ARKADAŞLARIN SELAMI VAR

ARKADAŞLARIN SELAMI VAR

1930’larda genç Cumhuriyet’in başkenti Ankara büyük bir köy özelliği göstermektedir.  Kale çevresinde mahalleler yer alır. 30 yıl önce buraya ulaşmış trenin son durağıdır. Gar ile arada TBMM ve Ankara Palas Oteli vardır. Ulus ile Çankaya arasında Vekalet binaları yeni yeni yapılmaktadır. Sefarethaneler  güzel bahçeler içinde dikkati çeker.. Polonya, SSCB  Almanya, Avusturya, Belçika Sefarethaneleri… ABD, Lozan’ı tanımadığı için İstanbul’daki sefarethanesini ancak 1927’de  taşımıştır Ankara’ya. Şair Yahya Kemal Beyatlı da mebus olarak Ankara’da yaşamak zorundadır. İstanbul aşığı Üstad için Ankara günleri cehennemde yaşamak gibi olmalı. Gazeteciler soruyor. ‘’Ankara’nın nesini seversiniz. ? ‘’Zekice bir yanıt : ‘’ İstanbul’a dönüşünü. ‘’

Başkent, Cumhuriyet’i koruyup kollayacak eğitim kurumlarını yıl yıl etkinleştirmektedir. Hukuk Mektebi açılır; bu okul Mecelle’yi değil yeni rejimin çağdaş yasalarını uygulama alanına koyacak savcı ve yargıçları yetiştirecektir. Konservatuar açılır. Konya’daki Musiki Muallim Mektebi Gazi Terbiye-Pedagoji Enstitüsü adıyla başkente taşınır. Erkek ve kız sanat enstitülerine öğretmen yetiştiren yüksek okullar açılır. Klasik edebiyat fakültesine benzememesi istenen DTCF öğrenci yetiştirmeğe, araştırma yapmağa  başlar. Fen Fakültesi ve Tıp Fakültesi açıldıktan sonra artık Ankara Üniversitesi eğitim tarihimizdeki yerini alır.

Bir köylü  binbir ulaşım zorluğunun yaşandığı 1940’larda , bir şekilde Ankara’ya gelir. Birkaç gün gezer, dolaşır. Bir handa yatar kalkar. Aşevinde yemeğini yer. Sonra döner köyüne. Köylüsü sorar.

‘’ Ankara’da ne gördün, anlat bakalım ! ‘’

‘’ Ankara dediğiniz böyük bir köy. Amma Mürşid’in Apartmanı’ nı (*) gördüm. Hayran kaldım. Tüm Ankara’nın devlet dairelerini içine alır. Memlekette öyle bir tane yoktur herhalde. Öylesine böyük, gösderişli bir bina. ‘’

…………………..

Ceyhanlı Cumali bir çiftlik ağasının,  Mecit’in oğlu.

DTCF’ de öğrenci.

İkinci sınıf derslerini bir verse,

fakülteyi yarılamış olacak. ‘’ Sonrası kolay, ‘’ diyor.

Mayıs bitiyor. Daha doğru dürüst kitaplarına bakamadı, kendisi not tutamıyor ya, arkadaşlarından aldığı teksirleri de okuyamadı.

Rahat bırakmıyorlar ki hemşehrileri, tanıdık dostları, öğrenciler…Askerliğini Ankara’da yapan Adanalılar ‘’evci kağıdı’’ çıkartıp burada kalıyorlar haftada bir gece…

Evi bezirhane kapısı gibi işlek. Arı kovanı ne ki !

Anıttepe’deki güzel, geniş daire dolup dolup boşalıyor.

Baba Mecit Ağa akıllı adammış. Daha Atatürk yaşıyorken,  askerliğini  Ankara’da yaptı. Babasının gönderdiği paraları biriktirdi. Ceyhan’a dönmeden önce güvenilir bir aileden arsa satın aldı. Yıllar, yıllar geçti. Ankara durmadan büyüdü.  Rasattepe yöresi evlerle doldu. Tandoğan Meydanı Prof Jansen’in imar planında Tayyare Meydanı idi. Mecit Ağa düşündü ki, ilerde buralar değer kazanacak.

Düşündüğü gibi de oldu.

Ceyhan’a, çiftliğe döndüğünde Ankara’da arsa sahibiydi. 1960 başlarında bir laz müteahhit arayıp buldu Mecit Ağa’yı. Arsaya yapacağı apartmanın iki dairesini teklif etti. Hiç düşünmeden kabul etti o da.

Cumali’nin yaşadığı daire geniş, ferah, lüks döşenmiş. Bir mihmanhane gibi. Çukurova’dan gelen aile bireyleri dışında, yolu Ankara’ya düşen akraba, eş-dost da burada kalır . Maraş’tan, İçel’den, İskenderun’dan gelenler de…Niye otellere para versinler ki.

Cumali’nin Fakülte’den kız , erkek arkadaşları da sürprizleri severler.Tek, tek, öbek öbek baskın yaparlar. Ellerinde kutular, yemekler, mezeler, gazete kağıdına sarılı içkiler…Marifetli kızlar onu dolmasız, kadayıfsız, sarmasız tulumba tatlısız bırakmazlar.

