DAŞ HUN BAŞAĞA

DAŞ HUN BAŞAĞA

( Ağmaz Köylüsü )

'' Benim buyruğuma karşı gelmenin ne anlam taşıdığını bilmez olmuştur bu Ağmazlılar. Gözlemişimdir son günlerde pek isteksizdiler. Arslan, Karyağdı ! İkiniz atlanın, gidüp bakın! Neden gelmemişlerdir işe. Tez elden öğrenesiz ! ''

Daş Hun yaman başağadır...Elinde hep kırbacıyla gezer. Bakışlarıyla yıldırımlar yağdırır. Haftada bir gelir, yapı işlerinin ilerlemesini denetler, ustalara sözler söyler, çeker gider. Nereye? Konağına. Aracıları, elçileri vardır. Onun adına tüm işleri onlar görür.

İşçilerle konuşur mu ? İşçi de kim ola!

Emeğinin karşılığını alıyor mu işçiler ? Yavan, kuru ekmek nelerine yetmez. Aç değiller ya. Su da var,bol. Heybelerinde hep soğan, çökelek, kurut olur.

.........................

Arslan, Karyağdı at sürdüler sabahın serinliğinde. Düz yerlerde dört nala sürdüler, sonra acıdılar atlarına, tırısa, rahvana indirdiler süratlerini. Tepeler aştılar, gür sulu derelerden geçtiler. Atların kantarmaları köpük içinde kaldı. Taa yamaçta Ağmaz göründü...Gökçe gökçe sabah ocak dumanları çıkardı. Şimdi yok. İşe gitme ivecenliğiyle insanlar birbirleriyle konuşurlardı; şimdi yok. Koşuşturan çocuklar olurdu; şimdi yok. Öküz böğürtüleri olurdu, şimdi yok.

Köy dedikleri nedir. Hodul Dağı yamaçlarında inler...Kim bilir kaç bin yıl önce kayalara oyulmuş. İçinde ateş yakıldığından her yer kararmış...Dumanın çıkması için tavandan bir delik açılmış. Gün ışığı da oradan girer.

Arslan , Karyağdı sanki bir gömütlükte gezer gibi ürperiyor. Sağdaki inlere bağırıyorlar; ses yok. Soldaki inlere sesleniyorlar; yanıt yok...

'' Bre, nerede bu köylü ? ''

Karyağdı'nın sorusu yanıtsız kalıyor. Arslan omuzunu kaldırıyor.

Birden, bir canlılık belirtisi görüyorlar. Atlarından iniyorlar. Gördükleri nedir?

Bir eski, yırtık kalbur...Tahta kasnağı kırık...Altında bir zabın tavuk, tüyleri yolunmuş... İki süvari bir anda buna bir anlam veremiyor. Ne demektir bu ? Köyde neden tek bir insan yok. Neden tek bir canlı kalmamış bu tavuktan başka !

Duyguları var insanların. Daş Hun Başağa'nın adamları anlar gibi oluyorlar. Ağlıyorlar birbirlerine göstermemeğe çalışarak. Görseler ne olacak ki ! Bir gerçek var ortada. Köylü göç edip ayrılmış sılasından. Gurbet yollarına düşmüşler.

Peki, yolunmuş tavuk ne anlama geliyor ?

Düşüne düşüne buluyorlar.

Eyy Başağa Taşhun ! Sen bizi tüyleri yolunmuş tavuk durumuna getirdin. Senin adını yaşatacak yapılarda çalışma uğruna kendi işimizi gücümüzü göremez olduk, yoksul düştük, aç kaldık, perişan olduk...

Karyağdı kalburu, tavuğu alıp atının eğerindeki halı heybeye koydu.

Arslan konuştu : Daş Hun Beg bize kızar. Niye arkalarına düşüp durdurmadık, göçlerini önlemedik diye.

