100.Yıl Dönümü.
URFA ‘NIN ŞANLI DİRENİŞİ
Urfa... Peygamberler kenti... Her olayın, her yapıtın, otların, ağaçların, suların efsane efsane öyküleştiği kent... Gökbitimi geniş bozkırlarda, bir uç¬tan öte uca yel gibi, eser gibi koşturan ceylanlar diyarı.. Öpülesi gözlü, soy¬lu atların, ceylan gözlü dilberlerin salınıp gezdiği diyar.. Güzele meftun olan¬ların, vurgunların toprağı...
Urfalıyam ezelden
Gönlüm geçmez güzelden...
Nice peygamberlerin yaşadığı, gölünde kutsal balıkların yüzdüğü Urfa'da Mondros Silah bırakışması sonrasında acı günler gördü, şehitler verdi. 1919 un 24 Martında İngilizler el koydular Urfa’ya. Ama, İngiliz işgallerinin amacı Fransızlara yer hazırlamak, halkı alıştırmaktı. Bunun için de ele geçirdikleri yerde uzun süre kalmamışlar, yerlerini Fransızlara bırakmışlardı. Çünkü İn¬gilizlerle Fransızlar Irak ve Musul üzerinde anlaşmışlardı. Suriye Fransızla¬rın, Irak da İngilizlerin sömürgesi olacaktı...
İngilizlerin ele geçirdiğinde Urfa, hiçbir ile bağlı olmayan bağımsız bir sancaktı. Silah bırakışmasında Urfa’nın İngilizlere verileceği hakkında bir madde de yoktu. Zaten anlaşmalara da aykırıydı bu durum. Ama bunu bir "oldu bitti" ye getirdiler. Türk Süvari Alay Komutanının karşı koymasına kar¬şın Urfa’ya el koydular. İşgalci güçler ikiyüz erlik iki piyade alayı, bir zırhlı ve üç binek olmak Üzere on otomobil ile elli yük arabasından oluşuyordu. Ve ay¬nı Maraş’ta, Antep’te olduğunca Urfa’da da yerli Ermeniler yol gösterici olarak işgalcilerin önüne düşmüşlerdi. İngiliz askeri giysileri içindeydiler. Yüzyıllar-dır yanyana yaşadıkları Türk komşularına karşı birden bire kanlı-bıçaklı düş¬man oluvermiştiler. Ermenilerin İngilizlere rehberlik yapması Urfalıları derin üzüntülere boğdu. Türk gururu yaralanmıştı. Osmanlı Devletinin zayıf duru¬mundan yararlanıp kışkırtmalarla kargaşalık çıkarmak isteyişleri halkın tep¬kisini doğurdu. Oysa bölgede yüzyıllardır düzen içinde bir yaşam sürüp gel¬mişti.
İngilizler en küçük bir Türk askeri birliğinin bile bulunmasını istemiyorlar¬dı Urfa’da. Birinci Alay Komutanlığının çekilmesini istediler. Binbaşı Hüseyin Bey reddetti istekleri... Ama sonunda 25 Mart 1919 da Siverek’e çekilmek zo¬runda kaldı Alay. İngilizler artık babalarının toprağıymış gibi rahatça yerleşe¬bilirlerdi Urfa’ya... Fakat, paylaşmada son kararlar verilmemişti daha. İngilizler çekildi; ardından Fransızlar geldiler. Devraldılar Urfa’yı . 1919 yılının 30 Ekimiydi Fransızın Urfa’ya girdiği tarih. Yine Ermeniler ev sahibi pozunda ve Fransız askerine yol gösterici kılavuzdular... Fransız giysileri içinde otomobiller tozu dumana katıp Urfa’ya girerken söyledikleri şarkılar, türküler Türkçeydi. Ama gönüllerinde Türk sevgisine yer yoktu artık. Umutlarını Fransı¬za bağlamışlardı. İşgalcilere kurtarıcı gözüyle bakıyorlardı çünkü.
Fransızlar ilk iş olarak Türk komutanları, kaymakamları tutuklayıp Ada¬na’ya sürdüler. Ama maşa gibi kullanabilecekleri, kendi isteklerini, buyrukları¬nı yapabilecek satılmışları da salıverdiler cezaevlerinden. Böylece hiçbir et¬ki altında kalmadan karar vermesi gereken Türk adliyesine el attılar, bu kurumu yarala¬dılar. Urfa halkı bus bus bunalıyordu. Günlük yaşayışı allak bullak oldu hal¬kın... Kadın hamamlarına girdi Fransız askeri. Bıçak kemiğe dayandı. Bu böyle sürüp gidemezdi. Bir son vermek gerekiyordu işgalcilerin saldırganlık-larına...
