İLKOKULDA ÖDEV ve BİR KİTAP SAYFASI

Öğretmen Yüksel Demirsoy.

Nevşehir'e yerleştirilmiş bir ''muhacir'' ailenin çocuğu.

Onlara ''1340'te gelenler'' deniyor.

İlkokul 4. sınıf öğrencileri için 1340 nedir?

Eğer bir öğreten olmazsa ,bu tarihin 1924'e denk geldiğini biz nereden bileceğiz ?

Yüksel Bey'in ilk görev yeri burası.

Dili hala Rumeli Türkçesi. Bazı sözcükleri değişik söylüyor. Biz gülüşünce anlıyor; yüzü pembeleşiyor.

Her gün sabah Nevşehir'den, Muhacir Mahallesi'nden yürüyerek geliyor, öğle sonrası saat 15.30'da yürüyerek gidiyor.

...........................

Bize ödev veriyor. Herkese ayrı konu. Aynı konu olursa herkes birbirinden kopya eder.

Bana Rafael'in yaşamı düşüyor. Komşum Mehmet Metin'e de Rembrant...

Ödev konuları pek çeşitli.

- Bir gününüz köyde nasıl geçer ?

-Dedeniz, akrabanız İstiklal Harbi gazisi mi, bir harp hatırasını dinleyip yazın.

-Ne ekip biçiyorsunuz? Geçiminiz nasıl ?

-İlerde hangi mesleği seçmek istersin ?

-Okulumuzun eğitim öğretimi daha iyi nasıl olabilir?

-İl merkezi Nevşehir'i gördün mü? Dikkatini çeken ne oldu ?

- Evinizde kitaplık var mı?

- Ailenizde memur var mı, anlatın !

...................................................

Niğde Lisesi'nden mezun olup Ankara'ya giden, Hukuk Fakültesi'nde öğrenci olan Yücel ağabeyimin kitapları var, tahta bavulda duruyor. Birçoğuna bakıyorum. Rafael'i anlatan kitap yok.

Feyhan Ablam da ilkokulu bitirmiş, Türkan ablam da, Nazik ablam da...

Onlara soruyorum. Ressam olduğunu biliyorlar Rafael'in. O kadar.

Ben bulamadıktan sonra Mehmet hiç bulamaz Rembrant hakkında bilgi.

Onun ağabeyi şimdi Ankara'da; hava assubayı. O da bu okulu bitirmiş.

'' Ağabeyimin kitaplarını tandırda tutuşturak olarak kullamışlar,'' diyor.'' Tek bir tane kalmamış.''

Acınıyorum. Kitap yakılır mı?

Babam öğretmen olduğu için bize hep diyor : '' Bu kitaplar ilerde ortaokulda okurken de işinize yarayacak. Onları iyi saklayın.''

Bu nedenle ağabeyimin, ablalarımın kitapları dolaplarda, bavulda duruyor...

......................

Netmeli, neylemeli ?

'' Mehmet, gidip Nevşehir Damat İbrahim Paşa Kütüphanesi'nde arayalım bu ressamları ?''

'' Bulabilir miyiz ki ?''

'' Tabii canım, olmaz mı? Muhakkak vardır ressamları anlatan bir kitap.''

Soğuk bir kış günü. Karlı...Kızılırmak yönünden kuz yeller esiyor.

Cumartesi günü saat 13'e değin ders var. Bizim eve gidip ivecen ivecen yemek yiyoruz. Niğde Sosesi'ne inip yürüyoruz. Bir kamyon da geçmiyor ki bizi alsın. Göğsümüze, gömleğimizin altına koyduğumuz gazete bizi koruyor soğuktan.

Hava öyle soğuk ki, gözlerimiz yaşarıyor, donuyor ve canımızı yakıyor.

Elimizde birer defter yürüyoruz. Parmaklarımız hissizleşmiş.

Yerler buzlu...

Mehmet dengesini yitirip düşüyor. Kalkıyor, fakat topallıyor. Dizini çarpmış.

Biraz sonra telaşla ceplerini yokluyor. Tek tek bakıyor.

'' Emrullah yav,'' diyor.'' Ben galemimi düşürmüssüm.''

Geri dönüp, düştüğü yeri arıyoruz. Karın, buzun içinde çer çöp var da, kalem yok.

Derin bir acı yüzünde. Babası Cabbar Mustafa Ağa kim bilir ne zorlukla aldıydı o kalemi.

'' Acınma artık,'' diyorum. ''Bulamadık. Ben yazımı bitirince sana veririm galemimi, yazarsın.''

Yedek kalem almak aklımıza gelmemişti ki...

.....................

'' Yanınızda kimlik var mı?''

'' Kimlik nedir ki? ''

'' Bir de ilkmektep talebesi olacaksınız. Hüviyet, hüviyet.''

'' Yok.''

'' Göre İlkmektebinin hocası kim ki, talebesi ne olsun ?''

Kütüphane memuru daha baştan bizim tüm şevkimizi kırıyor.

Ben daha önce de gelmiştim buraya. Fakat Mehmet ilk geliyormuş. Sobanın yanında ellerini ısıtırken kubbeye bakıyor hayran hayran. Buraya ödev yapmaya geldiğimizi unutmuş gibi. Kent ilkokulunun çocukları, lise öğrencileri de var, epey kalabalık, ders çalışıyorlar. Sessiz bir ortam. Fısır fısır konuşuyorlar. Onlar rahat. Ya biz ? Bir de köye dönüşümüz var. Günler kısa. Göre Çayı Koyağına gece erken iner.