'' Bre, onlar önlemini almıştırlar. Arkamıza düşen olmasın deyu belki taa akşamdan yola koyulmuşlardır. Şimdi belki Everek'te, belki Zile'de, belki Gezbel Gediği'nde, dağların kıble yamacındadırlar. Yakalanmak istemeyen göçerin ayağı tez olur, yörük olur. ''

Karyağdı düşüncesini sesli belirtti : '' Belki duyulmasın deyu, komşu köylere gelin verdikleri kızlarına bile göç edeceklerini söylememişlerdir. Babalar neyse de, anaları ağlamış olmalı bir daha kızımızı göremeyeceğiz diye. ''

Döndüler yapı yerine. Dalgın, üzgün, düşünceli...

'' Er adam ağlamaz. Bilmesin kimse gözyaşı töktüğümüzü.''

Bir pınarda yüzlerini yıkadılar.

Heybeden kalburu, tüyleri yolunmuş tavuğu götürüp Bey konağındaki kapı ağasına teslim ettiler.

'' Eğer Başağa bizi huzuruna kabul ederse gördüklerimizi anlatırız,'' dediler.

Gerek kalmadı. Daş Hun anlamıştı. Akıllı adamdı. İlerigörüşlü ve zalım...

Hicri takvimle yıl 743...Miladi takvime göre 1342...

.................

1071 öncesinde bu koca derenin adı Tamissos...

Erciyes çevresi sazlık, kamışlık çukurluklardan, batak yerlerden geçerken Ulu Başbuğ Alparslanın yiğit subayı Afşin Beg, çerileri, süvarileri pek sıkıntı çektiler. Topuz Dağı'nın yüceliklerinden batıya doğru ilerlediler. Bir uçurum gibi yarbaşına vardılar. Dağın meşe ormanları bitiyor, bahçeler başlıyordu. Görünen ilk köye ad verdi Afşin Beg : Başhisar...Biraz batıda yükselen kale gibi çıkıntıya ad verdi Afşin Beg : Ortahisar...En uçtaki çatal görünümlü kaleye ad verdi Afşin Beg : Uçhisar.

Sevinçle dağdan indiler. Burası tam yerleşilecek, ömür geçirilecek bir yerdi. Her yerde inler vardı. Çoğu da boş...Bizans ile Sasani savaşlarında burası yay gibi gerilmişti. Bir savaşta Bizans'ın oluyor; sonra Sasani saldırıyor, onlara geçiyordu.

Başhisar'da Afşin Beg sordu. '' Bu çayın ,bu derenin adı nedir ? ''

Yerlilerden bilgin görünüşlü bir sakallı kocamış yanıt verdi : '' Tamissos.''

Afşin Beg düzeltti. '' Bizim dilimiz uzunu kısa eder. Bundan böyle buranın adı Damsa.''

Bizans toprağında ilerleyen akıncı Oğuzlu Türk boylarının karşısına çıkan yoktu. Güneye doğru dere boyunca at sürdüler. Sineson köyünde kiliseler vardı, aynı insanların yaşadığı inlerdeki gibi. Din adamları titreyerek Afşin Beg'in çerilerine çavdar ekmeği, bal, süt ikram ettiler.

İlerlediler. Cemil Köyünden sonra dereye, çaya adını veren köye geldiler. Tamissos artık Damsa olmuştu. Orada konakladılar. Atlarını çayırlara bıraktılar. Çeriler inlere girip mitillerini serdiler.

Orada pek çarpıcı bir olaya tanık oldular. Bizanslı diye bildikleri köylüler Türk diliyle danışıyorlardı. Köyün ileri gelenleri Afşin Beg'e anlattılar. Aynı Türkçeyle...Dilmaça gerek kalmadan. Yaşlıların dedelerinden duyarak anlattıkları Afşin Beg'i duygulandırdı : '' Biz Peçenek Türkleriyiz. Bizans kralları bizi suyun bu yanına, Anadolu'ya apartmış. Sasanilere karşı sınır boylarını savunmamız için. Atalarımız Gök Tengri inancına sahipmiş. Biz de İsa dinine bağlanmışız.''

Selçuklunun engin hoşgörüsü...

