BİR NEVŞEHİR HİKAYESİ

Gurbet nedense bizim insanlarımızı hep kendine çekmiştir. Adına Türküler yaktığımız gurbeti ya içimizde duymuşuz ya da uzak diyarlara gitmiş, hasretler aramışız. Bulmuşuz da... Analar hep yolları beklemiştir. Kim bilir belki de vatanımıza onun için Anadolu denmiştir. Vatanı hiç unutmasalar da, insanlarımız, ekmeğinin, peşinde koşmuş durmuşlar.

Nevşehir Simidi, kabak çekirdeği, üzüm sırası, iğde çiçeği gurbettekine her zaman Nevşehir’i hatırlatmıştır. Uzak diyarlarda peri bacalarının, bir resmi, bir ismi geçti mi, değme gitsin hasret acısına. Hayret, o zaman, o acı tat gibi gelirmiş insana.

—Buralar benim vatanım. Ah canım. Keşke şimdi oralarda olsaydım. Demekten kendilerini alamazlarmış.

Almancı Sıtkı’da 1960’lı Yılların başında; Önce İstanbul’a, sonra da Almanya’ya gitmişti. Oralarda ne iş bulduysa çalışır dururdu garibim...

— İstanbul yine de gurbet değilmiş. Hepsi bir otobüsün başındaymış. Bindin mi memleketindesin. Almanya gurbetin adıdır, arkadaş. Derdi.

Sıtkı Almanya’ya alışmaya çalışıyordu. Sisli ve yağmurlu havalarda koşturup duran insan seline kendini kaptırmış, hasrete bile zaman bulamıyordu.

—Yorgunluk ilaçmış arkadaş. İki vardiya çalışırsan, derdin sıkıntın kalmaz. Dinlendiğin zaman da uyur kalırsın. Masrafında olmaz.

— Garip Anam ne yapıyor? Hastamı, iyimi bilmiyorum. Öyle tebrik kartları atıyorum. Hani şu süslü süslü Almanya resimlerinden... Hasta, sağrı da olsam iyiyim Anam diyorum. Oda öyle diyor zahir. Derdi.

Annesinin parasını hiç ihmal etmez, devamlı gönderirdi. İki kız kardeşi vardı, onlar da evliydi. Birisi Nevşehir’de oturuyordu. Hiç olmazsa Anasını arada bir yoklardı. Zaten konu-komşu da anasına göz-kulak oluyorlardı. Annesi de geçinip gidiyordu.

Çocukluğunun geçtiği evi satmışlardı. İhtiyar kadın kirada oturuyordu. Toprak insanı olan annesi, Nevşehir’in eski töresine uymuş, “Bağlara bakamam hozan kalmasın” Diye o güzelim bağları elinden ucuzca çıkarmıştı.

Sıtkı’nın en mutlu günleri, bazı yıllarda memleketini ziyarete gelmesiydi. Hele Ankara’yı geçip de Tuz Gölü nün görülmesi ayrı bir heyecan verirdi. Aksaray Sapağından sonra Nevşehir’deyim derdi. İşte o an mahzunlaşır, gözleri yaşarırdı. Hasan Dağının heybetli duruşuna bakar dalar giderdi. Yollarda iğde ağaçları, ekini kalkmış anızlar, kabak tarlaları... Otobüs Acıgöl’ü geçince Nevşehir daha da yaklaşır. Çatal Dere, Keçi Kalesi, Arılık, Sarı Yaprak derken Kahveci Dağının ardında güzelim Nevşehir Kalesi görünür.

Vuslatla hasretin kucaklaşması bu olsa gerek. Gözyaşları içerisinde, Eski Sanayi meydanında otobüsten inen Sıtkı’nın gözleri öyle tanıdık kimseler arar dururdu. Elinde valizi, çocukluğunun geçtiği yollardan yürüyerek sevinç içerisinde annesinin evine doğru gelirdi.

Bir akşamüstü Annesinin kapısı çalınır. İhtiyar kadın kapıyı açınca karşısında Sıtkı’yı görür. Ağlaşarak kucaklaşırlar. Hasretin, vuslatın bini bir para... Yaşlı Anne hasretini çektiği, uğrunda hayatın nice zorluklarına katlandığı, her gün yollarına bakıp, her gün lafını ettiği oğlu gelmişti. Oğluyla hasretin bittiği, mutlu bir akşam geçirirlerdi.

