ALACA KARANLIK KUŞAĞI VARLIKLARI VE YAŞANMIŞLIKLAR

Cam gibi hava, dışarı iyice kuru ayazını almış. Beyaz karanlık bazı evleri hüzünlü gösteriyorken bazılarıysa bam başka durduruyor. Şapkalı peri bacaları kadim büyücülerin hafif kambur duruşunu sergilerken, şapkasız peri bacaları sonradan açılmış kaya damlarının içinden mum ışığı sızdırıyordu. Erciyas dağı adeta ben bunların ağa babasıyım diyor ve doğu ufkunda muhteşem duruşunu sergiliyordu.

İnsanlarla beraber yaşayan evcil hayvanlar rahat ve kuytu köşelerinde tok bir şekilde ayaz geceyi karşılarken; Tilkiler, kurtlar, tavşanlar için zor saatlerdi. Tilkinin böyle havalarda ağladığını bilmem hiç duydunuz mu? Yabanıl hayvanlar için ayazlı gece özgürlüklerinin bedelidir diyelim.

Soğun taş evlerin kalın duvarlarından yada toprak örtülü ve hezenli damlardan sızıp nsanlara ulaşması zordu. Soba henüz yoktu yada buralarda yoktu lâkin ocak ve tandır hep olmuştur. Közü taşıyacak mantızlar kullanılırdı. Taş evler ısındığı zaman kolay da soğmazdı. Kapılar yorgan vaari bir örtüyle kapatılırdı ki, ısı yalıtımı yapardı.

Sohbet mekanı olan iskemleler mantızla ısıtılır, oturanlar yorgana sarılır, ısı tabandan geldiği için üşümek mümkün değildi. Hem de dışarda ayazın en babası olsa dahi yegane sıcak yerlerden biriydi.

Kahveler, sedirler ve dahi nice mekanlar olsa da sohbetin esas mekanı burası idi. Masalların en kralı anlatılırdı. Maceralar, anılar, savaşlar…Yazısız tarih yeni nesillere duyurulmaya başlanırdı. Dinleyiciler kuru meyveler, evin kendi ürünleri olan çerezlikler eşliğinde Ana ninelerin o güzel anlatımıyla dinlerlerdi. O günleri ben görmedim. Annem rahmetli o günleri görmüş. Abdi Bayırındaki evlerinde Anneannem rahmetli mahallenin gelinlerine “Ahmediye “ İsimli Akaid kitabı okurmuş. Yeri gelmişken Anneannem hem eski yazıyı hem yeni yazıyı okuyup yaza bilen bir insandı.

Geçmişe ait kısa bir tasfirden sonra yazısız tarihimizde en çok yer tutan konulardan biri olan Alaca karanlık kuşağı yani; Cinler, kara basanlar, Al basan, sarı kız, periler, sırlar, büyüler ve dahi anlatamayacağımız bir çok konularmış. Üstelik bu konular hikayeleştirilip anlatılmaktaymış ki, sonuna ibretlik bir ders verilsin. Üç harfli hikayeleri beklenen heyecan olurmuş, yaşanmışlıkları insanları hem korkutur hemde meraktan çatlatırmış. Korku ve merak duyguları adeta savaşırmış ve merak galip gelse de, son hakim gelen duygu devamlı korku olurmuştur.

Korku kişisel fobiler oluşturduğunda niçe babayiğitler korku terleri dökermiş. Korkusuyla tanınana da toplum şaka yapmadan duramazdı. Bunları da sizlerle paylaşmak isterim. Bu tür korkular insanlar yalnızken gelirler. Her karanlık bir sır saklar. Cinlerin nerelerden çıkacağı belli olmaz. Hatta öyle bir hal gelirki insan evhamlanır, evhamlandıkça çoğalır. Birde esti taş evlerin birçok karanlık noktası var. Hadi git şırahneliden bir üzüm turşusu getir. Yada dam kapıdan bir bağlayım çubuk getirde tandır harlanı versin.

