ABDÜLKADİR BULUT :

AKDENİZ’İN, TOROS’UN OZANI

Yolum düşünce Anamur’a

Havalar yağar eser de olsa

Elini kulağına götürerek

Uzunhava çeken köylüleri

Dinlemeliyim mutlaka

Yolum düşünce Anamur’a

Göğüs kılları yenice yürümüş

Mısır sulayan delikanlılarla

Ayaküstü bir şeyler konuşmalıyım

Tarlalara akan sulara

Bakarak

Yolum düşünce Anamur’a

Kökleri dahi sökülerek yakılan

Ilgın ağaçlarının duruşlarından

Bir şeyler katmalıyım hayatıma

Abdülkadir Bulut 1943’te Anamur çayı koyağındaki Akine köyünde doğdu. Toros’un Türkmeni…Akşehir (Konya) Öğretmen Okulu’nu bitirdi. Eğitimci oldu; köy çocuklarını eğitti. Anamur’da, Kırıkhan’da , İstanbul’da görev yaptı. Torosların otunu, burcunu, kuşunu, insanını ve onun destanını, yaylanın çiçeğini, börtü böceğini , Yörüğün kara sevdasını, ağıtını, yakımını, türküsünü şiire döktü.

“ Sanata ilgim bir hurma ağacının yaprakları arasında unutulmuş, Varlık yayını “Dede Korkut” kitabıyla başladı. Öğretmen Okulunda şiire başladım. İlk şiirlerim Varlık’ta çıktı. Bir süre şiirden eli eteği çektim. 70’e doğru yeniden başladım. Milliyet Sanat Dergisi’nin açtığı “1974’ün En Başarılı Genç Şairi” yarışmasında ödül aldım. Sen Tek Başına Değilsin, Kahveci Güzeli adlı şiir kitaplarım var. Üveyikler Göçerken adlı çocuk romanım da çıktı. 1981 sonlarında yayımlanacak “Yakımlar” adlı soyu tükenmekte olan bir kültür ögesi üstüne bir şiir kitabım daha var. (Konur Ertop. Varlık. 192 ocak.892. 20. İstanbul).

Frenk incirleri her zaman

En verimsiz topraklara

Ve bir de sevgilim

Sınır aralarına dikilir

Aynı köylüler gibi

Akdeniz’in

Ve dikenli iri incirleri

Keçi ve koç boynuzundan saplı

Bıçaklarla kesilerek alınır

Yumuşacık sırtlarından

Şaşılacak bir yanı yok

Ha Frenk incirleri Akdeniz’in

Ha ekmeklerini elleriyle

Tavlayan insanları

Cemal Süreya O’nun için ne demişti: “Her şeyi bir türkü tadında eritiyor. Yerel görünümlere, durumlara dayanıyor. Ordan soylu imgeler yaratıyor. Kasabalı bir Lorca. Her şiirinde şiir var.” Cemal Süreya’ya bunu söyleten nedir? O denli çok şiir var ki, içinde şiir olmayan; şiirimsi bile denilemeyecek şiir taklidleri…Bulut ozan, ol nedenle iyi şiir , soylu şiir yazmıştır; Bulut ozanın her şiirinde şiir olması bundandır.

Bulut ozan, ülkesinin şiir atlasında Anamur’dan olduğu denli Silahtarağa’dan da ses verir. Yurt coğrafyasının sonsuzluğunda, özgür göklerde kanat çırpar O…

Silahtarağa’dasın

Bakıyorsun Kağıthane Köprüsü’ne

Sarmış tam yüzük yerinden

Haliç’in kuzeye bakan kolunu

O yüzden öyle görünüyor

Sarılı bir parmak gibi

Haliç’in kuzeye bakan kolu

Saklı değil yüzün

Alabildiğine gür ve açık

Az önünde kurulan halaydan

Patlamak üzere hep birden

Bir Refahiye türküsü

Silahtarağa’dasın

Madeni seslerin çarptığı yerlere

Direniş sözcüğünü yazıyorsun

Bir tas su sunar gibi

Eski bir dostuna

Bulut ozanın her şiirinde coşkun, sevecen bir anlatım açık seçik görülür. Pastoral bir senfonidir onlar. Yer yer öfkeli de olsa, zulme karşı koysa da , haykırsa da, liriktir O’nun şiiri…

Akıp giden sulara sır vermeyi

Boynu eğilmiş çiçek saplarıyla

Ülkemi karşılaştırmayı sık sık

Elleri koynunda hayatlarını anlatan

Çocuklardan öğrenir oldum.

