GÖRELİ GEZİCİ BAŞMUALLİM ŞÜKRÜ BEY

‘’ 1329 senesinde Bulgar işgalindeki Edirne, Türk ordusunun bir baskınıyla kurtarılıyor. Üç nehir şehri, Osmanlı Devleti’nin ikinci paytahtı, Selimiye Camisiyle taçlanmış Trakya’nın dilber şehrinin Bulgar eline düşmüş olması büyük bir ıstıraptı Türk aleminde. Elbet Filibe’nin elimizden çıkması da derin üzüntü yaratmıştı. Üsküp’ün de, Varna’nın da, Selanik’in de…Fakat Edirne’nin mana ve ehemmiyeti büyüktü. Peki, güzeller güzeli Edirne’mizi bize yeniden kazandıran ordumuzun kumandanı kimdi? Şükrü Paşa…İşte ben o efsane kumandanın adını almışım. Babam Hüseyin Çavuş münevver bir köylü. İleri düşünceli. Kahyalık yapmış. İşte ben, 1329 yılında Balkan Savaşlarının acılarının unutulduğu o gün doğmuşum.’’

Göreli eğitimci Şükrü Bey böyle anlatmağa başlıyor. Dinleyenler oğlu ve yeğeni Hüseyin.

‘’ Konya Vilayeti Niğde Sancağı, Nevşehir Kazası Göre Karyesi.’’ Haberleşme ancak telgrafla mümkün. Fakat yalnız kötü haber değil; iyi haber de tez yayılır. Edirne’nin yeniden bizim olması müthiş bir sevinç dalgası halinde Türk ellerini sallamış. Kim bilir, o günlerde kaç çocuk doğdu, kaç oğlana Şükrü adı konuldu, adaşlarımdan kaçı yaşadı da bugünleri gördü; hep merak etmişimdir. Tifo, tifüs, kızamık, kolera, İspanyol gribi gibi hastalıklar savaşlardan daha çok insanı yoketti o yıllarda. Açlık bir yandan…Toprak bire iki bile vermiyor. Erken bahar soğukları, erken güz soğukları … Dolu vurur; ekinlerde başak bırakmaz. Yağışlar düzensiz. Çiftinen koyun, gerisi oyun. Ne meyve, ne sebze. Yalnızca biraz zerdali, biraz üzüm…Ne hekim var, ne ilaç !Hüdai nabit birer canlı gibi insanlar; tesadüfen doğuyor, güçlüyse yaşıyor o perişanlıkta…’’

Göreli Şükrü, iptidai mektebe başladığında Seferberlik sona ermiş, savaş artığı gaziler birer ikişer dönmüşlerdi. Kimisi kolsuz, kimisi elsiz, kimisi bacaksız, kimisi gözsüz

Nevşehir bir kaza merkezi olsa da, maarif işleri ne durumda? En yakın köyler Nar, Uçhisar ve Göre…Mekteplerinde terbiye işleri muntazam sürüyor mu? Düzenli bir mektep binası var mı? Muallimler kim? Maaşları var mı, olsa da , yeterli mi?

İlk mektepte talebeyken Şükrü , Ulusal Savaş sürmektedir. En sevdiği dayısı Mustafa (Kaya) Sakarya Melhame-i Kübrası’nda topçu neferi…Top sesleri Göre’den işitilir. Gök gürültüsü gibi derinden. ‘’ Bizim Mustafa topunu ateşledi, gümletti,’ der köylüler. Gurur duyarlar oğullarının Haymana-Polatlı Cephesi’nde savaşmasından.

Az da olsa, zor da olsa mektuplar gelir. Haftada bir, Nevşehir’deki karakolun küçük zabiti, yanında erat, köyleri dolaşarak ‘’Harbin gidişatı’’ ndan haber verir.

1925’de Göre İlkmektep’i sona erer. Şükrü okuma sevgisini, kıraat malumatını burada alır. Arap elifbasıyla Türkçe kitaplarını severek okur, geniş bilgi sahibi olur.

Daha 12 yaşındayken Kafkas Cephesi’nden, Hicaz-Filistin Cephesi’nden, Doğu Cephesi’nden, El Cezire-Irak Cephesi’nden, Çanakkale-Gelibolu Cephesi’nden gelmiş gazilerle konuşur. Onların serüvenlerini dinler, hatıralarını belleğine yerleştirir, defterine de yazar.

