şöyle dediğini duymaktayım. “Efendim! Hemen yanı başında Sultan Ahmet Cami, irili ufaklı diğer cami ve mescitler varken Ayasofya’nın açılmasına ne gerek var.” Bu sözün ve anlayışın sahipleri tarihini bilmedikleri gibi İslami hassasiyeti olmayan kişilerdir. Zinhar çok yanlış ve çok kötü bir anlayıştır.

Bu tespitleri yaptıktan sonra yeni Zelanda katliamcısının Ayasofya hakkındaki beyanlarıyla, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raporunda Ayasofya vurgusu yan yana getirilmelidir. Her Türkiyeli vatandaşın ve Müslümanın bu konuyu tekrar tekrar iyi düşünmesi gerekir.

Doğruluk derecesi var mıdır? Böyle bir söyleşi olmuş mudur bilemem ama ibret almak için aşağıda anlatacağım olay, bir gerçeği ifade etmesi açısından önemlidir.

Nedir olay! Meşhur Moğol hükümdarı Hülagü halifeliğin merkezi Bağdat başta olmak üzere geçtiği her yeri yakıp yıktıktan sonra çadırında istirahat ederken; “Bana Bağdat’ın en seçkin âlimini getirin” der. Haber Bağdat’a ulaştığında gitmesi beklenen/umulan âlimlerden hiç biri cesaret edip de gidemez. Gitmemekte olamaz. Talebin yerine getirilmesi gerekir.

Âlimlerin itibarını kurtarma adına genç biri gitme cesaret gösterir. Giderken de yanına iri cüsseli bir deve, yaşlı bir keçi bir de horoz alır. Gelen genç hocayı gören Hülagü ‘Kimseyi bulamadılar da seni mi gönderdiler?’ Der.

Ne demek istediğini anlayan hoca; “Eğer büyük biriyle görüşmek istersen dışarda deve var. Yok, eğer yaşlı biriyle görüşmek istersen keçi var. Geveze biriyle görüşmek istersen horoz var” der…

Hakaret yerine iltifat ettiği hocaya; “Bizim elimizi kolumuzu sallayarak buraya niçin geldiğimiz konusunda ne dersin?” der.

“Efendim! Sizi buraya biz çağırdık. Çünkü Allah’ın kitabını ve Resulün sünnetini hayatımızdan çıkardık. İbadet ve ahlaktan uzaklaştık. Dünyevileştik. Birbirimize düştük. Gücümüz azaldığı. Kısaca “Vehne” kapıldık. Siz de geldiniz. Yaktınız, yıktınız. Yoruluncaya, usanıncaya kadar acımasızca canlar aldınız...”

“Peki, biz buradan nasıl gideriz?”

“Yukarda saydığım değerlerimizi tekrar uygularsak siz zaten buradan kendiliğinizden gidersiniz” Der.

Aşağıdaki silahların üzerindeki tarih ve yazıları okumanız dileğiyle!

Ahmet BELADA