Elleri koynunda çocuklardan öğrendim

Kargı çiçeklerinin tozlaşma zamanını

Yuva zamanını deniz kırlangıçlarının

Ve hayatın yıllar sonra bir gün

Yağmurlu bir günün akşamına

Yolcu olacağını

Adım gibi biliyorum ki o gün

Kar yağacak yollara gecenin altından

Sevdamı örtecek, bir de ayak izlerimi

Oysa benim sevdamı örtebilecek

O denli çok beyazlık var ki dünyada

Bulut, ülkesinin şiir atlasında Şarkışla’yı da, Eruh’ u da, Alibeyköy’ü de, Cilo Dağlarını da yerli yerinde değerlendirmiş…

Sözünü balla kestim adaş

Kaynağında vermek için el ele

Omuz omuza ve de baş başa

Hep birlikte atmak adımı

Topraktan pamuk çıkar gibi

Bir gün hep birden

Bir gün demek güzel şey

Boğuk bir sesimiz olsa bile

Gene de bağırmak ve yürümek

Sonra silmek alınterini

İşlemeli yağlık ile

Sözünü balla kestim adaş

Çok benziyor su başlarına

Senin öfkeyi taşıyan alnın

Bir de onur veren yumruğun

Bu yüzden vermek el ele

Ve dil dile

Alibeyköy’de yaşarken hep Anamur’u özler Bulut. Yakar kavurur bu özlem onu. Peki, niçin Akdeniz kıyılarında değil de, oradadır? Hilmi Yavuz anlatıyor: “Bir insan, bir şair nasıl bu denli yerel kalabilir? Abdülkadir Bulut, büyük kente, İstanbul’a, sanki onu olumsuzlamak için gelmiş gibiydi. Anamurlu bir Türkmen’di o, ve hep öyle kaldı. Üstelik her şeyi yerel olana indirgeyerek, sanki hiçbir ayırım yokmuş gibi yazarak. Salt yazarak değil, öyle düşünerek yaşadı Bulut.”

Üç yıldır Alibeyköy’deyim

Sabahları yağan yağmurlara

Karışarak başlıyorum her şeye

Şiire, aşka ve arkadaşlığa

Üç yıldır Alibeyköy’deyim

Gözlerimle görmesem inanamam

İşçi ve köylü çocuklarının

Kalem tutuşlarına bakarak

Değişiyor dünya

Üç yıldır Alibeyköy’deyim

Her tanrının günü

Ketsek boylu Boşnak kızları

Yüzlerini kaçırarak geçerler

Caddelerden ve önümden

Üç yıldır Alibeyköy’deyim

Taş aralarına sıkışıp kalan

Zeytin köklerini andırıyor

Hayat burada

Sonra üç yıla iki daha eklenir; beş yıl olur. Özlemler giderek daha da büyür. Başları yarpuzlu sulardan içmek ister avuç avuç. Dağ kokusuyla yüklü suların başında durup seyretmek ister.

Önümüzdeki eylül başına

Parmak hesabına vursam

Tam beş yıl olacak

Dalında ayrılmış nardan

Ve başları yarpuzlu sulardan

Yani Anamur’dan ayrılalı

Eğer bu kış kar yağarsa

Ve dünyanın bütün kuşları

Yuvalarını taşlara yaparsa

Beşi bitirip altıya basacak

Önlerine şubat geceleri

Elma ve selvi dikilen

Üstü tenekeli evleri göreli

Yani Alibeyköy’e geleli

Bulut ozan 1971’de dama düşer. Öyle çok da şikayetçi değildir halinden, ahvalinden…Bu da yaşamın bir gerçeğidir ne de olsa. İçerde , dışarının özlemini şiirleştirir.

Dışarıda

İlk suyu verilmiş olmalı

Pamuğa, sevdaya ve tütüne

İçerde

Koyacak hiçbir şeyim yok

Sigara ve çakmağımdan başka

Yastığımın altına

Şimdi portakalların ötesinde

Kurduyla, kuşuyla Toroslar

Yatmış olmalılar sırtüstü

Oysa beride ben

Çok özledim eşi dostu

1973 Türk Şiiri’ni değerlendiren Dr Ceyhun Atuf Kansu, Bulut Ozanın şiirleri için “ su yumuşaklığında “ benzetmesini uygun görüyor…Salah Birsel de “Bulut’un şiiri daha yeni yeni güçlenmekte ”, diyor.

Ve o nar ağacında hüzün

Çok eski bir av sabahıdır

Bazen yüzümü ağarttığım

Sevecensiz

Güneş yorulur bir ürpertide

Güzleri yangınlıdır çünkü

İner elimin duyarlığına

Ceza bularak ülkeme

Yani bozuk bir nice gecede

Kaçmam uzun bir çağrışımdır

Vururken göğsüme korkum

Büyük atımla

Ozanımızın şiiri doğadan besleniyor ; besinini topraktan alıyor.; gıdalanıyor. Muş gibi, Urfa gibi yurdun iki diyarının adı geçiyor burada…

Yeni bir şiire başlıyorum

Tohum atar gibi toprağa

Vurur gibi maden kazmasını

Dağın dibine

Yeni bir şiire başlıyorum

Üzümün ve tütünün tarihini

Ve de nar ağaçlarının hünerini

Bulmak için Muş’un oalarda

Yeni bir şiire başlıyorum

Çünkü adağı yok yağlığın

Acılar da yazılır bir gün

Dibek taşlarına

Yeni bir şiire başlıyorum

Şafak Urfa’ya benziyor biraz

Biraz sevdama ve akranlarıma

Çünkü şiir de iz sürer

Hilmi Yavuz O’nun için diyor ki: “ O, yerelle evrensel arasında sanki hiçbir ayırım yokmuş gibi yazdı. Ben O’na Anamurlu Ezop diyorum. Alnı sarp bir kayalıktı O’nun.”

