​KANLI GÖMLEK

HZ. OSMAN’IN ŞEHADETİ
Ömer Rıza Doğrul

Mehmet Akif Ersoy’un damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından yazılan “Kanlı Gömlek” kitabı birçok kimse tarafından bilinir. Bilindiği kadar okundu mu onu bilmiyorum. Bu kitabı gençlik yıllarımda okumuştum. Son günlerde Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından neşredilen kitabı merakıma mucip tekrar okumak istedim. Okudum. İyi ki de okumuşum. İnsanın yaşı ilerledikçe anlayışı da ona göre değişiyor/gelişiyor.
(Gençlik ve Spor Bakanlığı (Eğitim, Kültür ve Araştırma Genel Müdürlüğü) son yıllarda birçok değerli kitap neşretti. Gençlerimizin istifade etmeleri için iyi bir fırsat. Tavsiye ederim.)
Hani denir ya “Tarih tekerrürden ibarettir.” tıpkı böyle bir şey. Geçmişimiz, tarihimiz tecrübî zenginliklerle dolu olmasına rağmen maalesef yeterince istifade etmedik/edemiyoruz.
Kanlı Gömlek, isminden de anlaşılacağı gibi Hz. Osman’ın şehit edilmesi esnasındaki kanlı gömleğini konu alıyor. Konu alıyor ama o kanlı gömleğe giden yol nasıl ve kimler tarafından nasıl yürütüldü? Şehadetten sonra çıkan fitne nasıl organize edildi? Roman tüm bu ve buna benzer hadiselere ışık tutmaktadır.
Kitapta o kargaşa dönemi nasıl yönetiliyor, çıkan fitne nasıl canlı tutuluyor, fitnenin biri bitip bir diğeri nasıl başlıyor/başlatılıyor hepsini ve daha fazlasını göreceksiniz.
Gene bu kitapta Nâ-hoş bu olayın sonunda bir insanın (Ali) nasıl ulûhiyet mertebesine çıkartıldığını, İslam dünyasının başına bela olan fikir ayrılıklarının o günden günümüze nasıl taşındığını bu kitapta göreceksiniz.
Sebe oğlu beş arkadaşıyla Yemen’in kuytu ve izbe bir dehlizinde gizli bir toplantı yaparlar. Bir lider seçerek başladıkları toplantıdan sözleşerek çıkarlar. Mutlak itaat edeceklerine dair söz veren teröristler, verilen grevi yerine getirmek için işe koyulurlar.
Sebe oğlu Medine’de kalarak, diğer dört arkadaşından birini Kufe, birini Mısır, birini Basra ve bir diğerini de Şam’a gönderir. Görevlendirildikleri şehre giden örgüt üyeleri aldıkları talimatlıları gittikleri yerde uygulamaya koyarlar. İlk yapacakları iş gittikleri şehirde tolumda itibarlı ve apoletli insanlarla iyi
ilişki kurmaktır. Bundan da önemlisi bulundukları yerde gerek dini ve gerekse sosyal yönden sayılan ve sevilen insan olmalarıdır.
Gerekli güven ve itimadı sağladıktan sonra ufak ufak ve ince ince yönetimdeki zaaflardan, iktidarın yolsuzluk ve haksızlıklarından, akraba eş-dost kayırmacılığından bahsedilecek. Daha da ileri giderek, illerdeki yanlış uygulamalar, sadece valilerin yanlış uygulamalarından değil, bunlar için gerekeni yapmayan Halifeden kaynaklandığı ileri sürülecek. Bir adım ilerisi onunla da yetinmeyip Basra’dakiler Küfe’nin, Küfe dekiler Şam’ın, Şam’dakiler Mısır’ın hepsi de Medine’nin huzursuzluğundan, şehirlerin haksız ve yolsuzluktan fokur fokur kaynadığından bahsedilecek.
Tüm bunlar adım adım uygulamaya konur. Belirli aralıklarla diğer arkadaşlarını ziyaret eden Sebe oğlu ortamın olgunlaştığını görünce bahsi geçen şehirlerden seçilen ekiple halifenin yanlış uygulamalarını düzeltmesi için hilafet merkezi Medine’ye gelirler.
