KARACAOĞLAN :

DOĞAYA, GÜZELE VURGUN ŞAİRİMİZ

Dr Emrullah Güney (*)

Çukurova bayramlığın giyerken,

Çıplaklığın üzerinden soyarken,

Şubat ayı kış yelini kovarken

Cennet dense sana yakışır, dağlar !

Ağacınız yapraklarla donanır,

Taşlarınız bir birliğe inanır.

Hep çiçekler bağrınızda güverir,

Pınarınız çağlar, akışır, dağlar !

Balkanlarda Sancak Bölgesinden Uygur diyarına; Kırım’dan Şam’a ; Evlad-ı Fatihan diyarından Kerkük’e; Üsküp’ten Tebriz’e ; Gagauz diyarından Hazar Denizi kıyılarına; İstanbul’dan Azerbaycan’ın odlu toprağına; Toroslardan Uygur Bölgesine  Türkçemizin güzelliğini yüzyıllardır yaşatan soylu ozan Karacaoğlan…Göçer-konar Türkmen aşıkları geleneğinin en önemli temsilcisi halk şairi…Sevgi ve doğa…Güzeller öğmecisi ve doğa aşığı…Ayrılık, gurbet, sıla özlemi. En çok tutgunolduğu  Elif ve Zeynep…

Güzelin yanağı ayın tekeri,

Ağzı oğul balı, Firenk şekeri,

Omuzlar aşağı, gerdan yukarı;

Ak elleri topak olur güzelin.

Nasıl medh edeyim şöyle güzeli,

Elinde bergüzar gül ile oynar,

Elma yanak, kiraz dudak, diş sedef,

İspir ela gözler mil ile oynar.

Söyleyişi canlı, dili arık…Aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş biçimi getirmiş. Çağdaşı şairler arapça-farsça divan eserlerini Osmanlı Sarayı’na, konaklara sunup kese kese altınla nemalanırken O, dağlarda, yaylalarda  özgür yaşamış, güzele, güzelliğe vurgun şiirlerini türküleştirmiş.Düşten uzak, somuta yönelik bir anlayışla kurduğu yapının kaynağını, ait olduğu göçer-konar Oğuzlu Türkmen halkının geleneklerine, göreneklerine ve yurt edindikleri doğaya dayandırmış…Şiirlerinde pek az kullandığı arapça, farsça söz ve tamlamaları halkın ağzında yaşayan biçimleriyle vermiştir. Her şiiri elvan elvanboyaklı bir Toros yörük kilimi gelbanası özelliğini taşıması O’nun en önemli özelliğidir.

Üç güzel de aştı şimdi pınarı

Taramış zülfünü, vermiş tımarı

Ak gerdanın altı zemzem pınarı

Ağzımı verdim de kandırdı beni.

Söyleyişindeki kıvraklık gezginliğinden, konuk olduğu obalarda gördüğü güzellerden ileri geliyor. Osmanlı Coğrafyasının sonsuzluğunda Halep’ten Van’a; Erzurum’dan İstanbul’a, Tuna boylarına gezip dolaşmış; el üstünde tutulmuş; izzet ikram görmüş. Sevmiş, sevilmiş. Yalnız göçer konar Türkmen çadırlarında değil, saraylarda, konaklarda da ağırlanmış.

Bir yayla isterim ili göçmedik

Lalesi, sümbülü, gülü geçmedik,

Bir güzel isterim eller değmedik

Koldan kola sarılmışı neyleyim ?

Sultan İbrahim (1640-49) döneminde Lehistan’la yapılan bir savaşta Lehli bir müzisyen tutsak alınır. İslamla şereflenir ve Ali Ufki adını alır. Saray’da musiki muallimi vazifesiyle görevlendirilir. 400türküyü batı notasına alırken Karacaoğlan’ın da 2 türküsünü bu albüme dahil eder. Bu da kanıttır ki, Aşığımızın türküleri İstanbul’da da çalınıp söylenmiştir.

Sazımızı ele alıp çalalım,

Çaresiz dertlere çare bulalım,

Sabahta, seherde yoldaş olalım,

Bugün de burada kal benim için !

Karac’oğlan der ki : yerim içerim,

Ağır saltanatla konar göçerim.