İnsancıl sevgi çiçeği çocuk, öğretmenine soruyor, yunmuş arınmış sözlerle…

Öğretmenim

Sınırdaki dikenli tellere

Neden hep eşek arıları

Yuva yapar da

Kuşlar yapmaz

Bir de öğretmenim

Şaştığım bir şey daha var

Dünyanın bütün çocukları

Madem ki canciğer kardeştir

O halde neden her ülkenin

Ayrı ayrı bayrağı var

Bir tane değil

Tüm aydınlar gibi Ozanımız da kitaplara düşkün. Kitap ağaçla benzeşiyor şiirde…

Seni çok seviyorum

Kapağı solgun kitap

Başkasına yaptığın gibi

Benim de bilgi kulübemi

Güzel sözcüklerle ya

Bir de fidan dik n’olur

Kulübemin ön tarafına

Su vereyim kendi elimle

Ve ağaç olduğu zaman

Salıncak kurayım dalına

“ Benim snatımın kaynağı, gövdeleri acılardan, ağıtlardan, yakımlardan, öfke ve inançlardan oluşmuş bir halkın yaşantılarından fışkırmıştır. Baya bir su gibi, bir ter gibi. .. O yüzden ayaklarını uzatarak sepet ören birisi, tornanın sesine, karasına soluğu karışan bir başkası benim sürekli umurumda olmuştur. Onların titremeleri, dünyaya bakışları, düşleri bile beni oldum olası ilgilendirmiştir. Hakçası, şiirlerimden böylesine içli dışlı olduğum bir halkın öfkelerini, acılarını, kaygılarını, gülüşlerini, puslu günlerini çıkarırsanız geriye hiçbir şey kalmaz.”

1985 yılı ağustosunun 8’i…Günümüzden 28 yıl önce…Bindiği taşıttan düştüğü söylendi Bulut öğretmenin. Acaba ! Sürücüyle, yolcularla bir tartışma mı yaşandı içerde? Ne oldu, hiçbir zaman öğrenemedik. Silifke-Anamur arasında o güzelim , çıldırtıcı doğada , kıvrım kıvrım dağ yolunda ne oldu, neler geçti ? Bir anda yaşamdan koptu gitti bir şiir ustası, bir güzel insan…Bulut Ozan’ı sevenlerce katlanılmaz , saçma bir ölüm . 42’inci yaşını sürerken…Bir güzelleme ustası için, bir Toros destancısı için pek erken bir ayrılış şu yaşanılası dünyadan…Ülkemizin şiir atlasında büyük bir boşluk … Alibeyköy, Anamur, Toroslar şiirsiz kalmıştır. Sennur Sezer diyor ki : “ O, alnımızdaki kırışıklardan biri artık. Buğday rengi şiirleri şiirimize katıldı. Eksik kaldı “yeni sözler, yeni türküler ve güzellikler…” Ama yurdumuzun şiir defterinde güneş yanığı bir sayfa olarak hep kalacak.”

Selam göndermişsin

Pazardan dönen köylülerle

Aldım bir ikindiüstü

Kollama suyunun başında

Elimde kürek boynumda yağlık

Diline sağlık

Şimdi evlerin avlularında

Kovasına tulumbadan su çeken

Boynu muskalı kadınlara

Çulhaki ceketi kolunda atılı

Ve elindeki adresten başka

Hiçbir şey sormayan delikanlı

Acaba ne taşır göğsünün altında

Dünyaya dair

Gördü mü ola şehirden çıkarken

Naylon leğenlerde yıkanarak

Duvar diplerinde çömelen

Ve küçücük başlarındaki saçları

Bir mısır püskülünü andıran

Çakır gözlü çocukları

“ Benim şiirlerim toplumsal sorunlarla ve yaşantımla iç içedir. Toplumsal sorunları verirken ya da yansıtırken bir bakıma kendi yaşamımı aktarıyorum zaten. Çünkü benim yaşamım zaten toplumun en kızgın ve aydınlık yerinin bir parçası olmuştur. Yaşamı böylesine toplumun en kızgın yeriyle haşır naşir olmuş birisinin şiiri , elbette ki “dal yaprak” ve “sera” şiiri olmayacaktır. Elbette ki, elinde sefer tasğ sabahı aralayarak yürüyen birisinin yanında yer alacaktır. Onun düşüncelerinde, duygularında ve istemlerinde sıkılı (saklı?) olacaktır. Bundan daha doğal ne olabilir ki !