Cephelerdeki erlerimizin gönderdiği mektupları okumak, yanıt vermek de Şükrü’nün severek yaptığı işlerdendir.

Nevşehir Orta Mektebi’nde talebedir artık. İlerde tıp profesörü ve devlet adamı olacak Ragıp Üner ile arkadaştır. Ragıp Bey, yayımlanmış anılarında ‘’ Göreli Şükrü şiir ezberler ve bize onları tam hakkını vererek okurdu,’’ diyor. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Almanca bölümü profesörü ve Dekanı da olan Yaşar Önen, bir başka arkadaşıdır.

Ortamektep bittiği yıl Arap elifbası bırakılır; Latin harflerine dayalı yeni Türk alfabesine geçilir. Sağlam bir Osmanlıca eğitim almıştır o kuşak. Bu, ilerde birçok alanda işe yarayacaktır.

Okulda Fransızca dersi olduğu için yeni Türk alfabesine geçişte hiçbir zorluk çekmez 1928 yılında öğrenciler. Uyum kolay sağlanır.

Ortamektebi bir yıl önce bitirenler Zincidere Köy Muallim Mektebi’ne (Kayseri-Talas) giderler. (Göre’den Halil Özer, Salim Oğuz) Yeni rejim, Kemalist Türkiye eğitim konusunu önemle ele almıştır. Köy, nahiye, kaza…Her yerde muallime büyük ihtiyaç vardır. Maarif Vekili Mustafa Necati Bey kaymakamlıklara yazılar göndererek ortamektep mezunlarının böyle muallim namzetlerinin yetiştirildiği kurumlara yönlendirilmesini ister.

Ortamektepten sonra nereye gidecek Şükrü? Nevşehir’de Lise yoktur. Ya Niğde, ya Kayseri…Nasıl okunacak oralarda? Hüseyin Çavuş yoksul değildir, gurbette oğul okutmanın hakkından gelebilir. Ancak, 1928’lerde Anadolu yollarını, ulaşım sıkıntılarını düşünürsek, bunun nasıl zor olacağını anlayabiliriz.

Maarif Vekaleti’nden gelen bir ‘’müjde’ortamektep çıkışlıları sevindirir. Adana Mıntakası Maarif Emaneti kurulmuş ve başına da meşhur muharrir İsmail Habib (Sevük) atanmıştır.

Hüseyin Çavuş sevinir, umutlanır. Devlet dairesinde bir oğlun varsa, bazı belaları savuşturursun. Şükrü, muallim olmasa da tarlada, bağda, bahçede çalışır, ailenin işlerini görür, yaşar giderdi. Fakat baba, oğlunun aydın bir eğitimci olmasını, devlette bir mevki, makam sahibi olmasını istemektedir.

Yol azığı hazırlanır. Bohçalara konur. Düşülür yollara. Hüseyin Çavuş’un yanında kim vardır? Oğlu Şükrü, yeğeni Ahmet…Ahmet’in babası Gelibolu Savaşlarından, 1915-16’da bir bacağını, iki gözünü kaybetmiş olarak dönen Ağaçayak Mehmet Çavuş’tur ve oğlunu alıp da, değil Adana’ya, Güvercinlik Köyü’ne bile tek başına gidecek güçte değildir.

Yayan, at arabasıyla Eneği, Melegübü, Misli, Andaval, Niğde, Ulukışla…İstanbul’dan gelecek kara tren beklenir orada.

1929-1930 yılında Köy Muallim Kursu’nun talebeleri Adana’nın Ekim sıcağında , mektep önünde , ilk gün Maarif Emini İsmail Habib Bey’in nutkunu dinlerler. Seyhan Vilayeti’nden, İçel Vilayeti’nden, Niğde Vilayeti’nden gelmiş çocuk-gençtir onlar.