Temsil Kurulu Başkanı Mustafa Kemal 25 Ocak 1920 de bütün Kolordu¬lara Sivas’ta yönerge veriyordu. İşgalci güçlere karşı nasıl savaşılacağını be¬lirtiyordu bir bir... "Fransızlara karşı ayaklanma hareketinin şekli, Fransız güçlerini ayrı ayrı, birdenbire, bulundukları yerde sarmak ve ufak garnizon¬lardan başlayarak tutsak almak ve yoketmektir. Bu gidişin demiryolu tünelle¬rini atmak, yolları otomobil işlemeyecek duruma getirmek ve Fransız güçleri¬nin birbiriyle olan bağlantısını kesmek yoluyla geliştirilecektir. Ayaklanma peyderpey başlayacaktır. Birinci devre Urfa ayaklanmasıdır. Buna hemen başlanacaktır. Diyarbakır’da bulunan 13. Kolordu cephesinin görevi Fırat ırmağının doğusundan düşmanı çıkarıp temizlemektir. Bunun için, her Fransız müfrezesinin bulunduğu binalara ve çadırlara her gece bas¬kın yapılacaktır. Eğer iyi düzenlenirse herbiri aşağı yukarı on kişilik yirmi müf¬reze ile Fırat’ın doğusunda bulunan bütün Fransızları kuşatmak olanağı var¬dır. Kesin saldırılar Urfa’dan değil Fransızların en güçsüz olduğu yerden baş¬layacaktır. Aşiretlerin de ayaklanmaya katılmaları için uyarılmaları gerekir. Aşiret Fransızlarla tutuştuktan sonra sürer gider çarpışmalar..."
Urfa’da Kuvayı Milli’yenin kurulması bir büyük gereksinimdi artık. Çareler, olanaklar aranmaya başlandı. Yüzbaşı Ali Saip Bey’ in Urfa’ya atanması mut¬lu bir olay sayıldı. Topraklarının düşman eline geçmesinden büyük üzüntü duyan yurtsever Urfalılar toplanıp görüşmelere başladılar. Örgüt kurmanın gerekliliği anlatıldı bu toplantılarda. Aşiret başkanlarıyla bağlantılar kuruldu. Haberleşildi. Kuvayı Milliye örgütü resmen kurulmuş oluyordu böylece... Ör¬gütte yalnız gençler değil, ileri yaşlı saygın kişiler de vardı. Aşiret başkanla¬rı da Fransız sömürgecilerine karşı ellerinden geleni yapacaklarını bildiriyor¬lardı. Yüzbaşı Ali Saip, halkı Fransızlara karşı ayaklandırabilmek için bildir¬geler dağıtıyor, çevreyle haberleşiyor, olayları günü gününe Ankara’ya, Tem¬sil Kurulu Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya iletiyordu.
Aynı günlerde Ermeni taşkınlıkları alabildiğine artmıştı. Hiç bir Urfalı ya¬şamını güven içinde göremiyordu. Fransızlar Ermeni zulmüne göz yumuyor-lardı...
Öte yandan, Yüzbaşı Ali Saip’le ilişki kuranlardan biri de Kılıç Ali’ydi. Yapılan görüş¬meler sonucu Fransızlara karşı ayaklanmanın 18 Ocak 1920 de yapılması kararlaştırıldı. Ama ortalıkta Ermeni çaşıtları boş durmuyorlardı. Ali Saip Be¬y’in bir ayaklanma başlatacağı Fransızlara duyuruldu. Kuvayı Milliye’nin ba¬şarısızlığa uğramaması için genç yüzbaşı Urfa’dan ayrılmak zorunda kaldı.Bu ayrılma Urfa’nın kurtuluşunu bir süre geciktirecekti. Ama bir yararı da ol¬du bunun: Çevre aşiretlerle daha iyi bir işbirliğine gidilebilecekti böylece...
