GÖRELİ AŞIK

1965. Ankara Üniversitesi’nde öğrenciyim.

Yaz dinlencemi Göre’de ailemin yanında geçiriyorum.

Yazıya yabana gidiyorum.

Yonca biçiyorum, biçerdövercilere yardım ediyorum, patates suluyorum.

Kurtçukuru’na doğru yürüyorum. Çevlik bağlarına çıkıyorum.

Sarıyaprak’taki bağımıza doğru uzanıp, alaca düşmüş üzümlerden yiyorum.

Aşıklı Dağı’na tırmanıp, dört yana bakmak da hoşuma gidiyor.

Ballıkaya’dan Nevşehir’e, Kızılırmak koyağına bakmak da güzel…

Zaman zaman Nevşehir’e gidip Damat İbrahim Paşa kütüphanesi’nden kitap seçiyorum.

Lisede birlikte okuduğumuz ve değişik üniversitelere dağılmış

arkadaşlarımla buluşup yarenlik ediyorum.

Nevşehir-Niğde yolu asfalt değil daha.

Göre’nin yola yakın evleri, Belediye yapısı toz duman içinde kalıyor bir motorlu araç geçende.

Yol kıyılarında yeni yeni binalar yapılıyor.

Belediye binasının altı da kahvehane.

“Aşık” bağdan dönmüş, fakat evine gitmeden, binanın gölgesine oturup çay içiyor.

Çevreden takılıyorlar.

Aşık! Çay !” diyor birisi. Aşık’ın şiiri hazır. Hem de kafiyeli (uyaklı).

Aşık! Üzüm bağı !” diyor birisi. Yine aynı. Şiir hazır.

Aşık! Ev, bark ! “ diyor bir akranı. Hazır.

Aşık! Görgü, görenek !” diyor bir öğretmen. Hazır.

Bir tantana, bir şamata gidiyor. Gülenler, ciddi durmaya çalışıp da beceremeyenler…

Aşık zeki bir insan. Herkese verecek bir karşılığı var.

İkindi sonrası, gün akşama dönerken,

Kaymaklı yönünden bir otobüs geldi, kahvehanenin önünde durdu.

İçinden bir öbek genç çocuk, genç kız döküldü.

Üstlerini başlarının tozunu, toprağını  çırptılar.

Nerden geliyorlar?

Derinkuyu’da büyük yontu ustası Hakkı Atamulu’nun Anıt Parkı’ nı gezmişler.

Kaymaklı’da Bekir Mermerci’nin büyük çabalarıyla temizlettiği, ortaya çıkardığı,

tanıttığı Yer altı yerleşim merkezi’ni görüp dolaşmışlar.

Genç kızların başında iğreti yemeniler.

Belli ki, Hükümet’in karısı Şerife Bacı’nın ( Hükümet Ana ) armağanı (!) bunlar.

Birisi, kıtır kıtır kuru kaymaktan kırıp kırıp ağzına atıyor.

Eneği hatırası o da.

Başlarında bir genç var. Gezi kolu Başkanı gibi birisi.

Ankara Üniversitesi’nin değişik fakültelerinden öğrenciler bunlar.

Konuşmalarından anlaşılıyor.

O ne derse öbek üyeleri onu yapıyorlar.

O ne derse gülüyorlar.

Gazoz, çay içiyorlar bu arada.

Fakat, ne oldu Aşık’a? Hiç sesi çıkmıyor. Ben izliyorum.

Sanırım, biriktiriyor. Toptan karşılık verecek.

Beldenin ilkokulunda görevli öğretmenler de bekliyorlar.

Amca yav! Siz hep mağaralarda mı yaşarsınız?”

Nevşehir’de demişlerdi ki, Göreliler tandıra çömleği zincirle bağlarlar.”

Amca, yav, şu kara duvar gibi kayalar başınıza düşmüyor mu ?

Yediğiniz, içtiğiniz toz mu sizin ?”

Hep söğüt, kavak ağacı var.Kabuklarını mı kemiriyorsunuz doymak için?”

Gezi Kolu Başkanı delikanlı birden sustu.

Kaymaklı yolundan yükselen toz bulutu dikkatini çekmişti.

Öğretmen Ahmet Güney’in yol kıyısındaki evinin köşesinden

bir davar sürüsü, tozun ardından göründü.

Koyunlar, keçiler hep birlikte

Ağaçayak Mehmet Çavuş çeşmesinin yalağına saldırdılar.

Su içmeğe başladılar.

Çobanın heybesini taşıyan merkep de çeşmeye yanaştı.

Delikanlı durdu, baktı, heyecanla konuştu:

Amca yaaav, sizin köyde ne çok eşek varmış böyle !”

Aşık, delikanlıya baktı, gözlerini kıstı, bir çırpıda içindekini boşalttı:

Delaannı ! O gördüğün merkeptir. Bizim buraya eşşekler hep Angara’dan gelir.”