‘’ Cumhuriyet idaresi sizlerden çok ümitvardır. Gazi Paşamız hususi bir ehemmiyet vermektedir köy davasına ve köylünün tahsil , terbiye işlerine. Bu bir nimettir sizler için. Tek bir dakikanızı fuzuli işlerle harcamadan, birer muallim namzedi olarak devletimizin münevver birer ferdi olarak istikbale hazırlanmanız iktiza etmektedir. Reisicumhur Gazi Paşa Hazretleri hususi telgrafında sizleri tebrik etmektedir. Hayırlı uğurlu olsun. Sizlere muvaffakiyetler temenni ediyorum.’’

Oğlunu, yeğenini kurs müdürlüğüne emanet ettikten sonra Hüseyin Çavuş aynı yollardan yine döner gelir Göre’ye.

Her yerde hemşehrilik önem taşır. Ezilmemek için dayanışma gereklidir. Nevşehir kazasının muallim namzetleri de birbirlerine kenetlenirler. Şükrü, Ahmet, Ali (Gönen)…

Kurs başlar ve yoğun derslerle sürer. Ciddi bir orta mektep tedris terbiyesi aldıkları için zorluk çekmezler. Muallim oldukları zaman talebeyle münasebetleri ne olacak, nasıl yürütülecek? Pedagoji, psikoloji dersleri ağırdır. Şükrü, en çok, İbrahim Alaaddin Bey’in (Gövsa) kitaplarından yararlanır.

Maarif Emini İsmail Habib Bey bir kütüphane de kurmağa başlamıştır. Eğitim-öğretimle kitap az sayıdadır ülkemizde. Bazıları Fransızcadır. Şükrü ortamektep fransızcasını geliştirir; bu kitapları okumağa, anlamağa çalışır.

Dehşetli Nevşehir yöresi kışını yaşayanlar, bilenler Çukurova’nın ılık havasından hoşnuttur. Kış mevsimi olsa da güneşli günler de yaşanır. Dersler sona erince çevreyi tanımağa çalışırlar. Seyhan Irmağı boyunca yürüyüşe çıkarlar.

Yeni devlet binbir zorluk içinde olsa da, eğitim ordusunun genç neferlerinin beslenmesine önem vermektedir. Belki daha önce günde üç kez yemek yememiş kurs talebesi, ömründe ilk kez düzenli bir beslenme rejimine kavuşmuştur.

Nisan…Akdeniz, Adana’nın nemli sıcakları başlamıştır.

Çukurova yana yana ördolur.

Her sineği can alıcı kurdolur.

Yayla çocukları, delikanlılığın başlangıcında sağlam gövdeli görünseler de bu sıcaklara alışkın değildir.

Derslerde bayılmalar başlar. Eğitim öğretim aksamaktadır.

Maarif Emini İsmail Habib Bey doğrudan Maarif Vekili’ne telefon etme hakkına sahiptir.

‘’ Muallim namzetleri arasında bayılanlar olmaktadır. Her an kayıplarımız olabilir.’’

Ankara’dan gelen buyruk önemlidir: Kurs, derhal Konya Muallim Mektebi’ne taşınacak.

Buyruk uygulanır. Gençler Konya’ya trenle götürülür.

1929-30 Ders Yılı sonunda Köy Muallim Kursu biter. Şahadetnameler dağıtılır. Nevşehir’den üç genç, Şükrü, Ahmet, Ali artık muallim olma hakkına sahip olmuşlardır.

17 yaşındaki genç muallim Şükrü, Niğde Vilayeti Dikilitaş Köyü’ne verilir. Burası Gavur Enehil olarak bilinen muhacir köyüdür. 1340 (1924) Mübadelesiyle köyün Ortodoks halkı Yunanistan’a gönderilmiş; karşılığında Trakya’nın Türkçe bilmeyen müslüman köylüsü buraya getirilmiştir.

Ergin insanlar evlerinde Türkçe konuşmadıklarından, köyün tek muallimi Şükrü Efendi, öğrencilerine önce Türkçemizi öğretmek zorundadır. Akşam da gaz lambasında babalara ders vererek yeni Türk abecesini kazandırır.

