Hiç Bunları Kendine Dert Etmeğe Değer Mi ?

           Hiç Bunları Kendine Dert Etmeğe Değer Mi ?
 
Dicle Üniversitesi’ne geçince, gördüm ki, öğrencilerin elinde kitap yok.
Öğretim elemanları da kitap sahibi değil.
Peki, ne yapıyorlar, derslerini nasıl işliyorlar ?
Saldım çayıra; Mevla kayıra…
Dostlar alışverişte görsün.
Programda dersin adı var, dersi veren var; ne işleniyor; belli değil.
Bu böyle olmaz.
Öğretmen adayları çevre sorunları, ortam bozulması konularında bilgilendirilmeli.
Nasıl ?
 
Madem kimsede kitap yok, biz yazalım.
TBMM Başkanlığı’na bir dilekçe gönderdim.
Gazete koleksiyonlarında,çevre sorunları ile ilgili köşe yazılarının fotokopilerini istedim.
Geç de olsa, gönderdiler.
Bir bavul dolusu yazılar.
Dekanlık makamına gönderilmiş.
Prof Dr Faruk İnce dekan ve benim hazırlığımdan haberdar değil.
 İlgisi de yok zaten. Vermek istemedi kutuyu.
 Ben ısrar ediyorum, o suratını ekşitiyor.
Sayın Hocam, bunları ben istedim, üzerinde adım yok, ama, bana gönderilmiş.”
Vermedi beyefendi.
Sonra, bir toplantı için Ankara’ya gidince,
 sekreterinin masasından “çaldım” onu.  Sekreter kız cıyak cıyak bağırıyordu:
Dekan Bey’e ben ne derim? Suç işliyorsunuz hocam?”
Kızdım: “İstediğini de! Evet, suç işliyorum. Faruk Bey gelince anlat, zorla aldığımı söyle. Bunları ben istedim. Kitap yazacağım. Fakat, Dekanınız toprağı iyi biliyor da, eğitimin e’sinden haberi yok. Kitapsız eğitim olmayacağını da bilmiyor, ilgisi de yok.”
Ardı ardına sıraladım. O kızgınlıkla aldım kutuyu, odama yürüdüm.
 
Başladım ayıklamağa yazıları…Bu benim işime yarar…Bundan yararlanmalıyım.
Toprak, su, hava kirlenmesi…Koşullar, olanaklar, öneriler…
Yoğun bir çalışma…Ayrı ayrı dosyalıyorum her bir konuyu.
Bu arada yüzlerce fotograf arasından uygun olanları seçiyorum.
Haritalarını da çiziyorum.
Yorucu bir çalışma. Ama ereğim belli; şu tarihe dek, bu dosyayı “tekemmül” ettirmeliyim.
Yaz…Ekle…Çıkar…Bu bölüm yetersiz;içime sinmedi, Şu bölüm aşırı yüklü;içime sinmedi.
Nasıl bulacaksın da ortasını; içine sinecek.
Aylar sürdü yazım işi.
Bu arada gayet dakik, derslerimi de yürütüyorum.
Fen-Edebiyat Fakültesinde Arkeoloji Bölümü açıldı; orada ders veriyorum.
Çağdaş Türk Lehçeleri Bölümü’nde ders veriyorum.
Kim değerimizi biliyorsa.
Anfide,bakıyorum 50 öğrenci olması gerekiyor, 10 öğrenci var.
Bu denli bıkık mısınız öğrenmeden, bu denli yılgın,usanık mısınız bilgiden, öğrenmeden.
 
Dosyayı hazırladık: Çevre Sorunları.
İyi,güzel, ala ve rana…Yayınevi nerde?
Aradık, araştırdık; sorduk, soruşturduk. Kayseri’de bulduk.
Bizim Gençlik Yayınları dizisinden çıkacak.
Kıyamete çeyrek kala…gibi bir anlamda duvar saati kapak kompozisyonuyla  yayımlanacak.
Beklemek gerek.
Kayseri’nin eti ne, budu ne? Kitap basma geleneği var mı tüccarlar diyarında?
Taa 1930’larda nitelikli , ciddi kitapların yayımlandığı belde?
Günümüze ulaşmamış o güzel gelenek? Varsa yoksa para kazanma…
 
Sonunda çıktı. Gönderdiler Kayseri’den.
İlk, Dekan Faruk İnce’ye imzalayıp, götürüp takdim ettim. Kutlamadı bile.
Sağlık olsun. Herkesten sevinç gösterisi bekleyemeyiz.
Coğrafya öğrencilerine duyurdum.
 İlgi yok. Daha akıllı telefon salgını başlamamış,
ama, gençlerde kitap edinme alışkanlığı yok.
Okuyup öğrenme mutluluğu önemsenmiyor. Herkes bunalımda.
Başka bölümlerin duyuru dolaplarına koydurdum.
Dekanlık olur verdi mi, ya sakıncalıysa!”
Bir bölüm başkanı böyle dedi ve koydurtmadı dolaba.
Odama gelen öğrencilere, meslekdaşlara armağan ediyorum, 10 dakika sonra kat görevlisi müstahdem alıp getiriyor kitapları. Ağır bir yük. Merdivende kız erkek yarenlik ederken, hassas popoları üşümesin diye kitabın üzerinde oturmuşlar, sonra orada unutup gitmişler.
Ne gerek var taşımağa…İmzalanmış kitabın ne değeri var ki!
 
Kırşehir’de bir meslekdaşa 50 tane gönderdim. Bir süre yanıt gelmeyince mektup yazarak sordum. Paket geri geldi. İçinde, insanı Diyarbakır sıcağında üşütecek bir yazı : “Aynı adı taşıyan kitabı ben yazıyorum. Yakında çıkacak. Bu sebepten,sizinkileri iade ediyorum.”
Peki, sağlık olsun diyelim buna da.
1993’ten bu yana kaç yıl geçti?
24…
Hala bekliyorum sevgili meslekdaşımın eserini…
 
İnternet haberleşmesi yok daha.
Facebook yok daha.
Demirci’den Siirt’e; Karadeniz Ereğlisi’nden Siirt’e eğitim fakültelerine  mektuplar yazıyorum. Örnek kitap gönderiyorum. Odama kitap deposu havası veren görünüm değişsin, kitaplardan yararlanılsın hem de. Erisin o yığın…
Karşılık veren yok…Kitap isteyen yok.
 
Ankara’da bir Sosyal Bilimler Eğitimi Sempozyumu’na katılıyorum.
Hem bildiri sunuyorum, hem de yemek sırasında, dinlence sırasında yanımda taşıdığım kitabım hakkında bilgi veriyorum. Ağrı Eğitim Fakültesi’nde öğretim görevlisi bir meslekdaşa sordum:
“ Arkadaşım, bu adla bir dersiniz var, değil mi? Peki, hangi kitabı izliyorsunuz, hangi konuları ele alıyorsunuz? Öğretmen adaylarının çevre konusunda bilgili, bilinçli olması gerekmez mi?”
Yana yakıla anlatmama önce  şaşırdı, sonra gülmeğe başladı.
Müzikal bir yanıt verdi:
Hiç bunları kendine dert etmeğe değer mi?”
 
                           ……………………………………