FERFENE

“ İncirin iyisi olacak. Bazıları acıdır, ekşimiştir. Onlar bozar incir dondurmasını. Ilık suda yumuşatacaksın inciri. Sonra küçük küçük doğrayacaksın. Bu arada süt kaynayacak. O da iyi olacak. Yağı, kaymağı alınmış, makinadan geçirilmiş süt olmayacak. Kaynamış sütü ocaktan indirdikten sonra doğranmış inciri kaselere aktaracaksın. İncirin içindeki maya, sütü bir süre sonra katılaştıracaktır. Daha sonra oda sıcaklığında duracak kaseler. Göre’de bunun üstüne ceviz ufalayıp koyarlar. Varsa fındık da olur. Tarçın da serpilir üstüne.”

Anacığım “incir dökmesi”, ‘’incir uyutması’’ ya da “incir dondurması” dediğimiz, tadına doyum olmaz lezzette sütlü tatlının yapılışını böyle anlattı. Dedem Hüseyin Çavuş, askerliğini İstanbul’da Yıldız Sarayı’nda mutfak eri olarak yapmış. Sultan Hamid döneminde. Orada öğrenmiş bu güzel tatlıyı. Nevşehir yaylasında incir yetişmediğine göre, bu bir Ege tatlısı olmalı. Terhisten sonra dönüp gelince köye, hanımına, gelinlerine bunun hazırlanışını öğretmiş. O zamandan beri bizim evde yapılırmış ve de sevilerek yenirmiş. 1958’de Nevşehir Muhtelif Gayeli Ortaokul öğrencisi olduktan sonra, Göre’ye götürdüğüm birçok arkadaşım da ilk kez tadına baktıklarında pek sevmişti bu tatlıyı . Bana sık sık derlerdi : “ Emrullah, yine sizin eve gitsek de, o incir tatlısından bir daha yesek!”

Bir bayram öncesindeyiz.

İlk gün, komşulardan başlayarak akrabaları ziyaret ediyoruz.

Ellerini öpüyoruz büyüklerin. Onlar da cebimize kuru üzüm dolduruyorlar.

Şekerleme, lokum, çikolata, fındık ezmesi daha yaygın değil.

Kuru üzümün arasında kimi zaman keçiboynuzu da oluyor.

Bir nebze bal tadına varabilmek için, bir çeki odun çiğnemeyi,

dişimizi ağrıtmayı göze alıyoruz. Kaş göz eğe büze yiyoruz çatır çutur.

Bazı evlerden sabah sabah kavrulmuş buğday kokusu geliyor.

Bu evlerde bize kavurga ikram ediyorlar.

Yerel ekonomi, tutumluluk bunu gerektiriyor.

Nevşehir çarşısından şeker, lokum alacak para yok.

Sıcak kavurga…İçinde çetene taneleri var…

Çıtır çıtır, hoş bir koku çıkarıyor yerken…Hoşumuza gidiyor.

Bazı evlerde köftür, pekmez tarhanası ikram ediyorlar.

Üzeri kabuk bağlamış, ağarmış köftür, en pahalı lokumdan, şekerlemeden, çikolatadan daha tatlı. Ceviz, bitirgen, şekerpare çekirdeği de ikram edilen çerezler arasında…

Geze geze yorulmuşuz.

İkram edilenleri yemişiz. İçimiz eziliyor. Netmeli, neylemeli !

Evimize uğramamız gerekiyor. Cebimizdeki fazlalıkları boşaltmak için.

Bazı arkadaşlar, cepleriyle yetinmiyorlar, torbayla dolaşıyorlar.

Öğleden sonrası için planlama yapıyoruz. Herkes düşüncesini açıklıyor.

Hüseyin, işbölümü için görev dağıtıyor.

“ Ismayıl, sen çörek getir. Tamam mı?”

“ Ahmet, sen gabak çerdeği getir, olur mu?”

“ Hazım, sen börtlenmiş yumurta getir.!Sizin tavukların yumurtası çift sarılı olur.”

“ Mehmet, sen ne getireceksin?”

“Abim dün Angara’dan geldi. Baklava getirmiş. Bari onu getiriyim.”

“ Tamam. Mustafa sen bi çömlek ağpakla getir, olur mu?”

“ Ben de incir dökmesi getireyim. Başga ne eksik galdı?”

“ Turşu…Onu da Naci getirsin.”

“ Yenice, Gulüp, Bahar cuvarası!”

“…………….”

“ Cuvarayı kim içiyor ki?”

“İçen olur belki.”

“ Dabancaya mantar!”

“O noolacak ki!”

“ Zaman zaman pencereden dışarı ateş iderik. Şan olsun,namımız yürüsün !”

Gülüşüyoruz.

“Tamam. Bakkal Abdullah Ağa’nın dükkanından al getir o zaman.”

Tüm istekler ne denli masum…Karşılıklı anlaşmaya dayalı.

Zorlama yok.

Kimin evinde ne varsa…Analarımız ne yapmışsa…

Kimseyi sıkıntıya sokmadan…

İkindin vakti toplanıyoruz bir odada. Yere bir örtü seriliyor.

Çevresine oturuyoruz.

Hepimiz 10-14 yaş aralığındayız.

Konuşa gülüşe yiyoruz ortadaki tek bir sahandaki yemeği.

Sıcak, taze çörek olunca daha bir lezzetli her yemek.

Ağpaklanın yanında turşu: domates, biber, salatalık, kelek…

Üzümün de güzel olur turşusu. Buludu, parmak…

Şölen bu işte. Ferfenedir adı.

Daha köyümüzden dışarı çıkmamışız,

Nevşehir’den başka bir kent görmemişiz.

Dünyayı algılayışımız Hayat Dergisi’nin renkli resimlerinden öte geçmiyor.

Haftada bir gördüğümüz sinema filmleri de duygu dünyamızı, düş evrenimizi genişletiyor.

Elbette ferfene bir şölen demektir.

Yalnız yemek de değil…Keyif aldığımız, tadına vardığımız bir hoş yarenliktir.

Gönül ne kahve ister ne kahvehane,

Gönül eş dost ister, kahve bahane.

Bazı evlerde karşılaştığımız insanlarla aramızda geçen konuşmalar,

konuk olarak başka yerlerden gelmiş gelinlik bir genç kızın üzerimizde bıraktığı izlenim…

Çat, Kaymaklı (Eneği), Bahçeli (Mumusun) gibi yerlerden

yatılı konuklarımız da oluyor bazı bayramlar.

Anlatılacak çok şey var…

Ve…

Bu ortak şölene ilgisiz kalan, ya da, gerekli katılımı sağlamayanlarla ilgili, o günlerden kalmış bilgece bir söz…

Yalnız kendi çıkarını düşünenler için kargış…

Yoksulluktan mı, anlayışsızlıktan mı, kıyımsız, cimri, kısmık oluştan mı, görgü-görenek eksikliğinden mi?

“ Adama bak yav! Yarım yumurta ile ferfeneye katılmaya çalışıyor !”