Toros köylüsü ağıta yakım der. Bulut ozan, ay batarken canına kıyan bir genç kıza ağıt yakar.

ağıtlara tutulmadan civan ömrün

ay böyle pusmazdı bulutların içine

yavrusuz konmazdı anaç kuşlar

kuyuların ıslak bileziklerine

oysa şimdi karlı göğün altında

her kuyunun taştan bileziği

gecelere beyaz bir ıslaklık uzatan

sanki karanlık bir su ağzı

suların ağzı taştan bilezik

yüzüm şaşkın huylarım ezik

oysa şimdi iğneliğin üstünde

sarkıtmış da başını koyun çiçeği

bir yanında Kelamı Kadim

bir yanında yol önceği

artık yok omuz başlarında

ne bir toka, ne bir uykuluk

onun için bana dulda görünür

ayın battğı ufuk

gittiğin yolları ay bastı

feleğin neydi sana kastı

Bulut ozanda Aatürk sevgisi duru, içtendir. Mustafa Kemalce şiirinde O’nu dillendirir.

ve bir Erzurum sabahında

uzun bir savaşı düşündüm

Mustafa Kemalce

büyüdü ellerim ve gözlerim

Sakarya’nın doğu yakasında

dağda bir geyik gibi

o zaman çizdi Seddülbahir’i

alaca şekillerde Mustafa Kemal

savaş haritasına

sonra barut kurşun ve kan

bir nice güneşi çağırdım

Mustafa Kemal’ın otağına

“ Acılar Yurdumdur kitabım benim dünyanın üstüne üstüne kanlı bıçaklı değil de, tutarlı bir biçimde gittiğim dönemin şiirleridir. Onları son yılların içinden sağdım cığış cığış. Bu şiirlerde bir doğa buluşması , bir insan buluşması ve bir toplum buluşması söz konusudur. Hep doğaya, insana ve topluma dokunup durmuşumdur ince bir duyarlık içinde. Yani bir yaranın kenarlarında parmaklarımı gezdirir gibi, gönlünü alır gibi bir çocuğun. Ürkütmeden, korkutmadan…Durum böyle olunca, okurların “Acılar Yurdumdur” daki şiirlere saf bir duyarlıkla yaklaşmalarını isterim. Önceden tasarlanmış “hazır kalıp” düşüncelerle değerlendirmelerini, sırlanmış yargılarla varmalarını istemem. Böyle bir tutum içinde yaklaşan okurlarım, benim şiirlerimden tad alamazlar.”

Bulut Ozanın sevdiği, etkilendiği şairdir Behçet Necatigil…Ona adaması bir şiirini, doğaldır elbette.

kendi ellerimle su versem

yoldan geçen çocuklara

yenileyebilirler mi gökyüzünü

acaba Evler

ey mısır püskülündeki böcek

yavrusunu suya alıştıran ceylan

sesini biriktirebilir mi ozanın

Eski Toprak

ne kadar tozlaşsa da

çiçeğinin kurusunu düşürmemiş

caneriklerin tadını taşıyor

Yaz Dönemi

artık En- Cam

ne kendiliğinden akan bir su

ne de uysal bir kuş boynu

sadece yaldızlı bir çerçeve içinde

acılar saklayan bir yüz

güneş bir gurbekçi gibi

çekip gitse sılasına

kuşlar yüzleriyle ağlar

Bile-Yazdı’da

Hilmi Yavuz’u dinleyelim yine : “ Bulut’un ölümü ‘saçma’ olabilir, ama yaşamı öyle değildi hiç. Şairlerin yaşamı anlamsız ya da saçma olabilir mi? Bulut, yaşam’ın, Doğa’nın ta kendisiydi. Her şeyi , Akdeniz’in Doğası’yla Kültürü arasında ayırt edici bir sınırın çizilemediği ( O, öyle düşünüyordu) bir bütünselliğin içinden alılmıyordu. O denli çok öykü biliyordu ki. İnanılmaz bir yerel sözdağarı vardı : Mendile ‘yağlık’ dendiğini ‘küncü’nün susam, ‘dökkü’nün bir tür sahil kekliği olduğunu Bulut açıklıyordu bize. Neredeyse bütün bir Akdeniz bitki örtüsünü, bitkilerin ve çiçeklerin adları, özellikleriyle , bir bir sayabilirdi. Bulut, şiirlerinde de her şeyin en güzelinin, en iyisinin, kendi deyimiyle ‘bizim oralar’da olduğunu söyler.Bulut, şiirinin özünü hep ‘bizim oralar’dan aldı; ‘bizim oralar’ın ağacından, kuşundan, kendi deyimiyle ‘otundan burcundan’ üretti şiirlerini; ‘ılgın ağaçlarının duruşundan hayatına ve şiirine bir şeyler’ katmasını bildi. Alnı, ‘ sarp bir kayalıktı’ onun.”

