Anlaşıllmak

 ANLAŞILMAK
  İnsanoğlu yaratılışı gereği  çevresi ile birlikte yaşama eğilimindedir. Bu birlikteliğin altında yatan temel  hususlardan biri de  anlaşılma isteğidir. Her sorduğu ‘’Beni anlıyor musunuz?’’ sorusunun ardında yatan temel niyet anlaşılmaktır. Her insan başta ailesinin, arkadaşlarının ve çevresindeki diğer insanlar tarafından anlaşılmak ister. Bu nedenle birinin çıkıp ‘’evet,seni anlıyorum ‘’ demesi  ona büyük bir huzur verir.
  Anlaşılmak her insan için su ve hava kadar gereklidir.  Kimi zaman nefes almaktan daha ötedir. Öyle ki sadece bedenin değil,  vicdanın rahat, gönlün huzurlu ve ruhun sağlıklı olmasına da sebep olur. Anlaşılmak, uzaylı olmadığınızın, karşınızdaki  insanlarla aynı gezegende yaşadığınızın  bir delilidir.  Rahatlatır ve güven verir. Bir bakıma onaydır. İnsana dinginlik sağlar. Bu dinginlikler  nice duvarların yıkılıp köprülerin kurulmasını sağlar. Bu yüzden ,bencilleşmenin arttığı, insanların birbirini umursamaz olduğu  ve iletişimlerin sekteye uğradığı bu çağın olmazsa olmazlarındandır.
   Anlaşılmak, o kadar da zor değildir: Anlaşılmak  için kişinin kendini tam anlamıyla çok iyi ifade edebilmesinin yanında karşı tara­fın anlama ve algılama yeteneklerinin çok gelişmiş ol­ması gerekir. Empati ve samimiyet ise olmazsa olmazlardandır. Bunların kalitesi yüksek  olduğu takdirde anlaşılma işi kendiliğinden ve sıkıntısız bi­çimde zaten  gerçekleşecektir.  İnsan sadece kelimelerinden değil, bakışından, gülümseyişinden ve ses tonundan da anlaşılır. Bu fırsatlar iyi değerlendirilmelidir. Çünkü nice insanlar vardır ki,  dilinden dökülenler anlaşılamadığı için boğazına düğümlenenlere birlikte  aranızdan ayrılmıştır. Anlaşılmayı bekleyen insanlar  biraz da, dünyanın gidişatı hakkında düşünen, olayları kavramış ve bu doğrultuda kendini donatarak  bunu insanlığa aktarmayı seçmiş kişilerdir. Sokrat’ı ve Hallac-ı Mansur’u hatırlayın. Onlar anlaşılamadığı için  birine zehir sunulurken diğeri darağacına çekilmiştir.
 Anlaşılmamak ise, insanı en derin acılara salan bir olgudur. Kasvetli ve sıkıntılı bir haldir. İftiraya uğramak yada haksızlığa mahkum olmak gibidir. Sweig  ne güzel söyler :’’Az anlamak ters anlamaktan iyidir.’’ Öyle ki, kişinin içinde kaynayan arzu ve istekleri, içinden geldiği gibi aktarmaya çalışırken anlaşılamaması ona büyük bir ızdırap verir. Kimin içinde anlaşılamamak bu bir ukte olarak kalır. Anlaşılmamaktan muzdarip olan Kafka bir mektubunda şöyle diyor ; ‘’..Ormanda yolunu kaybetmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun ne de ben seninkileri ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcaktır ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bile bilirsin…’’
  Kendimize yaklaşılmasını ve anlaşılmasını istediğimiz şekilde  başkalarını  da anlamaya çalışmalıyız. Fakat kimi insanlar vardır ki, anlatmak istemez ama anlaşılmak ister. Küçük bir çocuk gözyaşları ile ve  bir ihtiyar yüzündeki çizgilerle ister bunu. Çünkü onlar için anlaşılmak sevilmenin en değerli işaretidir. Anlaşılmak isteyenlerin bu anlaşılma işaretlerine  dikkatle eğilmesi, herkesi kendi kimliği ve kişiliği ile yoğrulduğu çizgide anlamaya gayret etmesi gerekir. İşte o zaman  insanlar kitap okur gibi birbirlerini raflardan indirip okuyarak anlayacak ve anlaşılacaktır. Aksi halde şu var ki , yanlış anlaşılmak hiç anlaşılamamaktan daha çok yaralar !