LEYDİ MONTEGÜ’ NÜN MEKTUPLARI

Lady Mary Wortley Montagu 26 Mayıs 1689 günü Londra’ da doğdu.

Leydi Montegü olarak tanınan Britanyalı hatun neden önemliydi ?

  • Çok yönlü bir kişiliğe sahipti.
  • Değişik tür ve biçemlerde yazdığı mektuplarıyla beğenilmiş, takdir edilmişti.
  • İçten ve zaman zaman parlak sayılabilecek biçemle yazdığı şiirleri sevilmişti.
  • Denemeleri zeka ürünüydü.
  • Kadın hakları savunucusuydu.
  • Cesur bir gezgindi.

Kızlık adı Pierre Pont olan Mary, genç kızlığında pek güzel idi. Ne var ki, çiçek hastalığına (variola, smallpox) yakalandı; yüzünde izler kaldıysa da, iyileşti.

Parlamento’daki Whig grubu üyesi Edward Wortley Montagu’yle evlendi. Whiglerin iktidara gelmesi üzerine Kocası Britanya’nın İstanbul Elçisi olarak atandı. Kendisi de sefire idi artık. 1716’da Osmanlı’nın paytahtına gitti.

Sefire için İstanbul olağanüstü ilgi çekici bir paytahttı. Günlük tutmağa başladı burada :

  • Osmanlıda saray yaşamı,
  • Kadının islamdaki yeri,
  • Şeriat düzeni,
  • Osmanlının gayrimüslim halklarla ilişkileri…

Konularını sistematik olarak irdelemeğe başladı.

Orada çiçek aşısını öğrendi ve bu yöntemin İngiltere’de de tanınmasına öncülük etti. Kendi oğlu da bu uygulamayla çiçek hastalığından korundu. ( vacciation, inoculation for smallpox).

‘’ Observing how effectively smallpox inoculation was practised, Lady Mary had it performed on her son, and later, in England, on her daughter Mary ‘’.

İngiltere’de Transactions adlı bir dergi yayımlanmaktadır. Sefire’nin , 1721 yılında yaz sayısında ‘’ Türkler Çiçek Hastalığını Nasıl Alırlar ?’’ başlıklı bir yazısı yer aldı. Bu yazı büyük ilgi topladı.

Sefire’nin edebi ünü, İstanbul’dan döndükten sonra, oradan gönderdiği mektuplardan ve günlüğüne dayanarak kaleme aldığı 52 tane olağanüstü güzel, zarif, etkili mektuptan kaynaklanır. Bunlar 3 cilt içinde Londra’da yayımlanır : The Complete Letters of Lady Mary Montagu.

Leydi Montegü’nün Osmanlı ile ilgili mektupları ilk olarak 1933’te Şark Mektupları, 1938’te de Türkiye ve 1973’te de 1717-18 Türkiye Mektupları adıyla yayımlandı.

----------------

Sefire’nin ilk mektubu Leydi Mar’adır ve 16 Ocak 1717 tarihlidir.

İlk mektup Peterwaradin’de 30 Ocak 1717 günü yazılmıştır. Bundan sonraki mektuplar ise Belgrat , Edirne, İstanbul, Belgrat Köyü, Beyoğlu’ndan gönderilmiştir. Osmanlı’dan yazdığı son mektup ise 19 Mayıs 1718 tarihlidir. Daha sonraki mektuplar ise İngiltere’ye Tunus’tan, Cenova’dan, Torino’dan, Lyon’dan , Paris’ten gönderilmiştir.

Son mektup ise Rahip Conti’ye Paris’ten yazılmıştır; 31 Ekim 1718 tarihlidir.

…………………………….

Leydi Montegü’nün yaşamının Belgrat, Edirne, İstanbul dönemini daha iyi anlamak için tarih bilgilerimizi tazelemek gerekiyor.

1699 Karlofça Antlaşması ve 1700 İstanbul Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti Balkanlarda ve Kırım’da toprak yitirdi.

XVII. yy sonlarındaki savaşlar da toplumsal ve ekonomik alanda bunalımlar yarattı. Fiyat artışları halkın hoşnutsuzluğunu arttırdı. Ulufelerin zamanında dağıtılmaması ordunun şikayetlerini çoğalttı. Şeyhülislam Feyzullah Efendi de sürekli yönetim üzerinde baskı yapıyor, etkili oluyordu. Devlet adamları rahatsızdı. Edirne’de yaşayan Padişah II. Mustafa, bu sorunlara çözüm bulamıyordu. Yakınmalar artınca, Padişah, Reisülküttab Rami Mehmed Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. Yeni sadrazam şu konularda reformlar yapmak istedi.

  • Güvenliğin sağlanması,
  • Göçebelerin yerleştirilmesi,
  • Yeniçeri Ocağının denetim altına alınması…

Reform girişimleri birçok kişiyi huzursuz etti. Şeyhülislam yandaşları, muhalifler halkı ve ocaklıyı tahrik etmeğe başladılar. Ulufe alamadıkları için yeniçeriler Gürcistan seferi için harekete geçmiyorlardı. Ayaklanmaya onlar da katıldı.