Sözlerin mendille sarılıdır

Çocukların birsahan göğsü gibi

Gittikçe güzelleşen çeneleri

Hayatımıza sığınan dünyaya

Benzeyeli beri

Her su denizine

Kendi renginin içinden akar

Bir de benim sesimin altından

Oysa benim yanımda şu anda

Ne bir deniz var ne bir su

Ne de iimi dökebileceğim

Tanış biri

Yiğitliğine bir diyeceğim yok

Ey omuzlarıma dokunan hayat

Ama sevda bahsinde kurban

Biraz temkinli davran

Çünkü aşkı en güzel

Bizim oralılar işler

Ürgüp. 8 Ağustos 2013ABDÜLKADİR BULUT : AKDENİZ’İN, TOROS’UN OZANI

Dr Emrullah Güney

Yolum düşünce Anamur’a

Havalar yağar eser de olsa

Elini kulağına götürerek

Uzunhava çeken köylüleri

Dinlemeliyim mutlaka

Yolum düşünce Anamur’a

Göğüs kılları yenice yürümüş

Mısır sulayan delikanlılarla

Ayaküstü bir şeyler konuşmalıyım

Tarlalara akan sulara

Bakarak

Yolum düşünce Anamur’a

Kökleri dahi sökülerek yakılan

Ilgın ağaçlarının duruşlarından

Bir şeyler katmalıyım hayatıma

Abdülkadir Bulut 1943’te Anamur çayı koyağındaki Akine köyünde doğdu. Toros’un Türkmeni…Akşehir (Konya) Öğretmen Okulu’nu bitirdi. Eğitimci oldu; köy çocuklarını eğitti. Anamur’da, Kırıkhan’da , İstanbul’da görev yaptı. Torosların otunu, burcunu, kuşunu, insanını ve onun destanını, yaylanın çiçeğini, börtü böceğini , Yörüğün kara sevdasını, ağıtını, yakımını, türküsünü şiire döktü.

“ Sanata ilgim bir hurma ağacının yaprakları arasında unutulmuş, Varlık yayını “Dede Korkut” kitabıyla başladı. Öğretmen Okulunda şiire başladım. İlk şiirlerim Varlık’ta çıktı. Bir süre şiirden eli eteği çektim. 70’e doğru yeniden başladım. Milliyet Sanat Dergisi’nin açtığı “1974’ün En Başarılı Genç Şairi” yarışmasında ödül aldım. Sen Tek Başına Değilsin, Kahveci Güzeli adlı şiir kitaplarım var. Üveyikler Göçerken adlı çocuk romanım da çıktı. 1981 sonlarında yayımlanacak “Yakımlar” adlı soyu tükenmekte olan bir kültür ögesi üstüne bir şiir kitabım daha var. (Konur Ertop. Varlık. 192 ocak.892. 20. İstanbul).

Frenk incirleri her zaman

En verimsiz topraklara

Ve bir de sevgilim

Sınır aralarına dikilir

Aynı köylüler gibi

Akdeniz’in

Ve dikenli iri incirleri

Keçi ve koç boynuzundan saplı

Bıçaklarla kesilerek alınır

Yumuşacık sırtlarından

Şaşılacak bir yanı yok

Ha Frenk incirleri Akdeniz’in

Ha ekmeklerini elleriyle

Tavlayan insanları

Cemal Süreya O’nun için ne demişti: “Her şeyi bir türkü tadında eritiyor. Yerel görünümlere, durumlara dayanıyor. Ordan soylu imgeler yaratıyor. Kasabalı bir Lorca. Her şiirinde şiir var.” Cemal Süreya’ya bunu söyleten nedir? O denli çok şiir var ki, içinde şiir olmayan; şiirimsi bile denilemeyecek şiir taklidleri…Bulut ozan, ol nedenle iyi şiir , soylu şiir yazmıştır; Bulut ozanın her şiirinde şiir olması bundandır.

Bulut ozan, ülkesinin şiir atlasında Anamur’dan olduğu denli Silahtarağa’dan da ses verir. Yurt coğrafyasının sonsuzluğunda, özgür göklerde kanat çırpar O…

Silahtarağa’dasın

Bakıyorsun Kağıthane Köprüsü’ne

Sarmış tam yüzük yerinden

Haliç’in kuzeye bakan kolunu

O yüzden öyle görünüyor

Sarılı bir parmak gibi

Haliç’in kuzeye bakan kolu

Saklı değil yüzün

Alabildiğine gür ve açık

Az önünde kurulan halaydan

Patlamak üzere hep birden

Bir Refahiye türküsü

Silahtarağa’dasın

Madeni seslerin çarptığı yerlere

Direniş sözcüğünü yazıyorsun

Bir tas su sunar gibi

Eski bir dostuna

Bulut ozanın her şiirinde coşkun, sevecen bir anlatım açık seçik görülür. Pastoral bir senfonidir onlar. Yer yer öfkeli de olsa, zulme karşı koysa da , haykırsa da, liriktir O’nun şiiri…

Akıp giden sulara sır vermeyi

Boynu eğilmiş çiçek saplarıyla

Ülkemi karşılaştırmayı sık sık

Elleri koynunda hayatlarını anlatan

Çocuklardan öğrenir oldum.