Bu durum aslında büyüklerin işiine biile geliyordu. İpsiz urgansız çocuklara sınırlar çiziliyor, lafsız sözsüz metameli yerlere gitmeleri de önleniyordu. Örenler, koruluklar, mezarlıklar akşam olduğunda zaten başka elbiselerini giyiyorlardı. Avrupa tarıhıne baktığımızda bizimle pek farkı olmadığı da görülmektedir. Oysa korkular çocklar büyüdüklernde de devam ediyor. Büyükler bunu bilmiyorlar mı?

Bu anlatılar eskiden yoğun bir şekilde anlatılırdı. Günümüzde bu durum pek kalmasa da korkutma görevini filmler almış gibi görülmektedir. Pekiyi bu ruhani varlıklar var mı? Evet var. Dünyaya dev bir gök taşının çarpma ihtimali de var. Yangınlar, seller ve doğal afetlerin yaşanma riskleri de var. Ha sonunda ölüm de var. Ne yapalım devamlı bunları düşünüp, kurup dünyayı bir sinir hastahanesine mi dönderelim? Bu konuyu büyü çözen ve cinlerle irtibatı olan biri ile konuşuyorduk. Filmlerden bahsettim, duyduklarımı söyledim. Adam sakince dinledi. Sonunda ; Bunlardan niye korkuyorsunuz, bu kısmı anlamadım. Demesi de bana oldukça sıra dışı gelmişti. Demek ki insan bilmediğinden korkuyor.

Ruhani varlıklar hakkında; Eski kitapları, dini kaynakları, günümüzde büyü yapma ve bozma işi ile uğraşanları, yıldız nameleri incelememizin yanında; Eski yaşanmışlıkları kısacası yazılı tarihi incelerken yazısız tarihimize de bakmamız gerekmektedir. Masalları da incelememiz geçmişle ilgili ip uçları sunacaktır. Kültürel güzel bir çalışma yapmanın yanında, masalınbitiş paragraflarında masaldan çıkartacağımız dersler de verilmektedir. Dinazor fosillerini gören insanlar efsanelerinde masallarında ejderhalardan bahsetmişlerdi. Hoş kendi gözümle gördüğüm Anadolu varanı da ejderhadan kalır bir yanı yoktu. Ağzından alev çıkartmasa da, dev bir çatal dili vardı.

İnsan özgür fıtrata sahip bir canlıdır. Günümüz çocukları çeşitli sosyal ve ailevi nedenlerle özgürlüklerinin kısıtlandığına inanıyorum. Bizler psikolojik kısıtlamalara maruzduk ama baş gelinmez bir merakımız vardı. Bu yüzden kendimi özgür büyüyen son nesillerden biri olarak kabul ederim. Hayat kombine bir yapı olduğu için bu anlatımlar konuyu destekleyecek inancındayım.

Biz konumuza dönelim. Cinin olduğu kutsal kitabımızda bize bildirilmiştir. Aynı şekilde diğer bütün dinlerde de bu konu işlenmiştir. Bu tür varlıkların da kendilerine özgü yaşam biçimleri, sosyalliği ve hiyeraşisi var olduğu sonucuna her sefer varıyoruz. Aynı alemde, farklı boyutlarda yaşıyoruz. Boyutların kesiştiği yerler, bilemeden onlara zarar vermemiz, çeşitli zararlara uğramamıza neden olmaktadır. Büyü konusu bunlara örnek teşkil eder. Yeri gelmişken; En sık gözlemlediğimiz büyü şirinliktir. Eşler arasını düzelteceği düşünülür. Bazı işgüzar eşler, eşine eşek dili yedirirmiş. Dolayısı ile ailede dominant bir yapıya sahip olacağını sanırlarmış. Bu netali işin daha nice türlerini görmüştüm. İnsanların büyüden cazıdan uçak durmaları kendi memfaaleridir. Bir beklentisi varsa Yüce yradan dan dua ve Kutsal kitabımızdan sureler okuyarak Allah’a sığının. İnanın en sağlam liman orasıdır.