Şubatın yedisini sekizine bağlayan gece Urfa’nın beş kilometre kuzeyinde toplandı Kuvayı Milliye’nin 3 bin yiğidi. Şehirde bıçak kemiğe dayanmıştı. Halk "yeter gayrik" diyecek durumdaydı. Fransız zulmü, Ermeni cinayetleri kesil¬me bilmeden sürüp gidiyordu. Kuvayı Milliye Fransızlara saldırı için bütün hazırlıklarını bitirmişti. Ama yine de barışçılığın bir özelliği olarak Fransız ko¬mutanına ültimatom verildi. "Buradaki konukluğunuz artık sona ermiştir. Zu¬lüm ve cinayetleriniz halkımızın dayanma sınırını aşmıştır. Silah bırakışma¬sına aykırı olarak ele geçirdiğiniz Urfa’yı 24 saat içinde boşaltınız. Bunun ter¬sini yaparsanız dökülecek kanların sorumluluğu sizindir. Urfa’yı boşaltıp sını¬rımızın dışına değin serbestçe çekilmenizi ve güvenliğinizi sağlayacağız." Fransız Komutanından gelen yanıt hiç de kesin anlamlı değildi. Durum açık¬lığa kavuşmadı. Fransız siyasi hakimi kentin ileri gelenleriyle görüşerek Ku¬vayı Milliye’nin Urfaya saldırılarının durdurulmasını istedi. Ancak olayları dur¬durmak bir iki kişinin elinde değildi artık. Ok yaydan çıkmıştı. 8 Şubat gece¬si Urfa’ya girdi Milliciler. Fransızlar karşı komadılar. Milliciler sabaha değin yerleştiler, dayangalar hazırladılar. 9 Şubat sabahında Urfa’nın yarısı Kuvayı Milliye’nin denetimine girmiş oluyordu. Ermeniler düş kırıklığına uğramışlar¬dı... Küskün, kendi mahallelerine çekildiler.
Ertesi gün 18 kişilik Urfa Müdafayı Hukuk Kurulu göreve başladı. Hükü¬met ve Belediye işleri düzenle yürütecekti. Urfa halkı olağan yaşam düzeyi¬ne getirilecekti. Öte yandan Fransızlar da boş durmuyorlardı. Tetikteydiler. Bir binbaşı komutasında 5 yüz er, 12 kendiişler tüfek ve bir takım süvari birli¬ği hazır bekliyordu. Ayrıca 3 yüz kadar Ermeniyi de silahlandırmışlardı. Bunlar gönüllüydü... Ayaklanma için kararlaştırılan tarih 9 Şubattı. Fransız kurşunu¬na göğüs gerebilecek Kuvayı Milliye’ci sayısı azdı. Yetmezdi bu kadarı. Ne yapma¬lıydı öyleyse? Tutukluları serbest bırakmalı, eli silah tutanları Kuvayı Milliye¬’ye katmalıydı. Öyle de yapıldı. Ama, olaydan habersiz bir jandarma neferi , tutukluların kaç-tığını sanarak havaya bir el ateş etti. Bu çarpışmaların başlaması için bir işa¬ret oldu. Kuvayı Milliye’nin baskınına uğradığını sanan Fransızlar gelişi güzel ateş etmeye başladılar. Kendiişler tüfekleri ölüm yağdırdı her yana. EI bom¬baları dehşet saçtı Urfa’ya. Akşama değin sürdü çarpışmalar. Kuvayı Milliye boş durmadı elbet. Her yandan saldırıya geçildi. Ermenilerden Türke karşı silah kullananlara baskınlar yapıldı, tutsaklar alındı. Gece Fransız siyasi ha¬kiminin karargahına giren Urfa yiğitleri direkteki Fransız bayrağını indirerek Türk bayrağını çektiler...
Baskınlar karşısında tutunamayacaklarını anlayan Fransızlar, kentin çev¬resindeki savunmaya elverişli yerlere çekilerek direnmeye başladılar. Kuva¬yı Milliye’nin saldırıları, düşmanın iyi savunması yüzünden kesin sonuçlu 01¬muyordu. Hele yiğit gençlerin düzenli askerlik bilgileri de olmadığından veri¬len şehit sayısı artıyordu. Düşmanın kendiişler tüfekleri ölüm yağdırıyordu. Oysa Urfa millicilerinin elinde çakmaklı tüfekler vardı. Eşit değildi silahlar. Dövüş aynı koşullar içinde yapılmıyordu. Türküler yaktı Urfa halkı ölen yiğit¬lerine.