Elleri koynunda çocuklardan öğrendim

Kargı çiçeklerinin tozlaşma zamanını

Yuva zamanını deniz kırlangıçlarının

Ve hayatın yıllar sonra bir gün

Yağmurlu bir günün akşamına

Yolcu olacağını

Adım gibi biliyorum ki o gün

Kar yağacak yollara gecenin altından

Sevdamı örtecek, bir de ayak izlerimi

Oysa benim sevdamı örtebilecek

O denli çok beyazlık var ki dünyada

Bulut, ülkesinin şiir atlasında Şarkışla’yı da, Eruh’ u da, Alibeyköy’ü de, Cilo Dağlarını da yerli yerinde değerlendirmiş…

Sözünü balla kestim adaş

Kaynağında vermek için el ele

Omuz omuza ve de baş başa

Hep birlikte atmak adımı

Topraktan pamuk çıkar gibi

Bir gün hep birden

Bir gün demek güzel şey

Boğuk bir sesimiz olsa bile

Gene de bağırmak ve yürümek

Sonra silmek alınterini

İşlemeli yağlık ile

Sözünü balla kestim adaş

Çok benziyor su başlarına

Senin öfkeyi taşıyan alnın

Bir de onur veren yumruğun

Bu yüzden vermek el ele

Ve dil dile

Alibeyköy’de yaşarken hep Anamur’u özler Bulut. Yakar kavurur bu özlem onu. Peki, niçin Akdeniz kıyılarında değil de, oradadır? Hilmi Yavuz anlatıyor: “Bir insan, bir şair nasıl bu denli yerel kalabilir? Abdülkadir Bulut, büyük kente, İstanbul’a, sanki onu olumsuzlamak için gelmiş gibiydi. Anamurlu bir Türkmen’di o, ve hep öyle kaldı. Üstelik her şeyi yerel olana indirgeyerek, sanki hiçbir ayırım yokmuş gibi yazarak. Salt yazarak değil, öyle düşünerek yaşadı Bulut.”

Üç yıldır Alibeyköy’deyim

Sabahları yağan yağmurlara

Karışarak başlıyorum her şeye

Şiire, aşka ve arkadaşlığa

Üç yıldır Alibeyköy’deyim

Gözlerimle görmesem inanamam

İşçi ve köylü çocuklarının

Kalem tutuşlarına bakarak

Değişiyor dünya

Üç yıldır Alibeyköy’deyim

Her tanrının günü

Ketsek boylu Boşnak kızları

Yüzlerini kaçırarak geçerler

Caddelerden ve önümden

Üç yıldır Alibeyköy’deyim

Taş aralarına sıkışıp kalan

Zeytin köklerini andırıyor

Hayat burada

Sonra üç yıla iki daha eklenir; beş yıl olur. Özlemler giderek daha da büyür. Başları yarpuzlu sulardan içmek ister avuç avuç. Dağ kokusuyla yüklü suların başında durup seyretmek ister.

Önümüzdeki eylül başına

Parmak hesabına vursam

Tam beş yıl olacak

Dalında ayrılmış nardan

Ve başları yarpuzlu sulardan

Yani Anamur’dan ayrılalı

Eğer bu kış kar yağarsa

Ve dünyanın bütün kuşları

Yuvalarını taşlara yaparsa

Beşi bitirip altıya basacak

Önlerine şubat geceleri

Elma ve selvi dikilen

Üstü tenekeli evleri göreli

Yani Alibeyköy’e geleli

Bulut ozan 1971’de dama düşer. Öyle çok da şikayetçi değildir halinden, ahvalinden…Bu da yaşamın bir gerçeğidir ne de olsa. İçerde , dışarının özlemini şiirleştirir.

Dışarıda

İlk suyu verilmiş olmalı

Pamuğa, sevdaya ve tütüne

İçerde

Koyacak hiçbir şeyim yok

Sigara ve çakmağımdan başka

Yastığımın altına

Şimdi portakalların ötesinde

Kurduyla, kuşuyla Toroslar

Yatmış olmalılar sırtüstü

Oysa beride ben

Çok özledim eşi dostu

1973 Türk Şiiri’ni değerlendiren Dr Ceyhun Atuf Kansu, Bulut Ozanın şiirleri için “ su yumuşaklığında “ benzetmesini uygun görüyor…Salah Birsel de “Bulut’un şiiri daha yeni yeni güçlenmekte ”, diyor.

Ve o nar ağacında hüzün

Çok eski bir av sabahıdır

Bazen yüzümü ağarttığım

Sevecensiz

Güneş yorulur bir ürpertide

Güzleri yangınlıdır çünkü

İner elimin duyarlığına

Ceza bularak ülkeme

Yani bozuk bir nice gecede

Kaçmam uzun bir çağrışımdır

Vururken göğsüme korkum

Büyük atımla

Ozanımızın şiiri doğadan besleniyor ; besinini topraktan alıyor.; gıdalanıyor. Muş gibi, Urfa gibi yurdun iki diyarının adı geçiyor burada…

Yeni bir şiire başlıyorum

Tohum atar gibi toprağa

Vurur gibi maden kazmasını

Dağın dibine

Yeni bir şiire başlıyorum

Üzümün ve tütünün tarihini

Ve de nar ağaçlarının hünerini

Bulmak için Muş’un oralarda

Yeni bir şiire başlıyorum

Çünkü adağı yok yağlığın

Acılar da yazılır bir gün

Dibek taşlarına

Yeni bir şiire başlıyorum

Şafak Urfa’ya benziyor biraz

Biraz sevdama ve akranlarıma

Çünkü şiir de iz sürer

Hilmi Yavuz O’nun için diyor ki: “ O, yerelle evrensel arasında sanki hiçbir ayırım yokmuş gibi yazdı. Ben O’na Anamurlu Ezop diyorum. Alnı sarp bir kayalıktı O’nun.”