Anlatılan şikâyetlerin ardından merkez tarafından yapılan tahkikat neticesinde her ne kadar bu adamların dediği gibi bir huzursuzluk olmadığı tespit edildiyse de artık taş yerinden oynamış, süt memeden çıkmıştır.
Muhtelif şehirlerden gelen, daha sonra “BAĞYΔ ismini alacak olan bu grubu, Hz. Osman konuşmasıyla ikna ederek geldikleri şehirlere geri göndermeyi başarır. Başarır başarmasına ama bir ulak vasıtasıyla gönderilen ve içinde halifenin imzasını taşıyan mektup, gitmekte olanların geri dönmesine sebep olur. Çünkü mektupta gelenlerin öldürülmesi yazılıdır. Bu kez iş biraz daha ciddidir.
Hz. Osman mektubu kendinin yazmadığını söylemişse de bağyiler bir türlü ikna olmazlar.
Gerçekten böyle bir mektup varımdır? Varsa şayet bu mektup aynı anda diğer şehirlere gidenler için de mi gönderildi? Eğer öyleyse aynı anda nasıl hepsi birleşerek Medine’ye geldiler? Tarih boyunca bu ve buna benzer sorular hep soruldu. Sorulacak ta.
Artık muhasara başlamış iş diplomasi/diyalogla çözülmeye çalışılacaktır. Bu esnada başta Hz. Ali olmak üzere sahabenin önde gelenlerinden, Peygamberimizin “Havarîlerim” dediği Zübeyir Bin Avvam, Talha Bin Ubeydullah’ın yanı sıra Muğire Bin Şube birbirinden değişik teklifleri ileri sürmelerine rağmen Hz. Osman “Müslüman kanının dökülmesini istemem” diyerek reddetmiştir.
Hz. Ali gelenleri teskin ve teselli etmek için elinden gelen tüm çabayı göstermesine, hatta iki oğlunu Hz. Osman’ın kapısında nöbetçi bırakmasına rağmen, sanki bu olayları onun tezgâhladığı gibi bir takım suçlamalara maruz kalmıştır.
Her şeyin korkunç boyutlara ulaştığı bir anda Muğire Bin Şube Hz. Osman’ın yanına girerek; “A) Sizi Şam’a Muaviye’nin yanına götüreyim. B) İstemezseniz Mekke’ye götüreyim. C) Yok, bunu da kabul etmezseniz askerleri toplayıp bunları kılıçtan geçireyim” der. Bunları da kabul etmez. Nâçar oda orayı terk eder.
Kapılar tutulur. Bir şey olmaz derken bir yolunu bulup, damdan içeri giren birkaç bağyi Hz. Osman’ı Kuran okurken şehit ederler, onu korumak için elini uzatan hanımı Naile’nin de parmaklarını keserler. Artık o saatten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. İş işten geçmiş ve önü alınamayan büyük bir fitne kapısı açılmış olur.
Medine dâhil, tüm İslam beldelerinde bu olay dalga dalga yayılır. Panik ve kaos alır başını gider. Herkesin gözü Hz. Ali’dedir. Fakat böyle bir ortamda iş başına geçmekte kolay değil. Cenazenin kalkmasına da müsaade etmeyen fitneciler, zorla da olsa Hz. Ali’nin halife olmasını sağlarlar. Sahabenin önde gelenlerinden Talha ve Zübeyir başta olmak üzere yeni halifeye biat edilir. Hz. Ali derhal işe koyulur. Önce valileri değiştirir. Bazılarının özellikle Şam valisi Muaviye’nin kalması istenirse de onu da değiştirir.
CEMEL VAKASI
Bu esnada hacda olan Ayşe annemiz Medine yolunda durumu öğrenir. Derhal geri Mekke’ye döner. Her ne kadar bu olayın olmaması için çalışmışsa da o Hz. Ali’den şüphelenir. Hz. Osman’ın katillerinin yakalanıp cezalandırmasını ister. İstenen yaklaşımı görememiş olacak ki, Talha ve Zübeyir’i de yanına alarak, Hz. Ali ile Basra yakınlarında karşı karşıya gelirler. Bütün çabalar görüşerek olayı halletmekten yana iken fitneciler anlaşılırsa bizim isimiz biter endişesiyle sulhun sağlanmasına mani olurlar. Beklenmedik bir anda atılan bir okla iki taraf birbirine girer. Maalesef yaklaşık 10 bin kişi şehit olur. Tarihte “CEMEL VAKASI” diye geçen bu olay İslam dünyasında derin bir yara açar. Talha ve Zübeyir de o savaşta şehit düşer.