18 Temmuz 1703 günü isyancılar yeni Sadrazamın yanında yer alan ocak ağalarını öldürdüler. Giderek şiddetlenen eylemleri Karakaş Mustafa adında tımarı elinden alınmış eski bir sipahi yönetiyordu.

20 bin ocaklı , tımar askeri, 50 bin kadar sivil halk zulmün ve haksızlıkların kalkması için İstanbul’da At Meydanı’nda eylemlerini sürdürdüler. Edirne’deki Padişah’a bir ariza göndererek İstanbul’a dönmesini istediler. Feyzullah Efendi’yi, oğullarını, damatlarını görevlerinden uzaklaştırması taleplerini ilettiler. Olumlu bir karşılık gelmeyince hapisanelerin kapılarını açtılar. Asiler 9 Ağustos günü Edirne’ye hareket ettiler. Kavanoz Ahmet Paşa’yı sadrazam ilan ederek başa geçirdiler. Padişah Havsa’ya gelmiş, olayları oradan izliyordu. Ayaklanmacıların taşkınlıklarını ve daha kötü eylemlerde bulunmalarından korktuğundan 22 Ağustos günü tahttan indi ve kardeşi III. Ahmed’in padişah ilan edilmesini sağladı. Aynı gün Edirne’ye ulaşan asiler Feyzullah Efendi ile bir oğlunu öldürdüler. Rami Mehmet Paşadan da sadrazamlık mührü aldılar.

III. Ahmed isyancılara ödün vermiş gözükerek ilk günlerini Edirne’de geçirdi. İsyancıların başı olan Çalık Ahmed Ağaya paşalık unvanı verdi. İstanbul’a dönünce Şeyhülislam İmam Mehmed Efendi’yi görevlerinden uzaklaştırdı. 50 ayaklanmacıyı ve Karakaş Mustafa’yı, Küçük Ali’yi 1704 başlarında idam ettirdi.

Osmanlı tarihinde 18 Temmuz 1703 ile 22 Ağustos 1703 günleri arasındaki bu kargaşa, bunalım dönemine EDİRNE HADİSESİ denir.

…………………………….

Leydi Montegü’nün ilk mektubu 16 Ocak 1717 tarihlidir ve Viyana’dan yazılmıştır.

‘’Avusturyalıların genellikle dünyanın en nazik ya da en hoş ulusu olmadıkları doğrudur. Ancak, Viyana’da tüm uluslar oturmaktadır ve ben kendi hesabıma, tam zevkime uygun küçük bir topluluk oluşturmuştum.’’

‘’ Raab, bir garnizon ve savunması iyi bir biçimde sağlanmış kale kenti. Adını tam Tuna Nehri’yle birleştiği yerde, kurulmuş olduğu Raab Irmağı’ndan almaktadır. Büyük bir katedrali var. Güzel yapılmış.’’

‘’ Buda kenti küçük bir tepenin üzerinde, Tuna’nın güney kıyısında kurulmuş; şato, kentin üzerine doğru sarkmakta. Güzel bir görünümü var. Kulübelerde Sırplar yaşıyor.’’

‘’ Mohaç Savaşı, Türklere ilk akınları için, Macaristan’ın ortasındaki geçidi açıyordu.’’

‘’ Orman güçlükle aşılıyordu ve kurt kümeleri nedeniyle tehlikeliydi. Hersek’e ulaştık. Pek büyük olmayan ,fakat güzel yapılmış, savunması sağlanmış olan kenti gördüm. Bu büyük ölçülü ticaret yapan, çok zengin ve Türklerin oturduğu bir kent. Tuna’ya dökülen Drava üzerinde. Köprüsü 8 bin adım uzunluğunda ve tümüyle meşeden yapılmış. Daha önce yakılmış, Türkler onarmış ve güçlendirmiş. ‘’

‘’ Macar kadınları Avusturyalılardan çok daha güzeller. Viyana’nın tüm güzelleri bu ülkeden. Genellikle vücutları çok güzel ve orantılı. Giysileri de yakışıyor. ‘’

‘’Sırpların Kahire’de bir patrikleri var ve Yunan Kilisesine bağlılar. Hindli Brahmanlara benziyorlar. Saç, sakallarına dokunmuyorlar.’’

‘’ Belgrad’ı Türkler özen ve beceriyle güçlendirmiştir. Bir serasker paşa, yani generalin komutasındaki yürekli yeniçerilerden oluşan bir garnizonca korunuyor.’’

‘’ Sık ormanlar arasında geçen 7 günlük yolculuktan sonra eskiden Sırbistan’ın başkenti olan Niş’e geldik. Burası Nissava Irmağı üzerinde güzel bir ovada kurulmuş. İklim elverişli, toprak bitek, ürün bol.O kadar fazla şarap yapılmış ki fıçılar yetmemiş. Fakat bu bolluk halkı mutlu etmemektedir.’’