İnsancıl sevgi çiçeği çocuk, öğretmenine soruyor, yunmuş arınmış sözlerle…

Öğretmenim

Sınırdaki dikenli tellere

Neden hep eşek arıları

Yuva yapar da

Kuşlar yapmaz

Bir de öğretmenim

Şaştığım bir şey daha var

Dünyanın bütün çocukları

Madem ki canciğer kardeştir

O halde neden her ülkenin

Ayrı ayrı bayrağı var

Bir tane değil

Tüm aydınlar gibi Ozanımız da kitaplara düşkün. Kitap ağaçla benzeşiyor şiirde…

Seni çok seviyorum

Kapağı solgun kitap

Başkasına yaptığın gibi

Benim de bilgi kulübemi

Güzel sözcüklerle yap

Bir de fidan dik n’olur

Kulübemin ön tarafına

Su vereyim kendi elimle

Ve ağaç olduğu zaman

Salıncak kurayım dalına

“ Benim sanatımın kaynağı, gövdeleri acılardan, ağıtlardan, yakımlardan, öfke ve inançlardan oluşmuş bir halkın yaşantılarından fışkırmıştır. Baya bir su gibi, bir ter gibi. .. O yüzden ayaklarını uzatarak sepet ören birisi, tornanın sesine, karasına soluğu karışan bir başkası benim sürekli umurumda olmuştur. Onların titremeleri, dünyaya bakışları, düşleri bile beni oldum olası ilgilendirmiştir. Hakçası, şiirlerimden böylesine içli dışlı olduğum bir halkın öfkelerini, acılarını, kaygılarını, gülüşlerini, puslu günlerini çıkarırsanız geriye hiçbir şey kalmaz.”

1985 yılı ağustosunun 8’i…Günümüzden 28 yıl önce…Bindiği taşıttan düştüğü söylendi Bulut öğretmenin. Acaba ! Sürücüyle, yolcularla bir tartışma mı yaşandı içerde? Ne oldu, hiçbir zaman öğrenemedik. Silifke-Anamur arasında o güzelim , çıldırtıcı doğada , kıvrım kıvrım dağ yolunda ne oldu, neler geçti ? Bir anda yaşamdan koptu gitti bir şiir ustası, bir güzel insan…Bulut Ozan’ı sevenlerce katlanılmaz , saçma bir ölüm . 42’inci yaşını sürerken…Bir güzelleme ustası için, bir Toros destancısı için pek erken bir ayrılış şu yaşanılası dünyadan…Ülkemizin şiir atlasında büyük bir boşluk … Alibeyköy, Anamur, Toroslar şiirsiz kalmıştır. Sennur Sezer diyor ki : “ O, alnımızdaki kırışıklardan biri artık. Buğday rengi şiirleri şiirimize katıldı. Eksik kaldı “yeni sözler, yeni türküler ve güzellikler…” Ama yurdumuzun şiir defterinde güneş yanığı bir sayfa olarak hep kalacak.”

Selam göndermişsin

Pazardan dönen köylülerle

Aldım bir ikindiüstü

Kollama suyunun başında

Elimde kürek boynumda yağlık

Diline sağlık

Şimdi evlerin avlularında

Kovasına tulumbadan su çeken

Boynu muskalı kadınlara

Çulhaki ceketi kolunda atılı

Ve elindeki adresten başka

Hiçbir şey sormayan delikanlı

Acaba ne taşır göğsünün altında

Dünyaya dair

Gördü mü ola şehirden çıkarken

Naylon leğenlerde yıkanarak

Duvar diplerinde çömelen

Ve küçücük başlarındaki saçları

Bir mısır püskülünü andıran

Çakır gözlü çocukları

“ Benim şiirlerim toplumsal sorunlarla ve yaşantımla iç içedir. Toplumsal sorunları verirken ya da yansıtırken bir bakıma kendi yaşamımı aktarıyorum zaten. Çünkü benim yaşamım zaten toplumun en kızgın ve aydınlık yerinin bir parçası olmuştur. Yaşamı böylesine toplumun en kızgın yeriyle haşır naşir olmuş birisinin şiiri , elbette ki “dal yaprak” ve “sera” şiiri olmayacaktır. Elbette ki, elinde sefer tasğ sabahı aralayarak yürüyen birisinin yanında yer alacaktır. Onun düşüncelerinde, duygularında ve istemlerinde sıkılı (saklı?) olacaktır. Bundan daha doğal ne olabilir ki !