SIFFÎYN SAVAŞI
İş burada bitmez. Muaviye, Hz. Osman’ın kanlı gömleğini, hanımının da kesik parmaklarını alarak Şam merkezli bölgede büyük bir propagandaya girişir. Zaten bölgeyi çok iyi tanıyan iyi yöneten Muaviye, çok kısa bir sürede büyük bir orduyla Hz. Ali’nin karşısına çıkar. İki ordu Kufe yakınlarında Sıffîyn denen mevkide büyük bir mücadeleye girişirler. Kanlı bir çarpışmanın ardından Hz. Ali tam işi bitirecekken Amr Bin As’ın dâhiyane görüşüyle bir gece süngülerin ucuna Kuran Mushaflarını takarak savaş meydanına çıkarlar. Hz. Ali bunun hile olduğunu söylese de askerler ‘biz Kuran’a el kaldırmayız’ diyerek savaşı bırakırlar.
HAKEM/TAHKİM ve HARİCİLER
Görüşme neticesinde olay hakeme havale edilir. Hz. Ali ilk Müslümanlardan Ebu Musa el-Eşarî’yi, Muaviye de Arabın dört dâhisinden biri kabul edilen Amr Bin As’ı hakem olarak seçer.
Hakemler yedi ay gibi uzun bir süre çalıştıktan sonra Ali’nin de Muaviye’nin de halifelikten azline karar veririler. Yeni halifeyi ümmetin belirlemesi istenir. Karar bu. Fakat iş, alınan bu karara göre neticelenmez. Zira Amr, sen İslam’a ilk girenlerdensin diyerek önce kararı Ebu Musa El-Eşarî’nin açıklamasını ister. O da alınan kararı aynen açıklar. Ardından Amr kürsüye çıkar. Oda tam tersi bir ifadeyle; ‘Nasıl Ebu Musa, Ali’yi halifelikten azletmişse ben de Muaviye’yi halife olarak ilan ediyorum’ dedi. Dedi demesine ama ortalık birden karıştı. Yukarda söylemeyi unutmuştum. Hz. Ali Ebu Musa’nın hakemliğini istememişti. Fakat diğerlerinin ısrarı üzerine kabul etmek zorunda kalmıştı. Amr’a “kezzap” (yalancı) diye bağırdılar ama nafile.
Tam bu esnada “Allah’ın ayetleri varken siz hakeme müracaat ettiniz” diyerek Hz. Ali ve Muaviye’den ayrılan ve adına “HARİCİLER” denen yeni bir grup ortaya çıktı. Bu grup Hz. Ali’yi, Muaviye’yi ve onlara tabi olanları da küfürle itham ediyorlardı. Uzun süre ümmet-i Muhammed’in başına bela oldular. En son İŞİD denen terör grubu da beyle bir anlayışa sahipler.
Sebe oğlunun bütün hedefi açtığı cereyanı dini bir mezhep veya din halinde yaşatmaktı. Bundan hareketle bir gün Hz. Ali konağından çıkmış dolaşırken bir takım adamların karşısında secdeye vardıklarını görünce hayret etti:
“Ne yapıyorsunuz?”
“Sana tapıyoruz”
“Ne dediniz?”
“Sana tapıyoruz”
“Bana nasıl taparsınız?”
“Sana tapıyoruz çünkü senden başak bir ilah yoktur.”
Bu durum Hz. Ali’nin zihnini altüst etti. Hemen ateş yaktırarak bu adamları o ateşe attırdı. İşi araştırdı. Nihayet işin ucu Sebe oğluna dayandı. Huzuruna çağırdı.
“Sebe oğlu bu senin yaptığın nedir?”
“Ben sizi mukaddes bilip yücelten biriyim…”
“Beni mukaddes bilmek ne demek?”