Genç Cumhuriyet yönetimi ülkede huzur ve sükunu sağlasa da irtica ilerlemekte, mürteciler yeni rejimi devirmek, hilafeti ve saltanatı tekrar getirmek için çalışmalar yapmaktadır. Bir mürteci grubu köye gelerek bazı kişileri kandırmağa çalışır. Genç muallim köylüyü uyarır ve devletin gücü karşısında bu gerici girişimlerin başarısız olacağını anlatır. Menemen Olayı ardından çevre köylerden birçok kişi, gericilerin etkisinde kalmış insanlar birer birer toplanır ve kış kıyamette yayan yürütülerek Niğde Adliyesi’nde yargılanıp cezalandırılırlar. Dikilitaş Köyü halkı kurtulmuştur. Muallim Şükrü Efendi, köylünün yanlış yola gitmesini önlediği için. Köyün ileri gelenleri Göreli muallime şükranlarını, duydukları sevinci ,onu kucaklayarak gözyaşlarıyla bildirirler.

Dikilitaş muallimi 1932 yılı yaz dinlencesinde, Göre’den akrabası Zatigül Zeynep ile evlenir.

1934 yılı ile 1939 arasında, artık Güney soyadını almış olan Öğretmen Şükrü Bey Melegübü-Derinkuyu Nahiyesi’ne bağlı Suvermez Köyü’nde görevlidir.

Köyün okulu ilkel, bakımsız kalmış, pek perişan durumdadır. Ortodoksların bıraktığı kilise ise sapasağlamdır. Öğretmenin kulağına bazı duyumlar gelmektedir. Köyün ilerigelenleri kiliseyi camiye çevirmek istemektedirler. Oysa ibadet için bir mescit vardır ve gereksinmeyi de karşılamaktadır. Öğretmen, köylüsü marangoz Cicibıyık Süleyman’ı çağırarak, köyden tahta sağlayarak kilisenin tabanını kaplatır, sınıf sınıf bölümlere ayırtır ve böylece eski egliza köyün çocuklarının okuma yazma öğrendiği okul durumuna sokulur.

1939 yılında, ulusal eğitim için yeni bir atılım başlar…Eğitmen kursları için ülkemizin bazı merkezi yerlerinde çalışmalar yapılır. Mahmudiye…Pazarören…Askerliğini onbaşı ve çavuş olarak yapmış köy gençleri kendi köylerinde eğitmen olarak görev yapacaklar…Fakat bunun için bir ders yılı kurs görecekler…

Suvermez Köyünün tek öğretmeni Şükrü Bey, Pazarören Köy Eğitmen Kursu’nda ders vermek için seçilir. Bunda, görev yaptığı yerlerdeki başarısını izleyen, gözleyen maarif müfettişlerinin yazanakları etkili olmuştur.

Muallim Mektebi çıkışlı Nevşehir’li öğretmenler bunu öğrenince Maarif-Kültür Vekilliği’ne telgraf çekerler: ‘’ Şükrü Güney, Ortamektep sonrası Köy Muallim Kursu mezunudur. Eğitmen Kursu’nda ders verecek kapasitede, liyakatte değildir.’’

’Biz burada neyiz; bize neden görev verilmiyor’’ demek istiyorlar. Fakat Vekillik, attığı adımdan geri dönmüyor ve Şükrü Güney, Pazarören Köy Eğitmen Kursu’nda bir ders yılı görev yapıyor.

Nevşehir, Arapsun, Sarız, Felahiye, Pınarbaşı gibi ilçelerden gelmiş köy gençleri Göreli Şükrü Bey’in verdiği derslerle eğitmenliğe adım atıyorlar. Zamantı Çayı kıyısında, çayırlar üzerinde bağdaş kurup oturarak gezgin yazı tahtasına Onun yazdıklarını defterlerine işliyorlar. Daha sonra Köy Enstitüsü olacak bu kursa, Müdür Sabri Kolçak her türlü desteği sağlıyor.

Eğitmen olarak köylere dağıtılan gençleri denetlemek için de Gezici Başmuallimlik kadrosu kuruluyor. Nevşehir-Arapsun köyleri için Şükrü Güney görevlendirilir. Nevşehir öğretmenleri yine ayaklanırlar. Çünkü, gezginlik her zaman oturak yaşamdan daha çekici gelmiştir insanlara. Tekdüze-yeknesak- bir eğitim öğretim yürütmek yerine köyden köye gezmek daha çekici görünmüştür öğretmenlere.

1941-1954 arasında Şükrü Güney Gezici Başmuallim unvanıyla, Pazarören’de yetiştirdiği eğitmenleri denetleyen bir ‘’müfettiş’’ durumundadır.