Ahdim olsun, seni alır kaçarım

Ferman çıkarsınlar bir benim için.

16. Yüzyılda mı yaşadı? Yoksa 17. Yüzyılda mı ? Doğum tarihi de öbür alemegöçediş tarihi de bilinmiyor. Kaydı kuydu yok; cönklerde olanlar da yokolup gitmiş. Yetim büyüdüğü, güzellikten nasibini alamamış bir kızla evlendirilmek istenmesi üzerine obasından kaçtığı ileri sürülmüştür.

Çukurova’nın kuzeyinde, dağlar arasında Feke’nin Gökçe Köyü’nde doğduğu sanılıyor.Ayıntap Barak Türkmenleri Karacaoğlan’ı kimselere bırakmıyor; ‘’Göğceli’de doğdu; O bizdendir’’ diyor.

Karacaoğlan babası gibi askere alınmak istenmiş; buyruk altına girecek , yumuş tutacak genç değil oysa. Yapısı böyle. Özgür ruhlu. Çukurova’nın derebeylerinden Kozanoğulları ile arası açılmış ve iki kızkardeşini yanına alarak Van’a kaçtığı, sonraları Bursa’ya gittiği , bir dönem İstanbul’da da yaşadığı iddia edilmiştir.

Bir başka söylenti de şudur : Tarsus’taki Ashabı Kehf Mağarası’na girip bir daha çıkmamıştır. Bu durumda O bir Türkmen ermişidir.

Üstün değerde bir Türkolog-Türkbilimci Alman var : Wilhelm Vasili VaslyeviçRadlov ( 1837 Berlin-1918 Petrograd ). Üstad, Kırım Tatarları arasında iyi tanınan Karacaoğlan’ı da araştırmıştır. Halk ozanımız ile İsmikan ( Adıpınar) ya da İstemikan Sultan’ı birlikte ele aldığı bir kitap da çıkarmıştır. Üstada göre Karacaoğlan Belgrat’ta doğmuştur. Asıl adi Simayil’dir. Okuma yazma da bilir. Çıraklık döneminde iyi bir eğitim almış olmalıdır. Dili bozulmamış halk dilidir. Katıksız, temiz, daha Arapçanın, Farsçanın bozmadığı Halk Türkçesi…Bu aşk öyküsünde Aşık Garip, Kerem ile Aslı gibi halk öyküleri türünde Karacaoğlan’ın aşk serüvenleri anlatılmaktadır.

Kimi araştırmanlar var ki, illa bir ‘’rakip’’ çıkaracaklar karşısına. Güya o yüzyıllarda aynı adlı bir halk ozanı, bir Karacaoğlan daha yaşamış…Bu durumda hangi şiir kime ait, karışmış, bilinmez olmuştur.

Gül yüzünde tüten olsam,

Yeryüzünde biten olsam,

Al benekli keten olsam,

Yar boynuna sarsa beni !

Yüzü yaylaların sert yelleriyle, Güney illerimizin yakıcı güneşiyle kararmış olduğundan lakabı Karacaoğlan…Fakat elbet bir adı vardı: Sımayıl m? Halil mi? Hasan mı? Kesinlikle bilinmiyor.

Öz adım Halil’dir, köyümüz Hama,

Öğerim güzeli, söylerim deme.

Karacaoğlandır lakabım ama

Ağ beyaz kar gibi yüzüm var benim.

Şiirlerinde geçen yer adlarına bakıyoruz. Ayıntap, Münbiç, Maraş, Adana, Halep-Hama, Toros –Binboğa Dağları, Erzurum Yaylası…

Karlı karlı dağlar oldu mekanım,

Şimdi gayri unuttu mu çöl bizi ?

Kimim kimsem yoktur, sıkılır canım,

Pek perişan etti zalim kul bizi.

Döğerim döğerim bağrım delinmez,

Çıkarım bakarım sılam görünmez,

El kızı bulunur, ata bulunmaz

Geri dönsem kınar m’ola el bizi.

Anlıyoruz ki, O bir Göçer-Konar Türkmen Aşireti ozanıdır. Anlattığı yerleri ancak gezip gören biri bu denli canlı dillendirebilir. Dağ, yayla, pınar adları…Sevdiklerinden sevinç ve acıyla söz eder.