Toros köylüsü ağıta yakım der. Bulut ozan, ay batarken canına kıyan bir genç kıza ağıt yakar.

ağıtlara tutulmadan civan ömrün

ay böyle pusmazdı bulutların içine

yavrusuz konmazdı anaç kuşlar

kuyuların ıslak bileziklerine

oysa şimdi karlı göğün altında

her kuyunun taştan bileziği

gecelere beyaz bir ıslaklık uzatan

sanki karanlık bir su ağzı

suların ağzı taştan bilezik

yüzüm şaşkın huylarım ezik

oysa şimdi iğneliğin üstünde

sarkıtmış da başını koyun çiçeği

bir yanında Kelamı Kadim

bir yanında yol önceği

artık yok omuz başlarında

ne bir toka, ne bir uykuluk

onun için bana dulda görünür

ayın battığı ufuk

gittiğin yolları ay bastı

feleğin neydi sana kastı

Bulut ozanda Aatürk sevgisi duru, içtendir. Mustafa Kemalce şiirinde O’nu dillendirir.

ve bir Erzurum sabahında

uzun bir savaşı düşündüm

Mustafa Kemalce

büyüdü ellerim ve gözlerim

Sakarya’nın doğu yakasında

dağda bir geyik gibi

o zaman çizdi Seddülbahir’i

alaca şekillerde Mustafa Kemal

savaş haritasına

sonra barut kurşun ve kan

bir nice güneşi çağırdım

Mustafa Kemal’ın otağına

“ Acılar Yurdumdur kitabım benim dünyanın üstüne üstüne kanlı bıçaklı değil de, tutarlı bir biçimde gittiğim dönemin şiirleridir. Onları son yılların içinden sağdım cığış cığış. Bu şiirlerde bir doğa buluşması , bir insan buluşması ve bir toplum buluşması söz konusudur. Hep doğaya, insana ve topluma dokunup durmuşumdur ince bir duyarlık içinde. Yani bir yaranın kenarlarında parmaklarımı gezdirir gibi, gönlünü alır gibi bir çocuğun. Ürkütmeden, korkutmadan…Durum böyle olunca, okurların “Acılar Yurdumdur” daki şiirlere saf bir duyarlıkla yaklaşmalarını isterim. Önceden tasarlanmış “hazır kalıp” düşüncelerle değerlendirmelerini, sırlanmış yargılarla varmalarını istemem. Böyle bir tutum içinde yaklaşan okurlarım, benim şiirlerimden tad alamazlar.”

Bulut Ozanın sevdiği, etkilendiği şairdir Behçet Necatigil…Ona adaması bir şiirini, doğaldır elbette

kendi ellerimle su versem

yoldan geçen çocuklara

yenileyebilirler mi gökyüzünü

acaba Evler

ey mısır püskülündeki böcek

yavrusunu suya alıştıran ceylan

sesini biriktirebilir mi ozanın

Eski Toprak

ne kadar tozlaşsa da

çiçeğinin kurusunu düşürmemiş

caneriklerin tadını taşıyor

Yaz Dönemi

artık En- Cam

ne kendiliğinden akan bir su

ne de uysal bir kuş boynu

sadece yaldızlı bir çerçeve içinde

acılar saklayan bir yüz

güneş bir gurbekçi gibi

çekip gitse sılasına

kuşlar yüzleriyle ağlar

Bile-Yazdı’da

Hilmi Yavuz’u dinleyelim yine : “ Bulut’un ölümü ‘saçma’ olabilir, ama yaşamı öyle değildi hiç. Şairlerin yaşamı anlamsız ya da saçma olabilir mi? Bulut, yaşam’ın, Doğa’nın ta kendisiydi. Her şeyi , Akdeniz’in Doğası’yla Kültürü arasında ayırt edici bir sınırın çizilemediği ( O, öyle düşünüyordu) bir bütünselliğin içinden alılmıyordu. O denli çok öykü biliyordu ki. İnanılmaz bir yerel sözdağarı vardı : Mendile ‘yağlık’ dendiğini ‘küncü’nün susam, ‘dökkü’nün bir tür sahil kekliği olduğunu Bulut açıklıyordu bize. Neredeyse bütün bir Akdeniz bitki örtüsünü, bitkilerin ve çiçeklerin adları, özellikleriyle , bir bir sayabilirdi. Bulut, şiirlerinde de her şeyin en güzelinin, en iyisinin, kendi deyimiyle ‘bizim oralar’da olduğunu söyler.Bulut, şiirinin özünü hep ‘bizim oralar’dan aldı; ‘bizim oralar’ın ağacından, kuşundan, kendi deyimiyle ‘otundan burcundan’ üretti şiirlerini; ‘ılgın ağaçlarının duruşundan hayatına ve şiirine bir şeyler’ katmasını bildi. Alnı, ‘ sarp bir kayalıktı’ onun.”

Sözlerin mendille sarılıdır

Çocukların bir sahan göğsü gibi

Gittikçe güzelleşen çeneleri

Hayatımıza sığınan dünyaya

Benzeyeli beri

Her su denizine

Kendi renginin içinden akar

Bir de benim sesimin altından

Oysa benim yanımda şu anda

Ne bir deniz var ne bir su

Ne de içimi dökebileceğim

Tanış biri

Yiğitliğine bir diyeceğim yok

Ey omuzlarıma dokunan hayat

Ama sevda bahsinde kurban

Biraz temkinli davran

Çünkü aşkı en güzel0

Bizim oralılar işler

Ürgüp. 8 Ağustos 2013