Kardan ev (3)
İki gün aralıksız süren kar yağışı ve fırtına nihayet dindi. Ortalığı derin bir sükûnet kapladı. Bulutlar dağılınca, gökyüzü berrak ve masmavi yüzünü gösterdi. Bâli tepesi tarafından tüm ihtişamıyla köyün üzerine doğan güneş, bilgece bir gülüşle hem içimizi ısıtıyor hem de umudumuzu tazeliyordu. Yerde bir metreyi aşan kar yüzeyindeki sayısız kristalize tanecikler ile güneş ışınları arasında adeta bir ışık ve renk cümbüşü yaşanıyordu. Güneş ve kar kristalleri arasındaki göz alıcı bu coşkulu raks uzun süre izlemeye gelmez, bir süre sonra izleyende geçici kar körlüğüne bile neden olur.
Açık ve güneşli havaya rağmen soğuk devam ediyordu. Köylüler bu kez önce evlerinden sokak başlarına doğru, ardından da sokaklardan ana yollara, çeşmelere, okula, camiye doğru çığırlar açarak köy içindeki yaya ulaşımını mümkün hale getirdiler. Ardından evlerin damlarında biriken karlar kürendi.
Ahırlardan çıkarılan taze hayvan gübreleri basmalıklara dökülünce, kar ve tipi nedeniyle birkaç gündür kursağına yem girmemiş serçeler, evlerin taş duvardan deliklerindeki yuvalarından çıkarak, sürüler halinde buralara hücum ediyorlardı. Şimdi de sıcak ve taze ahır gübresi içinden yem arayan serçelerin senfonisi ortalığı çınlatıyor, yaşamanın ve yaşamda kalmanın ne kadar güçlü ve vazgeçilmez bir duygu olduğunu sahneliyordu. Avcılığa meraklı kimi erkek çocuklar da basmalıklara tuzak kurarak serçeleri avlamaya çalışıyor; zavallı hayvanlar da bir buğday tanesi uğruna canından oluyordu.
Güneşe rağmen soğuk devam ettiği için ilk gün kar tozak halindeydi. Bu kıvamıyla ne kartopu oynanır, ne de kardan adam yapılır… Bu nedenle bugünü de evde pencere önünde sokağı seyrederek geçirdik. Kümesler açılmış tavuklar, horozlar dışarıda yemlenmişti. Onlar da birkaç gündür kapalı kalmanın acısını çıkarırcasına dulda duvar diplerinde güneşleniyor, ayakları üşüyünce de tek ayak üzerinde durarak ve ikide bir ayak değiştirip, kanat çırparak keyifleniyorlardı. Horozların arada bir coşkulu ötüşüne komşu kümeslerdeki arkadaşlarından cevap geliyor, bu durum zincirleme bir halde tüm köye yayılıyordu.
Karın da adeta toprak üzerinde bir mayalanma süreci vardır. Ertesi gün hava biraz daha ısındı. Tozak haldeki kar yatıştı, elde sıkınca kıvam ve şekil almaya başladı. Artık çocuklar için evden çıkmanın vakti gelmişti. Annelerimizin ördüğü kışlık fanilalar, atkılar, bereler, yün çoraplar ve siyah lastik botlar giyildi ve aynı mahalleden dört beş arkadaş, köy Camisi ile Eşref amcanın bakkal dükkanının önündeki alanda toplanmaya başladık. O gün oraya kimler gelmişti? Tam olarak emin değilim ama çocukluk arkadaşlarımdan Önder, Seyhan, Sami, Güven, Ramazan kesin vardır diye düşünüyorum. Bir süre kartopu oynadık. Sonra Camiden aşağıda öze doğru giden bir sokağa indik. Yüksek bir duvar dibinde hem yağıştan hem tipinin duvara doğru yığmasından hem de damdan küremeden dolayı oluşan devasa bir kar kütlesi gördük. Önce burada kızak kaymayı düşündük. Aslında köyün çocukları ve gençleri için kış mevsiminde adeta bir kayak merkezine dönüşen elmalık yolundaki “Hüsnü’nün Yokuşu” kızak için en ideal yerdi ama bu havada oraya gitmeyi gözümüz yemedi. Belki de o tarafın yolu henüz açılmamıştı.
Duvar dibindeki karı pekiştirmek için üzerine çıkıp çiğnemeye başladık. Bir süre sonra zemin oturdu ve sertleşti. Yaklaşık 3-4 metre en, boy ve derinlikte devasa bir blok kar kütlesi ortaya çıktı. Hangimizin aklına geldi bilmiyorum ama bu kar kütlesini oyarak bir kulübe yapmaya karar verdik. Hemen evlerden kar küreği ve soba küreği getirdik. Önce zemine yakın batı tarafından bir kapı yeri açtık. İçeri doğru sağa sola genişleterek karı boşaltmaya başladık. Kardan bir ev yapma fikri hepimizi çok heyecanlandırmıştı.