“Siz Muhammed’in ruhunu taşıyorsunuz”
“Sen bu sözleri nereden çıkarıyorsun?”
“Bu sözlerin aslı vardır.”
“Nerede?”
“Eski kitaplarda. Orada sizin Muhammed’i varisi olduğunuzu gösteriyor. Siz onun nübüvvetine mirasçı oldunuz ve onun gibi masumsunuz…” (s.440)
Kitapta bu mükâleme epeyce sürüyor. Anlaşılacağı gibi başlatılan bir terör hareketi işi nereye götürüyor. Bu kitap bu nazarla da olsun okunmalıdır. Ders ve ibret alınacak önemli kitaplardandır. Hele hele günümüz olaylarını daha iyi anlamak için iyi bir kitaptır.
Tüm terör örgütlerinin yaptığı gibi, Fitneci “SEBE” örgütü haricilerle birleşerek, ortalığı daha çok karıştırmak için aynı anda Hz. Ali, Muaviye ve Mısır valisi Amr Bin As’ı öldürme teşebbüsünde bulundular. İbni Mülcem tarafından Hz. Ali şehit edilirken Muaviye ve Amr kurtuldu.
Cemel, sıffîyn, hakem, hariciler derken fitneciler/bağyiler kendilerini iyiden iyiye unutturdular. Ne Hz. Ali ve ne de Muaviye Hz. Osman’ı şehit edenleri yargılayamadılar. Onlar rollerini tam olarak oynadılar. İslam’a tefrikayı sokmayı başardılar. O gündür bu gündür o tefrika yer yer değişik boyut kazansa da varlığını maalesef devam ettirmektedir.
ROMANIN BAŞLICA KAHRAMANLARI
Kitabın başkahramanı SEBE OĞLUDUR. Fakat yazar Sebe oğlu dediği için bundan şunu kastediyor demek istemedim. Tabi ki tarihimize vakıf olanlar bundan kimin kastedildiğini bilmektedir. Bu yüzden bunu araştırmadım. Fakat diğerlerinden kısa da olsa bahsetmek istiyorum.
Kitapta geçen kahramanlardan bazıları: HZ. OSMAN; Efendimizin kerimelerinden Ümmügülsüm ve Rukiye ile evlenmesinden dolayı “ZİNNUREYN” -iki nur sahibi- ismin alan, Efendimizin bir meclisteyken geldiğinde ayağa kalktığı hayâ timsali Hz. Osman, iktidarının son demlerindeki olumsuz uygulamalarıyla; özellikle akrabalarına tanıdığı imtiyazla, hassaten Peygamberimiz kendine karşı söylediği abuk sabuk sözlerinden dolayı Taif’e sürgün ettiği, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in getirmeyip Osman’ın getirdiği Hakem ve oğlu Mrvan’ı Medine’ye getirmesi getirmekle de kalmayıp onlara ciddi
görevler vermesi İslam toplumunda ciddi sıkıntıya sebebiyet verdi. Bu sıkıntıyı fırsat bilen, gün be gün abartan fırsatçı bazı insanlar maalesef Osman’ın ölümüne giden yolu açmışlardır.
Başta Hz. Ali ve Muğire Bin Şube olmak üzere çok kimse başındaki belanın başından savuşturulması için kendine yardım etmek istemişse de kan dökülmemesi için tüm bu yardımları geri çevirmiştir. Yaşanan akıbeti belki de ön görmeyen Hz. Osman, o günden bu güne bir türlü kan akması durmamıştır…
Allah’ın aslanı HZ. ALİ; Sabi iken Müslüman olduğu için Kerremellahüveche –Allah’ın ikram ettiği yüz- unvanına sahip, Allah’ın Aslanı, ilmin kapısı, Hz. Fatıma’nın eşi, Hasan ve Hüseyin’in babası, Ehl-i Beyt mümessili, Seyyit’lerin efendisi, ümmet-i Muhammed’in medar-ı iftiharı Hz. Ali, tüm olaylarda olduğu gibi bu olayda da fikren ve fiziken olaylar büyümeden her türlü çabayı göstermesine, oğulları Hasan ve Hüseyin’i Hz. Osman’ın muhasara edilen kapısında bekleten Hz. Ali maalesef gene de suçlanmaktan kurtulamamıştır.