Ertesi gün Sıtkı küçük radyosu elinde, sarı takım elbisesini giymiş, İsviçre’den aldığı saati de koluna takmış, çarşının yolunu tutardı. Tanıdıklarını gezip, arkadaşlarını ziyaret ederek hasret giderirdi. Alış veriş yapar, akrabalarına ve tanıdıklarına hediyeler verirdi. Bu olağan ziyaretler her geldiğinde tekrarlanıp dururdu. On beş -Yirmi gün sonra herkesle vedalaşılır, tekrar Almanya yollarına düşülürdü.

Tekrar çalışmanın verdiği yorgunluk, hayatın bir rutini olurdu. Böyle böyle yıllar birbirini kovaladı. Kendi saçlarına da karlar yağdı. Hasret çiçeği artık koskoca bir ağaç olmuş, olmuşta kabuk bile bağlamıştı.

Yaşlı Ana yalnızlığı, acıları ve oğlunun özlemi içinde ölüp gitmiştir. Sıtkı ise Annesinin cenazesine bile gelememişti.

Yıllar yine yılları kovalamaya devam ediyordu. Sıtkı’nın Anası olmayınca da Nevşehir’e gelesi pek olmuyordu. Hasret, hasret derken artık yaşlanmış olan Sıtkı bir Ağustos akşamı Nevşehir’e döner. Gayri gideceği evi de olmadığından, Belediye’nin yanındaki otele yerleşir. İçi buruk bir vaziyette memleketini doyasıya gezmektedir. Bir tanıdığı ziyarete gittiğinde;

—Mahallem değişmiş, tanıdığım kimselerle de karşılaşamadım. Yanıma tanıyan birini verseniz de, eski evimi bir ziyaret etsem diyorum. Der.

Sıtkı’nın yanına bir çocuk verirler. Beraberce Bektik Mahallesinin dar sokaklarından çıkarak, Abdi Bayırında ki evlerine giderler. Çocuk, tanıdığı bir evin kapısını çalar. Annesinin selamını söyleyip, durumu anlatır. Kadın Sıtkı’yı da tanımıştır. Hemen başörtüsünü takıp, Sıtkı’nın eski evlerinin kapısını çalar. Kapıya çıkan kadınla bir müddet konuşurlar. Sonra kapıyı açan kadın, Sıtkı’yı eve buyur eder. Hatta küçük çocuğunu yanına alarak komşusunun evine gider.

Sıtkı, ilk önce kapıya dokunur. Kapı hâla o eski kapıdır. Tokmağı bile değişmemiştir. Kara kepez taştan kesilmiş eşiği de yerli yerindeydi. Yavaş yavaş eve girer. Merdivenler aynı, hava aynıydı.

—Anne diyecek olur. Neredeyse...

Kardeşleriyle oynadığı yerler de yerinde duruyordu. Mutfak, kendi odası...

Sessizce seslendi;

—Anne, Anne. Ses yok.

İşte o an gurbetlerin de ağlatamadığı Sıtkı sesini koyu verdi. Ağlıyordu. Hasrete, yıllara ağlıyordu. Diz çöktü, doya doya iyice ağladı. Sonra odanın köşesindeki seccadeyi alarak, Annesinin namaz kıldığı yerde namazını kıldı. Merdivenlerin altındaki çeşmede yüzünü yıkayıp kana kana su içti. Çocuğa dönerek;

—Gidelim, işim bitti burada. Der.

Bir tanıdık kadına, bir de evin sahibine birer kutu hediye verdikten sonra çocukla orayı terk ettiler.

—Orada yabancıyım, burada Almancı. Aslında iki tarafta da yabancıyız çocuk. Hasret sanırım yakamızı hiç bırakmaz. Mezarımız bile hasret olur.

Sıtkı’nın söylediği lafın anlamını yıllar sonra anlayacak olan çocuk boş gözlerle adama bakıyordu. Hatta niye ağladığını dahi anlayamamıştı.

—Büyükler neden ağlar ki? Dayak yemedi, düşüp bir tarafını da incitmedi. Hayret doğrusu.

Annesinin mezarını da ziyaret eden Sıtkı tekrar Almanya’ya döndü. Sanırım bir daha da Nevşehir’e gelmedi.

Gurbet elden ne haberler getirmiş,

İhtiyar Anan yollarına bakıyor

Şükür olsun bu yıl yine ölmemiş,

Ruhum yine Nevşehir’de geziyor.

Göçmen kuşlar gibi sükûn ederler,

Tuna Boylarından girerler Yurda

Gelmeyen kimseler selam söylerler

Gelir selamları mektuplarında.