CAM  KESİĞİ

Sıcak bir Ürgüp günü.

Damsa Koyağı yanıyor…

Evlerin kaya oyma, serin yerlerinde insanlar uykuya teslim olmuşlar.

Tezgahlarda halı dokuma da duraklamış. Genç kızlar, gelinler, çocuklar ilmek üstüne ilmek atamaz olmuşlar.

Semerciler, koşum takımcılar, kalaycılar, berberler,  çalışamaz olmuşlar.

Çocuklar için sıcak hava sorun değil.

Dut yiyorlar ağaçları silkeleyip .

Öğleden sonra onlar da esnemeğe, uyuklamağa başlıyorlar.

Tevfik elebaşı…Çocukları örgütlüyor…Nerede ne var, biliyor o.

Rumlardan kalma evler mahzun…

Evi yaşatan horantanın sesidir, denir. O ses olmayınca yıkıntılaşma başlıyor.

Tavan göbekleri düşüyor…Boyaklı güzel camlı pencereler kavlıyor. Evlerin içine kuşlar yuva yapıyor. Marsilya kiremitlerini fırtınalar yerinden oynatıyor…

Bahçeler bakımsız kalsa da, ağaçlar yine dut veriyor. Ballı ballı inci dutlar. Pembeleşmiş…Kuşlar daha iyi biliyor değerini…

Tevfik damdan evin hayatına atlıyor. Arkasından çetenin diğer üyeleri…Patır patır…Hepsi birden dut ağacının dallarındalar… Doyasıya yiyorlar. Ağacın her salında iki çocuk. Nerdeyse kırılacak güzelim dut ağacı…

Öylesine yiyorlar ki, burunlarından dut fışkıracak.

‘’ Hadi millet !’’ diye bağırıyor Tevfik. ‘’ Havuza…’’

Karağandere Mahallesinin gösterişli Rum konaklarının sahipleri İstanbul ayaklıymış. Yılın yarısında orada yaşar, para kazanırlarmış. Görgü, görenek. İş yaptıkları konakların planlarını alıp gelmişler, burada benzerlerini yaptırmışlar. Küp dolusu, teneke dolusu  altınlar harcayarak.

Tevfik önde, yine bir Rum konağının avlu duvarından atlayıp giriyorlar bahçeye. Köşeye doğru, duvar dibinde büyükçe bir havuz var. Üzerinde yapraklar, yosun bağlamış su…Dibi görünmüyor havuzun.

Önce Tevfik tumanını çıkarıp çivileme yapıyor. Arkasından diğer çocuklar. Şu sıcakta cana can katıyor serin su. Yüzmenin, çimmenin tadına doyum olmuyor.

Çın çın ötüyor ortalık. Çocuk sesleri…Karmakarışık. Türküler, argo sözler…

Birden, ayırdına varıyorlar ki, suyun boyağı değişiyor.

Pembemsi su…Kimin gövdesinde bir yer kesildi  de kanadı acaba?

Önce sıcağı sıcağına anlayamıyor Tevfik. Ayağının üstü, baldırı kanıyor. Kan görmeğe dayanamaz. Kurban kesilirken seyredemez.

Hemen çıkıp ıslak ıslak, giyiniyorlar.

Komşu ev İsmet Emmi’nin evi.

İsmet Emmi öğlen uykusunu uyumuş, uyanmış…Uyku mahmurluğu üzerinde. Gelini bir tabak dut getirmiş, tadına vara vara yiyor.

‘’ Ne oldu lan sıpalar, nedir telaşınız,’’ diyor.

Çocuklar sözü birbirinin ağzından alıp hep birlikte bağırıyorlar.

’ Tevfik’in ayağı kesildi İsmet Emmi.’’

Tabakasını çıkarıyor İsmet Emmi. Tütünü alıp parmaklarının arasında, oraya bastırıyor. İçeriye bağırıyor:

‘’ Geliiin! Bi parça çapıt getir ! Çabıh.’’

Biraz sonra geliyor şerit çaput. İsmet Emmi tütünü oraya bastırıp sıkıca sarıyor.

Fakat bunu yaparken, yaraya dikkat ediyor. Cam kesiği.

Çocukların çimdiği havuzda camın işi ne?

Bunda bir iş var ya, ne !

……………………………………

10 yıl önce komşu Vasili giderken açkıyı İsmet Emmi’ye bırakmıştı.