İsminden çokça bahsedilen, kim olduğu tamda anlaşılmayan LEYLA; Babasının Hıristiyan kendi ve annesinin mühtedi, üvey babalarından biri Üneys diğeri Zeyd olan Leyla, romanın başlıca kahramanlarındandır. Mısır’dan Medine’ye gelirken bağyilerin konuşmasına tanıklık eden Leyla’nın annesi bu sırrı herkesten saklamış. Kuba’ya geldiklerinde oldukça rahatsız olan anne sahibi olduğu özel sırrı Hz. Ali’ye söylemek için bir aracı göndererek Kuba’ya gelmesini ister. Medine’deki nazik durumdan dolayı gelemeyen Ali daha sonra gelir ama iş işten geçmiş anne ölmüştür. Sır da kendisiyle gitti. Söyleseydi ne olurdu bilinmez ama çok şeyin değişeceği bir gerçektir.
Romanda geçtiğine göre, Hz Ebubekir’in oğlu Mehmet’in, Hz Osman’ın özel kalem müdürü Mervan’ın ve Hz. Hüseyin’in evlenme teklifinde bulunduğu, Hz Osman’ın şehadeti esnasında yanında bulunan, babasını arama adına Şam, Mısır, Kudüs, Hatay, Mısır, Kufe, Basra gibi şehirleri gezen Mehmet’le evlenmeyi düşünürken Amr Bin As’ın askerleri tarafından gözü önünde feci şekilde ölen Mehmet’in intikamını almaya çalışan güzel, güzel olduğu kadar da azimli kararlı ve mücadeleci bir insan. Romanın sonunda bundan bahsedilmemsi ilginç…
Hz. Ebubekir’in küçük oğlu beklediği valiliği alamayan MEHMET (MUHAMMED); Romanda adı Mehmet olarak geçen, ama asıl adı Muhammed olan Hz. Ebubekir’in oğlu, istediği Valilik verilmediği için Hz. Osman’a kızan, dolayısıyla ona karşı yapılacak hemen her türlü olumsuz filin içinde yer almaya çalışan Mehmet, çok ciddi gel-git yaşamaktadır. Ümmeti Muhammed’in annesi Ayşe annemiz olaylara karışmaması, özellikle Hz. Osman’a karşı olanların yanında yer almaması için kesin söz almasına rağmen maalesef sözünde duramamış isteyerek mi istemeyerek mi bilmiyorum ama bağyilerin yanında yer almıştır. Hz. Ali’de olayların sonunda onu Mısır valisi yapmıştır. Nitekim bedelini de Mısır Valisi iken feci şekilde ödedi.
------------------0---------
· Ekşi sözlükte Ömer Rıza Doğrul: "İslamiyet ve dinler tarihi üzerine yaptığı incelemeler ve araştırmalarla tanınan gazeteci yazar. 1893 yılında Kahire’de doğdu.1952 de İstanbul’da öldü. el-Ezher medresesinde din öğrenimi gören doğrul;1925’te İstanbul’a geldi. Tasvir-i Efkâr’da başladığı yazı hayatının ilk yıllarında İslamcılığı savunan yazılar yazdı. Cumhuriyet’in ilanından sonra İkdam, Akşam, Tan, Cumhuriyet gazetelerinde İslam tarihi, dinler tarihi, Türk ve Arap edebiyatlarıyla ilgili makaleler, siyasi yazılar kaleme aldı. 1950 genel seçimlerinde DP listesinden Konya milletvekili seçildi. 1951’de Pakistan’ın başkenti Karaçi'de toplanan İslam Konferansı’nda Türk heyetine başkanlık etti. İstiklal marşı şairi m.
Akif Ersoy’un damadı olan doğrul, çağdaş Türkiye’yi ve devrimlerini İslam dünyasına tanıtmak için çaba gösterdi. Kuran’ı tanrı buyruğu (1934) adıyla Türkçe’me çevirdi; İslam tarihi (10 cilt, 1928-1935), yeryüzündeki dinlerin tarihi (1938), İslam’ın özü ve Kuran’ın ruhu (1946) gibi incelemeler kaleme aldı."