Kırat, doratEn iyi cins atları sever Göreli Şükrü Bey. . Uzunyayla’nın Çerkes atlarını kasaba pazarlarında arar bulur, beslenmelerine önem verir, kuru üzüm, kesme şeker yedirir. Can yoldaşı, sırdaş. Evde daima yedekte bir atı dinlenir. Sahtiyan İspanyol eğeri sırtına yerleştirir, Ilık suyla dizlerini siler, sevgiyle. Atın kuyruğuna bir düğüm atar, halı heybesinde teftiş defterleri, eğitmenlerin çocuklarına vereceği kitap, defter, kalem, dergi, merhem, kinin, atebrinköylere doğru dört nala sürer ..

Kızılırmak boylarında efsane Gezici Başmuallim Göreli Şükrü Bey idi.

O, hiçbir zaman klasik bir müfettiş, buyurgan, açık arayan, meslekdaşını azarlayan bir denetmen olmamış. Binbir zorluk içinde yaşayan, İkinci Dünya Savaşı’na girmemiş olsa da ülke, eğitimini sıkıntılarla yürütmeğe çalışan maarif erbabı görev bilinciyle çalışmış, öğrenci yetiştirmiş, erginler için de kurslar açarak , özveriyle okuma yazma öğretmiştir.

Şükrü Güney bir rehber anlayışıyla görev yapmış, eğitmenlerin ağabeyi olmuştur. Onların yalnız okul sorunlarıyla değil, ailelerinin sağlık işleriyle de ilgilenmiş, adliyeye düşenlere savunman bulmuş, devletle ilişkilerinde arzıhalci gibi istidalar yazmış, gerektiğinde baytar gibi hayvanına ilaç vermiş, gerektiğinde yabanıl meyve ağaçlarını aşılamıştır.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında ülkemiz, nüfusumuza oranla aşırı kalabalık bir orduyu hazır tutmak zorundaydı. Bir alenin üç gencinin ikisi üniforma giymişti. Hatta baba ile oğulun aynı birlikte er olduğu da gözleniyordu.

Verem, sıtma yaygındı. Bulaşıcı hastalıklar kırıp geçiriyordu köyleri. Çocuk ölümleri ülkenin geleceğini tehdit ediyordu.

Nevşehir Kaza Merkeziydi. Şükrü Bey , Ata Bey Eczanesi’nden aldığı ilaçları konuk kaldığı muhtar evlerinde, eğitmen konutlarında gereksinim duyanlara dağıtırdı.

10, 15 günde bir döner gelirdi Göre’deki evine. Yorgun atını dinlenmeğe bırakır; ötekini hazırlar, ertesi gün yeniden yola çıkardı.

Şükrü Bey, Niğde ve Kilis’te askerliğini yaptı. Üniforma içinde, elinde silah yurt savunmasında, daima eğitmenleri, denetlediği köy okullarını, çok sevdiği atlarını özledi. Aynı yıllarda küçük kardeşi Osman da Trakya Hadımköy’de asker idi. Göre’de tarla tapan işlerini tek başına baba Hüseyin Çavuş yürütüyordu. İki geliniyle, iki güçlü öküzüyle, saban sürerek, kağnıyla altın başaklı sap çekerek, harman dökerek…

Arapsun artık Gülşehir adıyla bir ilçe merkeziydi. Kızılırmak boylarında, Hırka Dağı eteklerindeki köylerde eğitmenli okullar binbir zorluk içinde olsa da öğrenci yetiştirmeyi sürdürdüler.

Demokrat Parti iktidarında, halktan gelen yoğun istek üzerine bazı vilayetler ‘’doğurdu.’’ Niğde’den de Nevşehir çıktı.

Gezici Başmuallim Şükrü Güney’in görevi yeni il düzeninde sona erdi. Bundan sonra görevini ‘’oturak-sabit’’ kalarak yapacaktı.

Nevşehir’de 30 Ağustos-Zafer İlkokulu’na atandı. Ders aralarında avluya çıkar, o yamaçtaki okuldan göründüğü kadarıyla, sisler puslar içindeki Hırka Dağı’na özlemle bakar, dudaklarında bir türkü- duyulur duyulmaz- atıyla geçtiği köy yollarını, eğitmenlerini düşünürdü.