İnsan oğluyla evlenen cinler dahi var. Böyle insanlar hafif meşrepten deliliğe kadar giden yolları var.

Yaşanmış bir örnek sunayım: Zamanında sayılan ve sevilen bir insan tımarhaneye yatırılmak zorunda kalınmış. Gençler arasında da onu ziyaret etmek, özlü sözlerini dinlemek bir gelenek haline gelmişti. Bu olayı bana nakleden vatandaşım da bu gruba dahil olup onu ziyarete gitmiş. O deli dediğimiz insanımız bakın gençlere ne demiş; “ Ben sizlerin paratöneriyim. Gördüklerimi göremezsiniz, yaşadıklarımı yaşayamazsınız. Hayatın tadını çıkartın, ben acısını çekiyorum.”

Başka bir yaşanmış örnek: Bir vatandaşım gençliğinde çobanlık yaparmış. Koyunlarını hep aynı örenlerde otlatıp, akşamda orada kalırmış. Ruhani varlıklar gözünün önünden, yanından gelip geçerlermiş. Onlar gelirken koyun köpekleri inleyip, korkudan kafasını sokacak yer ararmış. Bilinmedik yerlerden gelen grubun hep aynı mağraya girdiklerini gözlemlemiş. Nasıldılar dediğimde ise; sadece gölge idi. Karanlıkta da gölgelerdi. Demişti. Koyunlarını ve kendini devamlı o mağaradan uzak tuttuğunu söyledi. Onların bir zararına da uğramadığını ifade etti.

Şehir dışından bir arkadaşım gelmişti. Otantik bir lokantanın adını duymuş, bizde oraya yemek, yemek için gitmiştik. Duvardaki tablolar çok enteresandı. Tablolardaki insan resimlerinin kolları ve bacakları sökülmüş ağaçlara benziyordu. Bu konuyu araştırdığım gönlerdi. Mekanın sahibi olduğunu sandığım kişiye butablolardan bahsettim. Çok enteresan olduğunu söylemiştim. Çok sert bir tepkiyle karşılaşınca bende şaşırmıştım.

Efendim, cinler bir çok şekle gire bilir. İnsan, kedi, köpek, keçi, boğa vs. Oysa kendine has şekilleri aynı resimdeki gibiydi diye biliriz. En azından okuduklarım böyle söylüyor.

Birde Sarı kız vardır. Önceleri sadece Nevşehir’de ve o evde olduğunu sanırdım. Oysa bir çok memleketin sarı kızı varmış. Sarı kız bence peridir. Nevşehir’de bilmem kaç asırlık bir meşe ağacını koruduğu söylenirdi. Farklı kişilerden aynı anlatımları yeminle anlatmaları bu olayı doğrular nitelikteydi. Sonra o evde ikamet eden onca kiracı sarı kızın adını da duymamışlardı, sesini de duymamışlardı. Demekki sarı kız sırra kadem basmıştı.

Sarı kızın tarifini başka bir arkadaşım yapmıştı. Zira onu bizzati ve yakından görmüştü. Ankara istikametinden Nevşehir’e doğru araba getiriyorlarmış. Tan yeri ağarmaya yakın Aksaray sapağıını dönmüşler, bir çeşme başında hem su içmek hem uykularını ve yorgunluklarını atmak için durmuşlar. Tam o sırada az ilerideki kayanın üzerinde çırılçıplak kayanın üzerine oturup güneşin doğumunu izleyen sarışın bir kız görmüşler. Uzun saçları göğüslerini kapatan güzel bir kızmış. Hemen arkadaşına sessizce kızı işaret etmiş, görüp görmediğini sormuş. Evet o da kızı görmüş. Yavaşca arabaya binip, sessizce oradan uzaklaşmışlar. Sabahın soğunda üşümemesi, insanlara görülmesi veya onunda fark edememesi alaca karanlık kuşağında bir kesişim yeri değilmidir?