Karacaoğlan şiirlerinde güzeli öğerken soyut benzetmeler yerine, doğadan aldığı benzetmeler kullanır .

Güzelin duruşu: Güvercin…

Güzelin yürüyüşü : Turna, keklik…

Güzelin boynunun güzelliği : Ördek…

Güzelin bakışı : Ceylan, şahin…

Güzelin yanaklarının allığı : Elma.

Güzelin dudaklarının allığı : Kiraz

Güzelin sesi : Bülbül, kumru…

Karacaoğlan’ın şiirlerinde öğütler vardır. Doğal olayların oluş biçimi ve sonuçları bilgece dillendirilir. Bu, göçer konar Türkmen yaşayışının, engin deneyimlerin birikimlerinin şiire yansımasıdır. Düşünce varsıllığı yüzyıllar sonra günümüz insanını hayran bırakır.

Yiğit olan yiğit kurt gibi bakar,

Düşmanı görünce ayağa kalkar,

Kapar mızrağını meydana çıkar,

Yiğidin başında duman olmalı !

O, yalnızca şiir söyleyen, saz çalıp obadan obaya gezen bir  şair, bir halk ozanı değil, halkın binlerce yıllık bilgi, görenek-gelenek ve davranış birikimini şiirlerinde ustaca yansıtan bir halk bilgesidir.Yüzlerce yıldır Toroslarda türkü çığırmanın adı Karacaoğlan söylemek olarak yaşamıştır; bugün de aynı biçimde dillendirilir.

Sana derim sana allı gelin, has gelin,

Suya gider, sağ elinde tas gelin,

Çizme olam, ayağına giyersen

Ökçesin de çamurlara bas gelin.

Giyin kutnu kumaş karşımda salın,

Ko desinler, şu yiğidin bu gelin.

Boğum boğum al kınalı el ile,

Gelin olup bize gelesi kızlar.

O yalnız bir halk şairi midir? Hayır. Aynı zamanda bir bestekar-kompozitördür. Kendi adını taşıyan bir beste ve makamın sahibidir. Günümüze ulaşmış halk zevkini temsil eden 500 kadar şiiri olan Aşık’ın birçok eseri yüzlerce yıldır bestelenmiş durumdadır. Hece ölçüsünün yalnız 11’li ve 8’li kalıplarını kullanmıştır. Tasvirleri, benzetmeleri şaşırtıcı güzelliktedir. Bir iki dize içinde okuyanı, dinleyeni hayran bırakan parlak, canlıboyaklı tablolar çizer. Tasavvufun, tekke edebiyatının izleri yoktur O’nun şiirlerinde. Onun aşkı insancıl sevgidir. Gördüğü güzele gönlünü açar, verir. Onda doğa natürmort değildir; canlıdır. Dağlar, yaylalar, ormanlar, pınarlar , çağlayanlar, kuşlar, börtü böcek, bir iki fırça vuruşuyla usta ressamın yaptığını , O şiirleriyle gerçekleştirmiştir.

Yaz gelir de iller çevrilir konar,

Güzeller suyundan içer de kanar,

Altın küpe kulakta mum gibi yanar

Gördükçe artıyor imanım dağlar.

Karacaoğlan’ın dili…Türkmen ağzı…Osmanlı-Divan şiirinden anladığı da görülüyor. Bazı şiirlerinde az sayıda arapça, farsça sözler kullanır. Bu da Osmanlı Divan Şiiri’nden etkilenmediğini ortaya koyar. Buna karşılık  Türkmen ağzına özgü sözleri, deyimleri sık sık ve yerli yerinde kullanır.

Elvan çiçekler sokma başına,

Kudret kalemini çekme kaşına,

Beni unutursan doyma yaşına,

Gez benim aşkımla yar melilmelil.

Türkmen denilince Toroslardan, Çukurova’dan, Münbiç ellerinden daha doğulara, Hazar Denizi şarkına gidelim. ProfBaşgöz orada 26 şiirden oluşan bir cönk bulmuş ve bilim dünyasına tanıtmıştır.

……………………..

