1 Kasım Seçimleri Ve Seçmen Koalisyonu
 
1 Kasım 2015 tarihinde yapılan 26. Dönem milletvekili genel seçiminin galibi, hiç şüphesiz, 316 milletvekili ile dördüncü kez tek başına iktidarı garantileyen Ak Parti’dir. Sonuçlara saygı duymak ya da en azından tahammüllü olmak demokrasinin bir gereğidir.
 
Ancak unutmayalım ki, 7 Haziran 2015 seçimleriyle TBMM’ne giren başta AKP olmak üzere, CHP, MHP ve HDP, sebebi her ne olursa olsun, bir koalisyon hükümeti kuracak demokratik olgunluk, siyasi cesaret ve feraseti gösteremediğinden, ülke bölgesel ve küresel ölçekteki bir mücadelenin ortasında adeta kaderine terk edilmiş, başta iç ve dış güvenlik olmak üzere, ekonomik ve siyasi yönden geri dönüşü zor bir istikrarsızlık ve kaosa adım adım sürüklenmeye başlamıştır.  
 
7 Haziran sonrası bir koalisyon hükümetinin kurulamamasında kimlerin ne kadar kusuru vardı; kimlerin hangi siyasi çıkar ve ikbal hesapları vardı, bunlar ayrı bir tartışma konusu…
Öncelikle 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde sandığa yansıyan sonuçların ve seçmenin verdiği mesajların bir birinden bağımsız değil, bir bütün halinde ele alınması Türk siyasetinin geleceği açısından büyük önem taşımaktadır
 
Öncelikle 1 Kasım seçimlerine tarihi bir anlam ve değer kazandıran bir konuya işaret etmek istiyorum. 1 Kasımda, bin yılları aşan tarihi devlet tecrübesi, millet olma bilinci, yüz yılı aşan demokrasi geleneği ve olgunluğu ile Türk seçmeni, 7 Haziran sonrası dört siyasi partinin TBMM çatısı altında kurmayı beceremediği koalisyonu, 1 Kasımda sandıkta kurmuş ve ülkeyi bir uçurumun kenarından geriye çekmiştir. Yani millet, “Siz vekilsiniz ama unutmayın ki ben asilim!” demiştir.  
 
Şu gerçek asla gözden kaçırılmamalıdır ki, 7 Haziran ile 1 Kasım seçimlerini birlikte değerlendirdiğimizde, 1 Kasım seçiminin sonucunu belirleyen yaklaşık %10’a tekabül eden bir seçmen kitlesi vardır. Bu seçmen kitlesi, 1 Kasımda sandığa gittiğinde 7 Haziran öncesini ve 7 Haziran sonrasını bir bütün halinde değerlendirmiş, 7 Haziran öncesine dair tüm düşüncelerini aynen muhafaza etmekle birlikte, 7 Haziran sonrası yaşanan gelişmelere göre yeni bir pozisyon belirleme ihtiyacı duyarak AKP’ye şartlı destek vermiştir. 1 Kasımda AKP’yi dışarıdan ve adeta kerhen destekleyerek belirleyici rol oynayan aynı %10’luk seçmen kitlesi, 7 Haziran’da AKP’ye niçin oy vermediğinin gerekçelerini de aklının bir köşesine yazmıştır.   
 
Eğer AKP 1 Kasımda sandıktan çıkan bu mesajı doğru okuyamaz, bir zafer sarhoşluğuna, kibir ve gurura kapılarak, “seçmenin 7 Haziranda hata yaptığını ama 1 Kasımda da bu hatasından döndüğünü” zannederek geçmişteki siyasi hatalarını tekrar etmeye kalkışacak olursa siyaseten harakiri yapmış olur. İşin özü AKP, “sandıktaki seçmen koalisyonu protokolüne” sadık kalmalıdır.
 
Başta AKP olmak üzere, CHP, MHP ve HDP, 7 Haziran ve 1 Kasım seçim sonuçlarını iyi tahlil edebildikleri ve seçmenin mesajını doğru okuyabildikleri ölçüde siyasi mücadeledeki güçleri, performansları ve pozisyonları şekillenecektir.
 
AKP, 1 Kasım seçim sonuçlarına bakıp, “artık güç bende” vehmine kapılarak, yeniden “Başkanlık Sistemi” projesini kesinlikle gündeme getirmemelidir. Çünkü 7 Haziran seçimlerinde bu talep ilk ağızdan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ve en üst perdeden dillendirilmiş ancak halk nezdinde bir karşılık bulmadığı gibi sandığa yansıması da olumsuz yönde olmuştur.
 
AKP, iktidar aygıtlarını asla siyasi ve ideolojik intikam aracına dönüştürmemeli, 78 milyona güven veren, kişi hak ve özgürlüklerini koruyan, toplumu kutuplaştırmayan, ötekileştirmeyen, hukuka saygı duyan, yönetimde adaleti ve şeffaflığı gözeten, ayyuka çıkan yolsuzluk ve suiistimallerin üzerine gitmede tavizsiz ve kararlı bir yöntemi ve üslubu benimsemelidir.  
 
CHP, ana muhalefet partisi olmanın, aynı zamanda iktidar namzedi ve iktidara alternatif bir siyasi yapı ve pozisyon olduğunu artık idrak etmeli, “kadrolu ana muhalefet” elbisesini bir an önce üzerinden çıkartmalıdır. Sürekli şikâyetçi oldukları AKP’ye karşı halk nezdinde bir alternatif ve umut olabileceklerine dair çağın ve ülkenin gerçeklerine uygun plan, proje ve söylemlerini ortaya koymalıdır.
 
MHP, üzerindeki sanki “her an bir iç çatışmanın fitilini ateşlemeye hazırmış” algısından kurtulmalı ve bu algıyı destekleyen bir takım ideolojik tutum, eylem ve söylemlerin kendisini her geçen gün marjinal bir parti haline dönüştürmekte olduğunu artık görmelidir.
 
HDP yasa dışı Kandil, İmralı ve bunların derin bağlantılarının siyasetteki bir uzantısı mı yoksa bunlarla tüm göbek bağlarını kesip atan bir Türkiye partisi mi olacağına karar vermelidir. Öte yandan artık Türk siyaseti HDP gerçeğini görmeli, HDP de Türkiye gerçeğini görmelidir.
 
Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi: Gerek 7 Haziranda gerekse 1 Kasımda barajın altında kalan Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi adeta Türkiye’nin “Kök Hücre”si gibi varlıklarını ve hayatiyetlerini sembolik de olsa devam ettirmektedirler. Bilindiği üzere kök hücre, biyolojideki anlamıyla insan vücudunu oluşturan her türlü vücut hücresine dönüşme ve yeni görevler üstlenme imkânına sahip ana hücredir. Dolayısı ile kök hücre değerindeki bu iki partinin parlamento dışında bile olsa varlıklarının devamı Türkiye için stratejik öneme sahiptir.  
 
Bu vesile ile 1 Kasım seçimlerinin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.
 
02.11.2015
Mehmet BİÇER