CUMHURİYET’TEN MARMARAY’A
 
Bugün Cumhuriyet’in ilanının 90. yıldönümünü kutluyoruz. Her yıldönümünde “Cumhuriyet”e dair bol hamaset yüklü övgüler, bürokratik yavan demeçler, şairane lirik söylevler ve içi boş sloganlar duyarız.
 
Hâkim güç Cumhuriyetten söz ederken, “ ey cumhur (halk) mademki cumhuriyet bana bu gücü bahşetti, buyruğuma boyun eğin!” mesajı verir.
 
Muhalif güç ise “Cumhuriyet sahipsiz değil” “O’nu biz kurduk, kimseye yedirmeyiz” tarzı içinde derin iç yangınları ve rövanş çağrıları içeren mesajları barındıran sloganlar atar.
 
Duygusal muhalefet ise “Atam, kalk da Cumhuriyeti’ni de bizi de kurtar” tarzı acınası ağıtlar yakar.
 
İlkokulda okurken öğretmenimin ezberlettiği ve bir bayram günü okuduğum şiirin şu dizelerini hiç unutmam:
Saraylarda sedirde
Bağdaş kurup oturan
Ne padişah ne sultan
 
Şiirle verilen mesaj, yapılan propaganda şu idi: Cumhuriyet geldi, saraylarda oturan,  kendini efendi, halkını reaya (sürü) gören sultanlar ve saltanat devri kapandı. Bu kadarını anlıyordum. Ama şiir, kafama takılan soruya cevap vermiyordu: “Saraylarda sedirde bağdaş kurup oturanlar geçmişte padişahlar ve sultanlar idi, ama şimdi bunların yerini kim/ler aldı?”
Bu sorunun cevabını, korkularımızdan, tarafgirliklerimizden, dogmatik ideolojik takıntılarımızdan arınarak, 90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihini objektif olarak inceleyerek aramamız gerekmektedir.
 
Şahsi kanaatim, Türkiye’de hiç kimse saltanatın sona erip, Cumhuriyet’in ilanından dolayı rahatsız değil. Problem, “Cumhuriyet” “Devlet” ve “İnsan” kavramlarının içini neyle ve nasıl doldurduğumuz konusunda düğümleniyor.
 
Probleme bu noktadan bakınca Türkiye’deki doksan yıllık Cumhuriyet deneyimimizin üç farklı Cumhuriyet algısı ortaya çıkardığını düşünüyorum:
 
1- Kendisini Cumhuriyet'in sahibi zannedenler: Bu düşünce taraftarları, Cumhuriyet’i gasp ederek, kendi özel mülkiyetlerine katmış; Cumhuriyet üzerinden cumhuru (halk) gütmeyi bir hak ve misyon olarak benimsemiştir.
 
2- Cumhuriyet'i kendisinin sahibi zannedenler: Bu düşünce taraftarları, özgür olma bilincine erişemediği için, yıkılan saltanattan sonra kendisine yeni bir “sahip” arayan kesimdir. Bu kesim, Cumhuriyet’in içine sızdırılmış “Kutsal Devlet” ve “Resmi İdeoloji”ye hizmet etmeyi kendisine ideal bir görev bilmiş; sultan yerine “devlet”e, “önder”e ya da “lider”e kayıtsız şartsız itaat etmeyi kendisine görev ve misyon edinmiş, “sahip”siz yaşamaya alışık olmayan, “reaya” olmaktan onur duyan anlayıştır.
 
3- Ne Cumhuriyet ne de İnsan mülkiyet konusu olamaz diyenler: Bu anlayış doksan yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca maalesef çok yaygınlık kazanamamıştır. Bu anlayışa göre ne Cumhuriyet kendisine hizmet edilecek bir ideolojidir, ne de İnsan Cumhuriyetin hizmetçisi, kulu kölesidir. Bu anlayış, devletin ve cumhuriyetin insan için, insana hizmet için var olduğunu kabul eder. Bu anlayış, devlet aygıtının ve cumhuriyet yönetim biçiminin insanların barış, adalet, güven içinde, eşit ve özgürce birlikte yaşama amacı ve iradesini yansıttığını düşünür. Bu anlayışa göre cumhuriyet statik, dogmatik bir kavram değildir.
 
Türkiye, 90 yıllık Cumhuriyet macerasının 50. yıldönümünü 1973 yılında Boğaziçi Köprüsü ile 90. yıldönümünü de Marmaray tüp geçit projesiyle taçlandırdı, ülkemiz için hayırlı olmasını diliyor, emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Teknolojik anlamdaki böylesine büyük ve önemli projelerin yanı sıra, siyasi anlamda ülkemizin acil ihtiyacı olan en önemli proje ise şüphesiz sivil bir anayasa olacaktır.
 
Cumhuriyetin 90. yılında toplumun tüm kesimleri ellerini taşın altına koyarak, hak, adalet, eşitlik, özgürlük, barış gibi evrensel ortak değerlere endeksli, insan odaklı sivil bir anayasa inşa etmek zorundadır. İnşallah,   böylesine büyük bir projenin gerçekleşmesi için Cumhuriyet’in 100. yıldönümünü beklemek zorunda kalmayız.
 
29.10.2013
Mehmet BİÇER