Fransızın başında kırmızı fesler
Atılıyor bombalar, gelmiyor sesler
Şişkoyun damından atlayıp geldim
Cephane döküldü topladım geldim
Beş on Fransızı pakladım geldim.
Di yürü yürü kumandanlar yürü
Çetelerin gidiyor, dönmüyor geri...
Tılfındı hastane karşıma karşı
Kafir Fransızın bomba atışı
Di yürü yürü kumandanlar yürü
Çetelerin gidiyor, dönmüyor geri...
Kolumu salladım toplar oynadı
Kara taş içinde çete kaynadı
Yaşasın Urfalılar teslim olmadı
Di yürü yürü kumandanlar yürü
Çetelerin gidiyor, dönmüyor geri...
Maraş’ın kurtarıldığı gün, Urfa yiğitleri 70,80 mermisiyle birlik¬te bir dağ topuna kavuştular. Artık Fransız kurşununa daha güvenle karşı ko¬yabileceklerdi. Anadolu’nun çeşitli yerlerinden subay ve erler de Urfa’nın yar¬dımına gönderiliyordu. Ankara’da Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal de Ur¬fa’nın Fransızdan temizlenmesini ve Antep’in yardımına koşulmasını buyuru-yordu. O yıl yani 1920'nin kışı pek zorlu geçiyordu. Yollar kapanmıştı kardan. Ulaşım, haberleşme güçlükle yapılıyordu. Fransızlar direniyordu inatla. Erme¬niler yalnız asker vermekle kalmamışlar, Fransız işgal ordusuna yiyecek yardımı da yapı¬yorlardı. Son kez 1500 ermeni gönüllüsü yardımlarına koşmuştu. Fransız giysileri içindeydiler. Ancak Urfa millicileri silah deposu haline getirilmiş evle¬re baskınlar yapıyorlardı. Kuvayı Milliye’nin savaş araçları, gereçleri yeterli hale gelmişti artık. Uzun süredir yardım alamayan Fransızlar ruhsal bir çö¬küntü içindeydiler. Çırpındıkça battıklarını anlamışlardı.
5 Mart... 6 Mart... Bu iki gün Urfa savaşlarının en kanlı günleri oldu. Fran¬sızların sığındığı büyük evlere, konaklara baskınlar düzenleyen milliciler ba¬şarı kazanıyordu. Ancak, kentte egemen bir tepenin de Fransızlar elinde bu¬lunuşu savaşların uzamasının ve kesin sonuç alınmasını önlüyordu. Tepeler¬den ölüm yağdırıyordu düşman. Urfa yiğitleri de minarelerden, selvi ağaçla¬rından düşmana ateş ediyorlardı...
Çarpışmalar sürdü gitti. Nisan ayı geldi. Ermeni evlerinde dinamit, bom¬ba yapılıyor, Fransızlara aktarılıyordu. Türk dayangalarına karşı şiddetli bir saldırıya geçen Fransızların püskürtülmesi Kuvayı Milliye’nin ve Urfalıların güven duygularını artırdı... Bezginlik başlamıştı düşmanda. Yabancı bir top¬rağı elde tutmanın, sömürmeye kalkışmanın zorluğunu anlamışlardı. Kaldı ki burası Arap toprağı da değildi... Fransızlar Anadolu’ nun Suriye’ den bambaş¬ka bir ülke olduğunu çok geç anladılar. Anlayınca da Türklerle anlaşma ge¬reğini duydular.
Görüşmeler yapıldı. Nisanın onbirinde, geceyarısından sonra Fransızlar Urfa’yı bo¬şaltmaya başladılar. Yollara döküldüler. Çekilirken Ermenileri de ardlarınca sürüklediler Suriye’ye doğru...
Gökbitimi sonsuz Harran bozkırlarında, altın başaklar salınırken dalga dalga ve denizce, ceylan sürülerinin su başlarına indiği, soylu atların yel gi¬bi uçtuğu saatlerde Urfa yiğitleri hoyrat söyleyebilirdi artık, türküsünü çağıra-bilirdi özgürce... Kurtuluş mücadelesini şerefle sona erdiren Urfa, artık "Şan¬lı" unvanını almayı haketmişti...
****