Gözlerinde yaş…Kucaklaştılar.

’ İsmet, evimiz sana emanet. Geri dönersek ne ala; gelemezsek herkes ne yapıyorsa sen de öyle yap. !’

Vedalaştılar. Gidiş o gidiş. Evlerin çoğunu Milli Emlak İdaresi sattı. Bu ev mahallenin en güzel konağıydı. Öyle kaldı. Alan çıkmadı.

İsmet Emmi merak etti. Çocuklar çekip gittikten sonra, sandıktan açkıyı aldı, zor da olsa kapıyı açtı, havuzun kıyısına vardı, oturdu. Serinlik hoştu. Eski günleri düşündü. Vasili’nin hanımı Elena geceleri suya girermiş; Müslüman komşular bunu duyunca kınamışlardı.

Yeşilimsi suyun dibi görünmüyordu. Havuzun tıkacını zorla da olsa çıkardı. İyice kitlenmiş gibiydi. Sular gürül gürül boşaldı. Yalnız gökten inen yağışla suyunu alan bahçenin kuru toprağı , sıcak havada bir anda suya doydu. Havuzun suları boşaldı, boşaldı. İsmet Emmi’nin gözleri hayretle, şaşkınlıkla açıldı. Bakakaldı…

Vasili komşu idi, ama onun cam işleri yaptığını bilmiyordu.

Havuzun dibinden koca koca kutular içinde, hiç bozulmamış camlar çıktı. Tahtaların üzerindeki yazıların Almanca olduğunu bilemezdi İsmet Emmi. Yalnız, Wien yazısını tanır gibi oldu.

Suyun boyağı, yosunlar camları da yeşertmişti.

Ertesi gün İsmet Emmi, çarşıda milletin ağzını aradı.

Anlattı yaşlılar, harp malulü gaziler : Alamanya’dan, Avusturya’dan trenle İstanbul’a getirilen levha halinde camlar taa Bağdat’a kadar götürülürmüş. Ulukışla’da istasyonda bekleyen Vasili, tuttuğu at arabasına bu cam kutularını yükletir, Ürgüp’e getirirmiş. Bütün konakların pencereleri böyle camlanırmış. Yalnız Ürgüp de değil, Damsa Koyağı’nda Cemil, Sinason…Ayrıca Avanos…

İsmet Emmi’nin tüm geçimi üzümden. İki yerde bağı var…Avlağı Dağı…Kalpaklıkaya… Bir yeri dolu vurursa, öbürü kurtulur. Fakat, bazı yıllarda bahar soğukları yakar, bazı yıllarda erken güz soğukları kavurur…El elde, baş başta…Elleri böğründe kalır…

Bir de haşhaş…Beslenmede önemli yeri var haşhaş yağının…Yemeklerde kullanılır…Kayganası güzel olur.

Kayseri’den, taa Afyon’dan tecimen gelir alır…Evin geçimine bir destek…Dut, kayısı sadece çerez…

İsmet Emmi’nin kafası çalışmağa başladı.

Bu camları ne yapmalı, nasıl değerlendirmeli ?

Tam da o günlerde oğlu Fikret, askerliğini bitirip Ürgüp’e dönmüştü.

Kayseri’ye uğradı baba oğul. Ucuz bir handa iki gece kaldılar. Neyi öğrendiler ? Camcılığı…Kayserili esnaf pek bilgi vermek istemedi.Çünkü bütün İncesu, Ürgüp, Avanos kendilerine bağlıydı. Yine de ne gerekiyorsa aldılar , öğrendiler ölçüsünü, biçisini, kasabalarına döndüler…

Çarşıda , dar bir sokakta , Kaymakamlık’ı gören yerde, eski  küçük  bir Rum dükkanı vardı Vasili Emmi’ye ait. Onun açkısı da kendilerindeydi. Toz toprak içindeydi. Emine hala, gelini Refiye hep birlikte temizlediler.

Levha yazdırıp kapının üstüne astılar. Tören yerine, dualar etti Karamanlı Camisi imamı. Esnaf hayırlı olsuna geldi. Ziyaretçilere köftür ikram ettiler. Lokum lüks idi, pahalıydı.

Camcı Fikret…Havuzda bekleyen levha camları çıkarıp temizleyip dükkana getirdiler…

Ürgüp Çarşısı’ yeni bir esnaf kazanmıştı…

Yıl 1934 idi…