Afşin Beg, düşünebilir miydi, 300 yıl kadar sonra bu derede, bu uçmag kadar güzel diyarda bir başağa köylüye zorla yapılar yaptıracak, adını yaşatacak, fakat zalimliği o denli ileri gidecek ki, Ağmaz adlı bir köy, tümüyle göç edecek,imi timi bellisiz olacak ...

İnsan ömrü o denli uzun değil ki. Nerden bilsin Yüce Kumandan Afşin Beg ?

...........................

Ağmaz Köyü'nden hiç iz kaldı mı?

Tam olarak yeri bile belirlenmiş değil.

Ağmazlılar gide gide nereye kondular?

Başağa Daş Hun'un elinin uzanamayacağı yere değin gitmişlerdir. Belki yollarda aç kaldılar, sayrı düştüler. Dünyasını değiştiren oldu. Oraya gömdüler. Kim arar, kim sorar. Dağlar, tepeler aştılar. Belenlerden geçtiler. Köprü yoktu ırmakların üstünde. Geçerken boğulanlar oldu. Yüklerini taşıyacak atları, katırları var mıydı ? Yolda doğuran gelinler de olmuştur. Bebeklerini yaşatabildiler mi ? Dirençlidir onlar, soylarını sürdürmek için sağ kalmayı bilirler. Ne yiyip ne içtiler. Geçtikleri yerlerde aynı dili konuşan, aynı inanca sahip insanlar vardı; yardım edenler çıktı mı ?

Denir ki, Ağmazlılar Şam'a ulaştılar. Dımaşk...Orada bir varoş, banliyö mahallesinde yaşamağa başladılar. Ne iş yapıp da ailelerinin geçimini sağladılar ? Şam sıcak olur. Toz toprak. Sayrılıklar yaygın. Kim öle, kim kala. İlaç var mı ? Derman nerde ? Ya hekim !

Kim bilir, ağır zulüm altında yaşasalar da Ağmaz Köyü'nü, Damsa Koyağı'nın serinliklerini nasıl özlemişlerdir. Kuşaktan kuşağa aktarılmış olmalı soylarının öyküsü, yaşadıkları serüven.

Selçuklu, Kölemen egemenliği, Moğol saldırıları...Günümüz Suriyesi hiç bir dönemde rahat, huzur içinde olmadı. 1516'da Halep kuzeyinde yapılan Mercidabık Savaşı Osmanlının utkusuyla sonuçlanınca Suriye Vilayeti ortaya çıktı. Şam'da artık bir valimiz var. Ağmaz köylüsünün ileri gelenleri gidip de Vali Paşayla görüştüler mi ? Osmanlı onlarla ilgilendi mi ?

Ve 1917-18'de Filistin Cephesi çökünce Osmanlı egemenliği de sona eriyor. Önce Britanya, ardından Fransa ele geçiriyor bizim Badiyetüş Şam bölgemizi. Humus, Hama, Halep düşüyor tek tek sömürgen batı devletlerinin ellerine . İhanet de var . Ordumuz Katma Tren Durağı'nın kuzeyine çekiliyor. Bölgenin Türkmeni subaylarımıza sarılıp ağlıyor. '' Bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz. Ermenisi, Arabı bizi kesmek için bekliyor. ''

.....................

1977 yılının 16 Ağustos günü Hacıbektaş'ta bir fotograf sergisi açmıştım. Ak entarisiyle dikkat çeken, aksakal bir kocamış adam Taşkınpaşa Külliyesi görüntülerinin önünde dakikalarca durdu, tek tek baktı, tesbihini çekerken inceledi. Yaklaştım. '' Hoşgeldiniz, nasılsınız, '' dedim. Türkçe bildiğini anladım. Ödünün sıddığını da anladım. Konuşmak istemiyordu. Belki Hafız Esad'ın Muhaberat Örgütü'nün çaşıtı vardı o sergi yerinde. Yaşlı adam korkuyordu, uzaklaştı salondan.

Hep merak ettim. Acaba o da Ağmazlı soyundan mıydı ?

Ağmaz...Bir varmış bir yokmuş.

-----------------------------------

22 Eylül 2025. Ürgüp