İSLAM’I DÜŞÜNMEK Bir Dini Anlama Denemesi’

Alman yazar Frank Griffel’in yazıp, Mücahit Kaya’nın Türkçeye tercüme ettiği kitap Albaraka yayınlarından çıktı.

Eser şu ara başlıklardan oluşmakta.

İslam çiçek açan bir deve dikeni midir?

Modernite - ve İslam moderniteye nasıl yaklaştı?

İslam kültüründe bir çöküş yaşandı mı?

Tamamen farklı bir felsefe

Müphemlik, sentez ve ilerlemede eksiklik

Fundamantalizm ve… Sömürgecilik

Müellif kitabıyla ilgili; ‘… sadece İslam hakkında yazılmış bir kitap olmadığını, aynı zamanda 21. Yüzyıldaki Almanların/Batı’nın ıslama dair düşüncelerimiz hakkındadır’ diyor.

Yazar genel olarak, birçoğumuzun okuduğu Tolstoy’un ‘Hacı Murat’ romanına atıf yaparak başladığı kitabında yargıda bulunmaktan ziyade bahsi geçen konularda batıdaki ve İslam dünyasındaki bilim adamlarının görüş ve düşüncelerine yer vermektedir.

Yazarlıkta objektifliğin zorluğunu kabul etmekle beraber Griffel’in olabildiğince objektif olduğunu söyleyebilirim. Eseri ‘Kayıp Aydınlanma…’ kitabının tamamlayıcısı olarak gördüm.

Fazla hacimli olmayan kitabı okuduğumda başımı ellerimin arasına alıp düşünürken en azından kaybettiklerimizin neler olduğunu, kaybettiklerimizi neden kaybettiğimizi öğrenmiş oldum. Bu yönüyle faydalı bir eser olarak buldum.

Yazar, İslam dini dâhil ‘…dünyadaki birçok din son iki yüz yılda Hıristiyanlıkla, özellikle de Protestan Hıristiyanlığı ile uyumlu hale gelmiştir’ diyor. (22) Bu husus iyi düşünülmelidir.

Müellif, Avrupa’daki değişimi, modernliğe geçişi şöyle izah ediyor; ‘19. yüzyılda Orta Avrupa’da yaşam koşullarının iyileşmesi, çocuk ölümlerinin büyük ölçüde düşmesi ve ortalama yaşam süresinin artması sonucu bir nüfus patlaması yaşandı.’

Doğum oranındaki düşüşü modernliğe doğru gidişin önemli bir göstergesi olduğunu söyleyen yazar, insan ne kadar çok ilerleme kaydedip gelişirse çocuklara o kadar az ihtiyaç duyar ve çocuk yapmamaya karar verir demektedir.

Sanayileşme her ne kadar modernleşmenin eş anlamlısı değilse de bundan hâlî de düşünülemez. Nitekim 18. yüzyılın sonunda İngiltere, 19. Yüzyılın ortasında Belçika daha sonra kuzey Fransa ve ardından Almanya sanayileşmeye başladı. Buralarda başlamasının sebebi, demir ve çeliğin hammaddesi olan kömürün bu havzada çıkmasındandır. İmkânın gelişmesiyle modernleşme kendiliğinden gelmektedir.

Batıda ve dünyada olanları anlayabilmek için 1789 Fransız devrimini iyi anlamak gerekir. Çünkü bu ihtilal sadece Fransa ve Avrupa değil tüm dünyada yeni bir dalgalanmaya sebep oldu. Bu ihtilalle riyasete mesafeli duranların bile aktif hale geldiğini görüyoruz. Hak arayışları arttı, sendikal faaliyetler çoğaldı. Buna bağlı olarak Avrupa’da doğum oranının düşmeye başladığını gördük. Buna tepki veren ilk ülke de Fransa’dır.

İslam dünyasında doğum oranının düşmeye başladığı ilk ülke Türkiye, (1962) ardından Mısır oldu. (1968) İç ve dış tazyiklere rağmen İslam dünyasındaki doğum oranlarındaki düşüş 20. yüzyılın çeyreğine kadar istenilen mânâda gerçekleşmedi.

Dünyada bazı tarihler vardır ki hem Hıristiyan hem İslam dünyası için önemlidir. O tarihler arasında 1040, 1299, 1453... yıllar Türkler için; 1095, 1492… gibi yıllar da Batı için önemlidir.

1040 Türkler’ in -Müslümanlar- Büyük Selçuklu olarak ortaya çıktığı, 1299 Osmanlı cihan imparatorluğunun kurulduğu, 1453 ise bir çağın kapanıp bir çağın açıldığı Bizans’ın (İstanbul) fetih tarihidir.

Batı -Hıristiyanlar- için 1095 ilk Haçlı serflerinin başladığı tarih olmasının yanı sıra Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında kapanmayacak yaranın açıldığı tarihtir. O yara hala kanamaktadır. 1492 ise Avrupa’daki son Müslüman varlığına (Endülüs’e) son verilen tarihtir. Bu tarih ayrıca Hristiyanları cesaretlendirirken yeni keşiflerin de önünü açmıştır.