Memur topallaya topallaya gidiyor, bastonunu tak tak yere vurarak. 10 dakika sonra elinde kara boyaklı, ciltli koca bir kitapla dönüyor.

'' Bu ansiklopedinin içinde aradığınız ressamlar var. Alın bakalım. Boş bir yer bulun, oturun. Defterinize yazın. ''

Baktım: R harfi. Tamam, iki ressam da bu cildin içinde.

Rafael'i yazdım defterime. Mehmet'e verdim. Sobanın başına ben geçtim. O sırada memur dışarı, avluya çıktı. Baktım, Mehmet izliyor adamı gözleriyle.

Soba öyle güzel ısıtıyor ki. Nevşehir'de öğrenci olsam, her gün okulda derslerim sona erince buraya gelir, ders çalışırım, kitap okurum.

Memur arada bir yüksek sesle duyuruyor : '' 20 dakika sonra kapatıyoruz kütüphaneyi. Ona göre haa! Toparlanın gayri !''

Gözlerim kapanıyor. İyice ısınmışım; gevşek...Yorgunum.

'' Tamam,'' diyor Mehmet. '' Rembrant adlı ressam işi bitti.''

'' Ne kadar süratli yazdın,'' diyorum. Mehmet gülüyor.

Çarşıya iniyoruz. Hava kararmış. Bir kurukahveciden hoş kokular yayılıyor. Fırından da taze ekmek kokusu dağılıyor. İki uzun simit aldım; tanesi 10 kuruş; birini Mehmet'e verdim. Ellerimizi yaktı simitler. Vitrinde tahinli simit de albenili. Ondan alacak para yok ikimizde de. 25 kuruş, çünkü, tanesi.

.......................

İki gün sonra Kütüphane'nin topal memuru bir seleli motosiklete binmiş, okulumuza geldi. Elinde bir çanta taşıyordu. Müfettişlere alışkındık da...Bu adam niye geldi? Pencereden gördük. Mehmet titremeğe başladı. Soğuktan mı ?

Dersteydik. Yüksel Bey anlatıyor, biz dinliyorduk.

Memur, okulumuzun başöğretmeni Salim Oğuz ( 1953'te, Birinci sınıfta bana okumayı, yazmayı öğretmişti ) ile dersliğe girdi. Salim Bey, öğretmenimizin kulağına fısır fısır bir şeyler anlattı.

Memur bizlere baktı...Bana ve Mehmet'e gözlerini dikti. Biz irkildik.

'' Yüksel Bey Hocam,'' dedi. '' İki talebeniz bizim kütüphaneye geldi. Onları şimdi tanıdım burada. Ödev vermişsin. Ansiklopedi'nin R harfi cildini verdim. Fakat, kitaptan bir sayfa eksik. Tam da ertesi gün Maarif Vekaleti Müfettişi geldi. Ansiklopedi cildi Müdür Bey'in masasının üzerindeydi. Aldı, baktı. Bir sayfanın eksik olduğunu gördü. Müşkül durumda kaldık. O sayfa belki hala o talebenin elindedir.''

Yüksel Bey apal oldu. Kızgın. Uzun boylu. Sallanır gibi oldu. Mehmet'e baktım. Titremesi artmıştı.

Memur elindeki bastonla sıraların arasında geziyordu. Bizim önümüze geldi. Baktı sert sert.

'' Tamam,'' dedi. '' Bu iki talebeniz gelmişti ödev yapmağa.''

Yüksel Bey bağırdı. '' Emrullah, kitabın sayfasını sen mi yırttın ?''

Betim benzim apak oldu. Ben de Mehmet gibi titremeğe başladım.

'' Yok öğretmenim. Ben yırtmadım. Kelime kelime yazdım Rafael'i.''

'' O zaman Metin Mehmet yırttı o sayfayı.''

Mehmet ağlamağa başladı. Pek zavallı bir görünüşü vardı. Avurtları çökük...Ağlarken gözleri kanlanmıştı.

'' Cezası çok mu öğretmenim, ''dedi zorlukla.'' Babamı asarlar mı?''

Topal memurun güldüğünü gördük. Yüksel Bey de gülümsedi. Arkadaşlar uğul uğul...

Hala cebindeymiş o sayfa, Rembrant'ın anlatıldığı madde. Buruşmuş, ıslak. Çıkardı. Eliyle, sıranın üstüne koyduğu o sayfayı düzeltmeğe çalıştı. Ütüler gibi.

Salim Bey sert bir başöğretmen idi. İlk kez gördüm yüzündeki acıma duygusunu, gülümsemesini . Geldi, Mehmet'in başını okşadı.

'' Tamam, kes artık ağlamayı,'' dedi.

Memur aldı buruşuk sayfayı, bize gülümseyerek baktı. Yırtık sayfayı çantasına yerleştirdi. Öğretmenlerle tokalaştı.

Pencereden baktık, izledik ; seleli motoruna bindi, pat pat pat ; okulumuzun avlusundan çıktı, Niğde şosesine indi, gözden yitti gitti.

Yüksel Bey bir süre konuşmadı. Salim Bey birşey diyecek mi diye bekledi, dalgın dalgın karlı sisler, puslar içindeki Ballıkaya'ya baktı.

Sonra derslikten çıktı, yanında Salim Bey'le , öğretmenler odasına girdi.

Mehmet hala titriyordu, ama artık ağlamıyordu.

Soğuk, karlı bir kış günü...Göre ilkokulu'nda iki gün böyle geçti...