Her gün Göre’den yürüyerek, Hömerti Bağları’nın üstünden ilerleyip, Muhacir Mahallesi’nden geçerek okuluna gelip gidiyordu. Maccan’dan İbrahim Paşa İlkokulu’na atanmış emmioğlu Ahmet Güney ile söyleşerek yol alıyorlardı kimi zaman.

Sonra, il oluş tarihinin adının verildiği 20 Temmuz İlkokulu’nda görev yaptı Şükrü Güney.

Öğrencileri onu çok sevip saydılar. O da onlara karşı, asla kırıcı olmadı, bağışlamayı bildi. Çocuk psikolojisinin kurallarını uyguladı. Öğrencilerine Türkçeyi iyi kullanmayı, Atatürk’ü, hurafeden uzak Türk tarihini, iyi ve anlayarak okumayı, resim çizme sevgisini kazandırdı.

Ve daima, öğrenci üzerinden para kazanmak isteyen okul yöneticileriyle çatıştı; karşı koydu. (V.Y, M.P vb.) Öğrencinin sömürülmesini önlemeğe çalıştı. Her ders yılı başında aldığı kalemleri, kalem açan küçük aygıtları, defterleri , dergileri tek tek armağan etti o ders yılında ders vereceği öğrencilerine.

Şükrü Güney 1957-58 ders yılında Göre İlkokulu’na atandı. Damadı Hamdi Sucu da orada başöğretmen-müdür idi. Artık burada, emekli oluncaya değin kendi köyünün (1965’de belediyeli kasaba) çocuklarına ders verecek; onları geleceğe hazırlayacaktı.

Yıllar, yıllar, yıllar geçip gitti

‘’ Tek bir gün, gidip de bir sağlık ocağına, hastaneye bir hekime ‘’hastayım, bana bir gün istirahat verin, dememişimdir,’’ diye anlatmıştır.

Çünkü o, gezip dolaşmayı, kırları, bağları bahçeleri pek sevdiği ,yabanıl meyve ağaçlarını aşılamayı pek sevdiği halde, ve oralarda mutlu olduğu halde, öğrencilerinin arasında bulunmaktan, görev yapmaktan , dakik davranmaktan daima mutlu olmuştur.

1971 ders yılı başında , gelini Hatice Ünlü’nün uzak bir köye atanması sözkonusu olunca ‘’ Ben emekli olayım da gelinimi benim yerime verin !’’ diyerek İl Eğitim yöneticilerine, ‘’muvazzaf - vazifeli devri’’ni kapattı, eski terimle ‘’mütekait’’ oldu.

Artık daha çok vakti vardı tarla tapanla uğraşmakla geçireceği. Kıraç ekenekleri sıra sıra selvilerle çerçevelemişti. Kaliforniya, Golden, Starking elma türlerini Göre’de ilk o yetiştirmişti. Montafon cinsi sığırları ünlüydü, yarışmalarda yıllar boyu iyi ödüller alıyordu.

Eğitim veremese de günde 3 gazete okuyordu: Cumhuriyet, Milliyet, Akşam…Haftalık, aylık dergileri de izliyordu.

1928 öncesi Osmanlıca kitaplardaki bilgileri ses kayıt aygıtına okuyarak akademik unvan kazanması için oğlunun, yardımcı oldu. Fransız arkeolog, sanat tarihçi, gezgin, Charles Texier’nin Asya-i Suhra ( L’Asie Mineure - Küçük Asya ) kitabındaki Cappadoce , bant çözümlemesi ile yazıya aktarıldı ve 100 sayfayı bulan bu bölüm birçok araştırmanın değerlendirmesine sunuldu.

Çocuk sayısının artmasını 1930’lu, 1940’lı yıllarda devlet teşvik ediyordu. Şükrü Bey yedi çocuk sahibi oldu: Yücel ( rahmetli ) , Feyhan, Ayşe, Türkan ( rahmetli ) , Nazik, E., İlhan.

ABD’nin Irak’ı işgal ettiği günlerdeydi. 1991 yılında Göreli Gezici Başmuallim Şükrü Bey son yolculuğuna çıktı, sonsuzluğa yürüdü .

…………………….