Al basan, Kara basan konusu vardır. Yaşlı kimseler, özellikle kadınlar oldukça ilginç hikayeler anlatırdı. Önceden büyük ihtimal yaşanmış olaylar, hikayelere ve masallara konu olmaktadır. Örneğin kara basanın Almanya’ da ki yaşanmışlıklarını bir Almancıdan dinlemiştim. “Foterli bir gölge gelir, uyuyan adamın kafasına otururmuş. Adamın yaşadığı olaylar bireysel olduğu için anlattıkları da gerçek dışı kabul edilir, akıl hastası muamelesi görürmüş. Ağır ilaçların da tesiri ile adeta sevenleri tarafından alaca karanlık kuşağına itilmiş olmuyorlar mı? Sadece yurmuzda değil, tüm dünyada buna benzer olaylar olmaktadır.

Al basan genellikle çocuklara ve bebeklere zarar verdiği söylenir. Bunun için bebekler pek yalnız bırakılmazdı. Ayrıca bebeğin yastığının altına gerekli sureler ve duaları yazıp hazırlayıp koyarlardı.

Al basanın boynundaki kolyeden bahsederlerdi. İşte o kolya Alaettinin sihirli lambasından farkı olmayan bir objedir. Zira o varlık kolyasini ala bilmek için ne istenirse yaparmış. Burada ta binbir gece masallarında geçen ilginç ve sevilen bir masalın gerçek hayattaki yansıması görülmektedir.

Aynı konuda yaşanmış bir olayı sizlerle paylaşmak isterim. Tüm bu bilgilere vakıf yaşlı bir kadına al basan zarar vermeye çalışır. Canıyla cebellen kadın al basanın boynundaki kolyeyi fark eder. Ani bir hareketle kolyeyi alı verir. Al basan sessizce ayakta durmaktadır. Yaşlı kadın; “Tüm neslimden uzak durmanız kayıdı ile kolyeni veririm.” Der. Kolyesini alan al basan ise kaybolup gitmiştir.

Alaca karanlık kuşağı hakkında araştırmalarımı derinleştirdiğim ve detaylandırdığım günlerdi. Akşam bir arkadaşımdan telefon almıştım. Bu arkadaşım üç harfli sakinlerle de alakası olan bir arkadaşımdı. Bana şu anda neyle uğraşıyorsun bilmiyorum ama o araştırmanı hemen durdur. Zira seni ziyarete geleceklerdi ben durdurdum. Yapma kardeşim tehlikeli sulardasın demesi beni korkutmakla kalmadı ve araştırmalarımı bıraktım.Detay konuları sizlerle dahi paylaşamam. Zira hem unuttum, notları attım. Korkunun bedeni sarmasına müsaade etmemeliyiz.

Alaca karanlık kuşağı bizim coğrafyamızda hep anlatıda kalmıştır. Bazı korku filmlerini izlemiştim. Hep bireysel psikolojiye yönelik olduğnu görmüştüm. Tabi bu arz talep meselesidir, kazanma meselesidir. Aynı heyecan içinde küresel ısınma ve çevre hakkında da filmler yapıla bilir diye düşünüyorum.

Bizzat kendimin yaşadığı olayları da sizlerle paylaşayım. Kültürümüz bu gibi yaşanmışlıkların gizli kalması gerektiğini de söylese, kayıt olayı hem tarih hem halk bilimi adına ufakda olsa bir belge niteliği olacağına inanıyorum. Bu konu birde yakası açılmamış bir konu olduğu için bence önem arz ediyor.

Şeker hastalığı için Devlet hastahanesine gitmiştim. Şeker yüksek çıkınca beni hastahaneye yatırdılar. Tedaviye hazırlanırken bir telefon geldi. Sık görüşmediğim bir medyum olarak bildiğim ablam beni aradı. Geçmiş olsun şu anda hastahanede yattığını da biliyorum. Oysa bilmesi mümkün değildi. Ben şok olmuştum. Bana bunları bile bildiğini söyledi. Bazı sıra dışı hikayelerini de dinlemiştim. Kahve falı içinde, ben yüzden okuyorum demesi de sıra dışı bir olaydı.