Dışarının soğuğuna rağmen kan ter içinde kalarak aralıksız çalışmaya devam ettik. Birkaç saat sonra yaklaşık 2 metre eninde ve derinliğinde, bir metre yüksekliğinde bir kardan evimiz olmuştu. Elimizdeki küçük soba kürekleri ile evin duvarlarını ve tavanını tıraşlayarak son rötuşları yaptık. Evin tabanı zaten ayaklarımızın altında çiğnendiği için iyice sıkışarak kaygan bir hal almıştı. Arkadaşlardan birisi evlerinden eski bir kamış örgü hasır getirdi ve onu evimizin tabanına serdik. Önder ve Seyhan elma ambarlarından dört-beş tane boş elma kasası getirdi, onları da ters çevirerek hasırın kenarlarına dizdik. Saatlerdir çalışmaktan halsiz düşmüş küçük bedenlerimizi kasadan oturakların üzerine bırakarak, tatlı bir yorgunluğun eşliğinde, ellerimizle inşa ettiğimiz muhteşem eserimizi seyre daldık. Arkadaşlığın, dayanışmanın, sevginin ve emeğin ürünü bu küçücük kardan evimize bir yuva sıcaklığı sinivermişti birden.
Artık birkaç saat önceki küçük çocuklar değildik bizler… İnsanın yeryüzündeki en temel maddi ihtiyaçlarından olan beslenme, bürünme ve barınma ihtiyacından üçüncüsü olan “barınma” ihtiyacımızı akıl, emek ve dayanışma ile gidermiştik. Yorgunluğumuzu biraz attıktan sonra acıktığımızı hissettik. Bir arkadaşımızı kardan evimizde nöbetçi bırakarak, hemen evlerimize gittik. Az sonra ellerimizde annelerimizin hazırladığı peynirli, yumurtalı, pekmezli dürümlerle ve kuzine sobalarda çekilmiş çöreklerle geri döndük kardan evimize. Kasalardan bir tanesini ters çevirip, hasırın ortasına koyarak bir yemek masası yaptık. Dürümlerimizi, çöreklerimizi üzerine koyarak, bir güzel karnımızı doyurduk. Mahalledeki yaşça bizden küçük çocuklar, evimizin yanına gelerek merakla minik kapımızdan içeri bakıyor, sonra da gülerek kaçıyor ve uzaktan bizi izliyorlardı. Günlerden Cumartesi idi ve gün batarken istemeyerek de olsa evlerimizin yolunu tuttuk. Ertesi gün sabah kahvaltısından sonra tekrar kardan evimizde buluşmak üzere sözleşmeyi de unutmadık. O gece bedenimiz evde olsa da ruhumuz kardan evimizde derin ve tatlı bir kış uykusuna yattı…
Pazar günü de arkadaşlarla ve mahalledeki diğer çocuklarla, kardan evimizin içinde ve çevresinde kartopu ve başka oyunlar oynadık. Zaman zaman kardan evimize yönelik yıkma girişimlerini elbirliği ile geri püskürttük. Kardan evimizin şöhretini duyup gelen diğer mahallelerden arkadaşlarımızı içeride misafir ettik. Yine akşam oldu… Bugün tatilin son günüydü. Sabah okul açılıyordu. Hepimizin içini bir endişe kapladı. Ya biz okuldayken kardan evimizin başına bir iş gelirse? Okul çıkışı kardan evimizde buluşmak üzere evlerimize dağıldık.
Güneşli ve önceki günlere nazaran daha sıcak bir sabah okula gittiğimizde hepimizin aklında kardan evimiz vardı. Teneffüslerde bir araya gelip, kardan evimizi konuşuyor, paydos zilinin çalmasını sabırsızlıkla bekliyorduk. Okul çıkışı koşarak evlerimize dağıldık, önlüğünü çıkarıp, çantasını atan soluğu kardan evin yanında aldı. Bizi kötü bir sürpriz bekliyordu. Kardan evimizi inşa ederken küçük bir mühendislik hatası yaptığımızı o an fark ettik. Isınan hava ile birlikte damlarda kalan karlar erimeye ve çörtenlerden sular akmaya başlamıştı. Bizim kardan evimiz de evin çörteninin tam altında idi. Çörtenden akan kar suları evimizin tavanını delmiş, içerisi botlarımızı aşacak kadar su ile dolmuştu. Üzüldük ama yapacak bir şey de yoktu. Hemen içerden hasırı ve boş kasaları çıkardık. Evimizin çatısını etraftan kar atarak onarmayı düşündük ama kar kütlesi emdiği sularla iyice yumuşamış, önceki direnci kaybolmuştu. Bu nedenle tamiri mümkün gözükmüyordu. O sırada beklenmedik bir şey oldu; arkadaşlardan birisi hızla kardan evin üzerine çıktı, evin damı tamamen çöktü, ardından da hepimiz kahkahalar ve naralar atarak kardan evin üzerine çullandık. Az önce evi için üzülen bizler, şimdi adeta bir yıkım ekibine dönüşmüştük. Birkaç dakika içinde kardan evimiz ayaklarımızın altında dümdüz oldu. Zihinlerimizde bıraktığı unutulmaz anılarla kardan evimizin yanından ayrıldık. Artık elmalık yolundaki “Hüsnü’nün Yokuşu”na giderek altımızda naylon gübre torbaları ile akşama kadar doya doya kayak kayabilirdik…
28 Şubat 2021
Mehmet BİÇER