BATININ MÜSLÜMANLARA KARŞI İYİLİKLERİ!

En dikkat çekici husus; Batı’nın sömürge mantığını değiştirmesidir. Geçmişte işgal ettikleri ülke ve şehirlere kendilerinden birini yönetici olarak bırakırken, daha sonra kendileri gibi düşünen yerlileri bırakmaya başladılar... son tarihlerde ise güvercin görünümlü bir tutum içerisine girdiler.

Bilindiği üzere Amerika Irak’ı nükleer silah bulundurduğu iddiasıyla, yanına aldığı bazı ülkelerle 2003’te işgal etti. İşgal sonrası böyle bir silahın olmadığı ortaya çıktı. Çıktı ama iş işten çoktan geçmiş oldu. İşgalden bu tarafa yaklaşık 1,5 milyon masum Iraklı öldü. Irak üç kantona ayrıldı ve bir türlü istikrara kavuşamadı. Ne hikmetse ülkede terör de bir türlü bitmiyor.

Tüm bu olanlara/yaşananlara rağmen işgallerini mazlum Irak halkını kurtarmak için yaptıklarını söylemezler mi?

Tıpkı 1798’de Napolyon da ‘Piramitler Savaşı’nda Mısır’ı yendiğinde/işgal ettiğinde aynı argümanı kullanmıştı. ‘Biz Mısır halkına huzur getirdik, korumaya geldik’ demişti.

Nitekim savaş sonrası Napolyon yazıp dağıttığı bildiride şöyle diyordu; ‘müfterilere, sizi zalimlerin elinden kurtarmak için tek başıma geldiğimi ve onlara Tanrıya ibadet ettiğimi, peygamber Muhammed’e ve yüce Kuran’a Memluklerden daha fazla saygı duyduğumu söyleyin…” (30,31) metinde Osmanlı değil de Memlükler demesi de dikkat çekicidir.

Bu retorikten etkilenen Mısırlılardan bir kısmı kısa süreliğinde de olsa inandı. Fakat daha sonra Fransızlar askeri üstünlüklerini korumak için halka zulmettiklerini görünce durum değişti, hoşgörü düşmanlığa dönüştü... Osmanlının da yardımıyla Fransızlar birkaç ay sonra Mısır’ı terk ettiler.

BİLİM EVRENSELDİR

Bilim evrenseldir. Bilim tahterevalli gibidir. Hiçbir millette sürekli kalmamıştır. Devamlı el değiştirmiştir. 13. Yüzyıla kadar istisnasız bilim konusunda dünyanın bir numarası özelde Türkler, genelde Müslümanlardır. Bu ayırımı özellikle yapıyorum. Zira Orta Asya tarihine vakıf olan aklıselim hemen herkes bu durumu kabul edecektir.

Geçmişte böyleyken niçin bu özelliğimizi kaybettik? Bunu hepimizin çok iyi düşünmesi gerekir.

‘Tarihi galipler yazar’ diye bir gerçeklik vardır. Bugünün galibi kabul etsek te etmesek te batılılar. Dolayısıyla dünyada oyunun kurucuları da onlar.

Biz dinli dinsiz herkesten faydalanma yolunu seçerken, fikir özgürlüğünü ve ilmi öncelerken üstündük. Biz bunları yaparken onlar bağnazca davranıyordu. Şimdi onlar bunu yapmaya çalışıyorlar.

Geldiğimiz noktada biz bu anlayıştan vazgeçtik. Kendi değerlerimizi ötelemeye başladık.

Yalnız onlarla farkımız şudur; biz vererek ve bölüşerek medeniyet inşa ederken, onlar alarak ve öldürerek medeniyet inşa etmeye çalıştılar. (Bu konuda Fuat Sezgin iyi okunmalı iyi anlaşılmalıdır.)

İSLAM MÜPHEM MİDİR?

İslam’ın ilk yıllarından itibaren mutlak gerçekliği belli olmasına rağmen müşrikler başta olmak üzere Yahudi ve Hıristiyanlar Peygamberimiz özelinde İslam hakkında olumsuz ne söylenmesi gerekiyorsa söylediler ne yapılması gerekiyorsa yaptılar.

Ne ilk dönemlerde ne de günümüzde bu çalışmaları ile dinimiz ve kaynaklarımızı tahrip ve tahrif etmeyi bir türlü başaramadılar. Bu çalışmalarını sonlandırmadılar da. Zira en güçlü rakip olarak İslam’ı görüyorlar.

Günümüzün de konusu olan ve 1990’da çekilen ‘The March’ filmi üzerinden mülteci/göç konusuna da değinen yazar, kitabı da bu konuyla bitirmektedir.

Okumak güç, bilmek ise güçlü olmaktır.

Ahmet BELADA