Evde olmadıkları gün de bar, pavyon, gazino gezer  Cumali. . Eğlenmeyi, yemeyi yedirmeyi bilir. Cömerttir. İyi tanınır. . Maltepe yakın.

Diger daire kirada. Bir albay ailesi yaşıyor orada. Cumali’yi kendi evlatları gibi severler. Çukurova’da bir koleji bitirmiş ( Tarsus Amerikan Koleji –TAC ) delikanlı, Albayın kızı Müjgan’a İngilizce ders verir. ( Bunu Suzan’a anlatmaz. O da kim ? Az sonra )

Mecit Ağa’nın paraya gereksinmesi yok. Kira geliri de Cumali’nin. Yetmez. Her ay banka hesabına çiftlikten yüklü bir havale gelir.

‘’ Sıcaklar bastırdı,’’ diyen evin serin bir odasına atıyor kendini.

Cumali gülüyor.

‘’ Sen buna sıcak mı diyorsun! Ceyhan’a gel, konuğum ol da, anla sıcak ne demekmiş.’’

Cumali, DTCF sınavlarını , bir iki gün arayla 4 haftada , arkadaşlarının da yardımıyla sonlandırdı. Bazıları pek içine sinmemişti, ama, yine de iyimserdi. Sorulara kısa kısa yanıtlar vermişti.

Ankara’nın baharı, ilkyazı güzeldi ama Cumali, sözlüsü Suzan’ı özlemişti. Çiftliğin veterinerlik işlerine bakan ‘’ Baytar Şamil’’ namiyle maruf Kafkasyalının anlı şanlı öğretmen kızıydı Suzan. Güzeller güzeli , suna gibi…

Adana’ya uçak biletini aldı Cumali. Evinin anahtarını ayrı ayrı iki arkadaşına verdi. Varsın kullansınlar. Garip çok memlekette.

Sınav sonuçları açıklanmamıştı. Kolay mı yüzlerce öğrencinin yazılı kağıtları incelenecek. Kıldan ince, kılıçtan keskin ; not verilecek. İtirazları önlemek için titiz olmak zorunda dersi veren doç ya da prof. Yorgunluk kendini gösteriyor. Değerlendirmelerde asistanlardan da yardım almak gerekiyor.

Esenboğa Hava Limanı’na gitmek için bir taksi çağırdı. Uğurlayan arkadaşlarından Haluk’a, bavullarını yüklüğe yerleştirirken konuştu.

‘’ Tüm derslerden başarılı olduğuma inanıyorum. Olur ya, belki birkaç dersten bütünlemeye kalmışsam bana bi zahmet telgraf çek . Çiftliğe. Babam hocaları bilmez, tanımaz. Jeomorfolojiden kalmışsam Reşat’ın selamı var, diye yaz. Asya Coğrafyası’ndan kalmışsam Talip’in selamı var, yaz, e mi? ‘’

Kucaklaştılar. Belki taa ekim ayına dek bir daha görüşmeyecekler…

………………

Mecit Ağa Ceyhan’dan döndü. PTT’den bir telgraf vermişti posta müvezzii. Orada okuyamamıştı. Jeepten yere atladı. Baktı, balkonda Cumali bakıyor.

Hemen orada açıp okudu.

‘’ Aferin lan oğlum, kendini nasıl sevdirdiysen. Aferin ! Pek çok arkadaşın sana selam göndermiş. Valla gözlerim yaşardı. Çukurova’nın sıcağına dayanırlarsa, davet et de gelsinler, konuğumuz olsunlar. ‘’

Balkondan Cumali seslendi babasına.

‘’ Kimlerin adı var, oku bakalım. ‘’

‘’ Reşat, Cemal Arif, Cevat, Oğuz, Talip, Mecdi, Danyal, Ayhan, Aydoğan, Alaaddin , Erdoğan, Ejder, Özdoğan… (**)’’

‘’ ……………………. ‘’

‘’ Aferin oğlum,  aferin. Tüm Ankara seni tanımış, sevmiş. Kıskandım haa ! ‘’

……………………

(*) Fakülte’nin alnında Yüce Başbuğ Gazi Kemal Atatürk’ün ‘’ Hayatta En Hakiki Mürşid İlimdir,’’ yazısı relyef olarak yer almaktadır. Bu tümcedeki Mürşid sözünden dolayı köylüler ona Mürşid’in Apartmanı demişlerdi.

 

(**) Prof Dr Reşat İzbırak, Prof Cemal Arif Alagöz, Prof Dr Cevat Rüştü Gürsoy, Prof Dr Oğuz Erol, Prof Dr TalipYücel, Doç Dr Mecdi Emiroğlu, Prof Dr Danyal Bediz, Doç Dr Ayhan Onur Sür, Doç Dr Aydoğan Köksal, Doç Dr Alaaddin Tandoğan, Doç Dr Erdoğan Akkan, Doç Dr Ejder Kalelioğlu, Doç Dr Özdoğan Sür. DTCF Coğrafya Bölümü Öğretim Üyeleri.