Yusuf un hikayesi, hayat ile ölüm arasındaki ince çizgiyi ve o çizgideki kırılma noktasını ruh gözü ile gören bir Allah dostunun sırlı yardımını gösteren ibret dozu oldukça yüksek bir hayat serüveni. Yusuf'un başından geçen hikaye muhteşem bir derviş hikayesi.

Yusuf, Diyarbakırlı, baba çok zengindi. Bir gün mahalleye bir Allah dostu, bir derviş gelir. Yıkık bir duvar kenarında kendine tahtadan bir kulübe yapar ve orayı mekân tuttu.

Yusufun babası inançlı bir adamdır. "Bu derviş mahallemize geldi, biz de hamd-ü senalar olsun hâli vakti yerinde bir aileyiz. Bu dervişe bakmak bizim borcumuz. En güzel yemekleri hazırlayın. Yalnız dervişe hürmeten yemekleri hizmetkârlar götürmesin, oğlum Yusuf götürsün" der. Yusuf bu dönemde yedi yaşındadır. Yusufun ailesinin dışında yardım etmek isteyenler olmuş ama derviş kabul etmemiş, Yusuf götürmese adam kabul etmeyecekmiş. Yusufun o zengin ailenin biricik oğlu olduğunu ve kendisine hürmetten dolayı çocuğun yemek getirdiğini görünce kabul etmiş. Yusuf ile yavaş yavaş ahbaplık peyda eden derviş, bir gün Yusuf a:

-Yusuf sana bir deve yapayım ister misin, demiş.

-İstemez olur muyum derviş amca, demiş Yusuf.

-Öyleyse sen bana evden verdikleri yemeklerden gayrı çerez getireceksin. Ama evin haberi olmayacak bu getirdiklerinden, (Burada oldukça sırlı bir incelik var.)

Derviş, işin ehemmiyetine binaen tekrarlamış:

-Unutma, sen kendine ait çerezlerden vereceksin. Deve başka türlü olmaz. Çerezi baban gönderirse deveyi babana yaparım, demiş.

Bunun üzerine Yusuf hakikaten her geliş gidişinde derviş babaya çerez, üzüm falan getirmiş. Devamlı da soruyormuş devemin bitmesine ne kadar kaldı diye. Aradan altı ay kadar bir zaman geçtikten sonra bir gün derviş demiş ki:

-Müjde, deven yarın tamamlanacak. Yalnız iki gözü kaldı, iki tane badem getir gözünü de yapayım deve tamamlansın, demiş.

Yusuf sabaha kadar uyuyamamış sevinçten. Sabah cebine iki tane badem koymuş gelmiş derviş babanın kulübesinin kapısına. Kapıdan girmiş bir de bakmış ki derviş baba dünyasını değiştirmiş.

Yusuf üzülür altı ayın ümidi bir anda sönüverdi. Bir taraftan sevdiği insanın ölümü, diğer bir taraftan da devenin yok oluşu. Bademleri fırlatıp atar yere ve eve gidip durumu haber verir. Herkes seferber olur cenazesi yıkanır, namazı kılınır ve defnedilir.

Aradan on iki sene gibi uzun bir zaman geçer. Yusuf ciddi bir hastalığa yakalanır. Baba evvela Diyarbakır'daki doktorlara, sonra İstanbul'daki doktorlara götürür. Hepsinden aldığı cevap:

-Şizofreni bu. Tedavisi imkansız cevabını alır. (Bu hadise 1920 li yıllarda geçmiş bir hadiseydi o zaman şizofreninin hiç tedavisi yoktu)

Ama buna rağmen Yusufun babası Paris'te meşhur bir ruh doktoru olduğunu duymuş ona gitmişler, o doktor da:

-Benim yapabileceğim bir şey yok. Sen kalkıp Türkiye'den buralara geldiğine göre varlıklı birisin. Bu gibi hastalara yapılacak tek şey iyi bakılması için birisini tutmak. Çünkü böyle hastalar kendi kendine yemek yiyemez. Kaşığı ağzına değil, kulağına götürür. Soğukta soyunur, oturur ve genellikle de zatürreden ölürler. Sen buna ne kadar iyi baktırırsan o kadar uzun yaşar, demiş.

Yusufun babası İstanbul'a gelince Yusufu akıl hastanesine yatırmış. Ona bakması için ayda iki altın gibi yüksek bir ücretle bir adam tutmuş. Adam ayda iki altını kaybetmemek için Yusufu ölüme götürecek her türlü yanlıştan alıkoyan bir bakıma tâbi tutuyormuş. Ama günün birinde Yusufun ateşi çıkmış ve zatürre olmuş.

Koma sırasında Yusuf bir rüya görür, rüyasında; bir çölün içinde o ateşin de tesiriyle nasıl yanıyor, susuzluğu, güneş değdi değecek tepesine artık canı çıkmak üzere, hiçbir umudu yok, su denilen şeyin esemesi görünmüyor çölde.

Fakat uzaklardan bir siluet far keder. Bir deve ve önünde bir adam Yusufa doğru yaklaşmaya başlar. Yusuf tanır, derviş baba bu. Bir devenin yularından tutmuş geliyordu.

-Yusuf deveni getirdim, der ve Yusufu devenin üstüne bindirir.

Dervişin yularını tuttuğu devenin gözleri yoktur. Yani Yusufa, getirdiği çerezlerden yaptım demek için gözsüz bir deve getirmişti. Çünkü devenin gözleri için gerekli bademleri teslim edememişti.

Yusuf devenin üzerine bindiği an gözüar, etrafı tahtalarla çevrili demir bir yatakta, yanında doktor ve hasta bakıcılar, ateşi düşmüş, terden sırılsıklam olmuş. Doktorlar hayret eder Yusufun normale dönmesine. Zatürre komasından çıkmak mümkün değil ama çıkar. Yusuf, şizofreniyi de atlattır. Doktorlar böyle bir mucizeye ne rastladık, ne de gördük, olacağı varmış oldu derler.

Yusuf'unun cenazesini almaya gelen baba, oğlunu salim ve sağlıklı görünce biricik evladı için çok sevinmiş.

Kadere müdahale ancak Fahr-i Kainat (sav) sırrı ile olur. Fahr-i Kainat (sav) sırrında "Sadaka ömrü uzatır" emrini alıyor ve çocuğa sadaka verdiriyor. Sadaka sırf çocuğa ait olsun diye "Baban göndermesin, sen kendininkinden ver" diyor. Kader ekranında ömrünü tezyid (artırmak) ediyor. Bambaşka bir âleme döndürüyor.

Sadakası, Fitresi, Zekatı bol ramazanlar dilerim.