Başka bir olay: Uzunca zamandır görmediğim bir arkadaşımla karşılaşmıştım. Yanında 4-5 kişi vardı. “Vay dostum nasılsın.”Diyecek oldum. Bana Bahadır lütfen bana yaklaşma dedi ve yanındakilerle oradan uzaklaştı. Benim garibime gitmişti. Sonra onun ölmüş olduğunu da öğrendim. Birkaç hafta sonra küçük kardeşiye karşılaştım. O na ağbeyini sorduğumda bana onu kaybedeli (Öldü) iki yıla yakın oldu demesi beni gerçekten şok etmişti. Düşüne biliyormusunuz öleli iki yıla yakın bir zaman geçmiş ve onunla yolda karşılaşıyorum. Bana adımla hitap ediyor. Yanındakiler kimdi acaba? Demekten de kendimi alamıyorum.

Başka bir olay: Akciğer kanseri olduğunu duyduğum ve ağabey diye hitap ettiğim bir tanıdığımla eski Adliyenin önünde ışıklarda karşılaşıyorum. Yarım saate kadar sohbet ediyoruz. Lacivert bir takım giymiş. Beyaz mintan, kırmızı kravat ve ceketinin döş cebinde yine kırmızı bir mendil. Saçı uzamış, hafif sakalı ile yakışıklı bir görüntü sergliyordu. Ağabey senden için hasta diyorlardı. Geçmiş olsun. İyi oldum Bahadır. Baksana saçlam bile geldi. Akciğer kanserini yendim.

Aradan bir hafta bile geçmemişti. Ortak tanıdığımızla karşılaştığımda bak falanca ağabeyimiz kanseri yenmiş. İyi olmuş dediğimde; Sen ne diyorsun o öleli beş yılı geçti…. İnsan ister istemez şok oluyor. Arkadaşımda euzu besmele getirmişti.

Bazı çizgi filmler izleriz. Çok küçük cücelerin, örneğin şirinlerin çizgi filmelerini izleriz. Aynı olay Acıgöl kırsalında bir vatandaşımız tarafından bizzati olarak görülmüştü. Tavşan, kedi, küçük cins köpekler tavuklar gibi hayvanları binek olarak kullanan cücelerin kahkahalar atarak gittiklerine şahitlik yaptı.

Tüm bu yaşanmışlıklar bizlere dünyada yalnız olmadığımızı göstermektedir. Alaca karanlık kuşağının tek düze bir yapı olmadığını da göstermektedir. Bu varlıklar çok değişik ırklardan yani çeşitlilikten oluştuğunu göstermektedir. Bir ayet aklıma geliyor: Zaman içinde zaman yaratmak, mekan içinde mekan yaratmak yüce yaradanın kararı ve uygulamasıdır diye biliriz. Onsekizbin yada yirmi bin alem yarıtıldığı hem alemlerin büyüklüğü hem Yüce Allah’ın büyüklüğüdür.

Dünyamız sırlarla doludur. Hayatların hızlanması kadim bilgilerin unutulmasına da neden olmaktadır. Esas bitkilerle uğraştığım için bir çok bitkinin zaman içinde unutulup gittiğine bizzat şahidim.

Makalemde geçen varlıkların kendi içlerinde sosyal düzenleri ve hayat disiplinleri olduğuna inanıyorum. Günümüzde eskisi kadar görünmese de, belki bizlerle beraber, bizlere tanınmadan yaşıyorlardır. Boyutları farklı olduğu için her cümle kendisini yaşıyordur. Bazen eksen kaymaları, büyücüler, büyü çozenler, yıldızname bilenler eksenlerde birleşme sağlıyorlardır. Bizlere zarar vermek gibi bir çaba içinde olduklarına da inanmıyorum. Zira bizi de Allah yarattı. Belki kendimizin dahi bilmediği koruma çemberlerimiz vardır.

Çok geniş bir yelpazeye sahip bu konu halk kültürü olarak algılanmalıdır. İsimlerden hiç bahsetmedim. Gerçek yaşanmış olaylardan derledim. Hepinize sağlık dolu günler dilerim.