O, yaşadığı dönemde beğenilmiş bir aşık ozandır. Aynı zamanda kıskanılmış, ötekileştirilmiştir. 1707’de ölen Aşık Ömer yazdığı Şairname adlı destanda Karacaoğlan’ı önemsizleştirmeğe çalışmış :

Karac’oğlan ise eski meseldir,

Ezgisi çağrılur, haylı keseldir,

Biz şair saymayız öyle ozanı !

………………………

‘’ Aldı Gevheri / Aldı Karacaoğlan ‘’ başlığı altında iki aşığın karşılıklı şiirlerinin bulunması O’nun Gevheri ile aynı dönemde yaşadığını kanıtlamaktadır.

Peki, kimler O’nun etkisinde kalarak şiir yazmış, çalıp söylemiştir ? 17. Yüzyıldan sonra ortaya çıkan halk ozanlarının hemen hemen tümü Karacaoğlan’dan etkilenmiştir. Dadaloğlu, Deli Boran, Seyit Osman, Cingözoğlu, Derdiçok, Beyoğlu…

……………………………………….

Gider oldum, kömür gözlüm, elveda,

Nazlım, bize bu illerden göç oldu.

Senin ile zevk u safa sürdüğüm

Geldi geçti, cümle işler hiç oldu !

Ak yar, melil mahzun bakma yüzüme,

Bir od düştü yanar tadlı özüme,

Dünya zindan görünüyor gözüme,

Nazlım, senden ayrılması güç oldu !

…………………..

Gurbet ellerde, sıla özlemiyle yıllar geçtikçe duygulu ozan içlenir…İçlendikçe şiirlerine ağıt havası egemen olur.

Çıkup yücesine seyran ederken

Gördüm ak kuğulu göller perişan

Bir firkat geldi de durdum, ağladım,

Öpüp kokladığım güller perişan.

Hayal hayal oldu karşımda dağlar,

Eşinden ayrılan ah çeküpağlar,

Dökülmüş yapraklar, bozulmuş bağlar,

Bülbülün konduğu dallar perişan.

Yıkılmış dilberin mamur illeri

Susmuş bülbül söyler her dem dilleri,

Dağılmış sümbülü , solmuş gülleri,

Yüzüne dökülmüş teller perişan.

Karac’oğlander : Ben toy avlamadım,

Arap ata binüp boylatamadım,

Küstürdüm dilberi huylatamadım,

Dilberi küstüren diller perişan !

Halkımız, sevdiği insana gönlünde kabir açar; türbe kurar.Karacaoğlan’ın da birçok yerde mezarı vardır. 96 yaşında öldüğü zaman Maraş Cezel Yaylası’na gömülmüş.

Araştırmaların sonu gelmez. Mersin Mut’un Çukur Köyünde bir tepe üzerinde içinde bir cönk kalmış bir mağara, bazı ev temelleri, su sarnıcı ve yıkık bir kabir vardır. Halk, bu tepeye Karacaoğlan Tepesi adını vermiştir. Belki yüzyıllardır bu adlandırma yerine oturmuştur. Bu tepenin karşısında da Karacakız Tepesi yer almaktadır. Aşık, kış mevsimini burada geçirir; yaz başlarken alır sazı eline, Mut, Gülnar dolayı yaylalara çıkarmış. Yöre halkı için O bir ‘’Ermiş’’tir. Kabrini sık sık ziyaret ederek adak adarlar.

………………………………

Onun büyük sanat dehası , kendisini birinci derecede bir halk ozanı yapmış, şiirleri türküleştirilerek günümüze değin halkın dilinde yaşamaya devam etmiştir.

………………………………………………….

Karacaoğlan araştırması yapan bilim insanları,yazarlar : Ali Ufki, Akşehirli Hoca Hamdi Efendi, Gelibolulu Mustafa Ali, Fuat Köprülü, Sadettin Nüzhet Ergun, İlhan Başgöz, Muharrem Zeki Korgunal, Refik Ahmet Sevengil, Cevdet Kudret Solok, Refik Halit Karay, Mustafa Necati Karaer, V.Radlof, Ahmet Kutsi Tecer, Memed Fuat, Şükrü Elçin,Cahit Öztelli, Yaşar Kemal Göğceli…

…………………………………………..

(*) Dr Emrullah Güney, Prof. Tarihi Coğrafya Öğretim Üyesi.