‘’ Dağda geçen 4 gün yolculuktan sonra , dağlar ortasında İsora üzerinde büyük, güzel ovadaki Sofya’ya geldik. Buradan daha güzel bir manzara görmek olanaksız. Büyük kent çok da kalabalık.Sağlık için pek yararlı sıcak sular var.’’

‘’ 4 gün yolculuk yaparak, karla kaplı Haemus Dağı’nı Rodoplardan ayıran bir tepe üzerinde kurulmuş Filibe’ye geldik. Yunanlar yaşıyor. Buradan Edirne’ye kadar uzanan yerler dünyanın en güzel köşesi. Yabani asmalar tüm tepelerde yetişmekte ve yararlandıkları sürekli bahar, her şeyin üzerine bir neşe ve mutluluk havası estirmektedir. ‘’

‘’Türk kadınlarının imparatorluğun yegane özgür halkı olduklarını düşünüyorum.’’

‘’ Konuşulan Türkçe, sarayda ya da konuşmaları sırasında dillerine başka bir ad verilebilecek Arapça ile Farsçayı birbirine karıştıran, yüksek görevliler arasında konuşulan şeyden çok farklıdır.’’

‘’ İbrahim Paşa zeki bir adam, çok da kültürlü.’’

‘’ Hiçbir Hristiyan, bir elçinin koruması olmadan, bu yönetim altında yaşayamaz. Kişi ne kadar zengin olursa, tehlike o kadar fazladır.’’

‘’ Vebadan kurtulan çok insan var. Zira, hava mikroplu değil. Vebanın burada da İtalya ve Fransa’daki vermediği için, bu hastalıkla ilgilenilmemektedir.’’

‘’ Bizde çok ölümcül ve o kadar da sık rastlanan çiçek hastalığı burada aşının bulunmasıyla etkisiz hale getirilmiştir.’’

‘’ Bu yararlı buluşu İngiltere’de moda haline getirecek kadar vatanımı seviyorum. Hekimlerimize mektupla bilgi vermek istedim. Ancak, bu hastalık onlar için çok kazançlı bir şey.’’

‘’ Develer iyi koşuyor. Petervaradin bozgunundan sonra, en hızlı atları geçip Belgrat’a ilk bozgun haberlerini götürmüşler. Tüm yükleri taşıyanlar develerdir.’’

‘’Koşum hayvanı mandadır. Öküzlere göre daha kocaman ve daha yavaş.’’

‘’Leylekler Türk İmparatorluğunun en mutlu uyruğudur. Eğer bir eve leylek yuva yaparsa yangın ya da veba oraya yaklaşamaz.’’

‘’ Evler genelde ahşaptan. Sahibi ölürse padişahın mülkü olmaktadır.’’

‘’ Camilerinin tümü kocaman taşlarla yapılmış. Hanları çok görkemli.3oo,400 kişinin barınabildiği hanlar dikkat çekiyor.’’

‘’ Yemeklerde salçalar çok baharatlı ve et kızartmaları çok pişmiş oluyor. Çorba en son getiriliyor sofraya. Ziyafet bir kahve içme ve koku sürme ile son buluyor.’’

‘’ Edirne çevresi çok hoş. Fakat havası son derece sağlıksız. Bahçelerde konaklar var.Meriç hoş bir ırmak. Üzerinde iki güzel köprü var.’’

‘’ Pazar yeri yarım mil uzunlukta. Kemerli bir yer ve çok temiz tutuluyor. Her çeşit zengin mal dolu.365 dükkan varmış burada.’’

‘’ Zengin tüccarların çoğu Yahudi. Her paşanın işlerini yürüten bir Yahudisi bulunmaktadır. Onların elinden geçmeyen pazarlık, rüşvet ve ticaret yoktur. Önemli kişilerin hekimi, kahyası, çevirmenidirler.’’

‘’ Selimiye Camisi çok görkemli. Kubbesi çok yüksek ve gördüğüm en soylu yapı.’’

‘’ Çayırlar binlerce çeşit çiçek ve kokulu otlarla kaplı. Araba ilerledikçe otlar ezilirken hava kokulu hale geliyor.’’

‘’ Konağımız Beyoğlu’nda. Burası İstanbul’un dış mahallesi gibi. Tüm elçilikler birbirine pek yakın… Liman, kent ve Topkapı Saray’ı görülüyor. Uzaklarda Asya tepeleri görülüyor. Tümü, belki de dünyanı en güzel görüntüsünü oluşturuyor.’’

‘’ Türkler çok onurlu insanlar ve yabancılarla ancak, onların ülkelerinde belli bir düzeyi olduğundan emin oldukları zaman, konuşmaya razı olurlar. Kaliteli insanlardan söz ediyorum ; halka gelince, konuşmalarının, bu ulusun genel karakteri hakkında nasıl bir fikir verebildiğini siz tasarlayın.’’

‘’ Yedi tepe üzerinde kurulmuş olan İstanbul. Güzel bahçeler, çam ve servi ormanları, saraylar, camiler ve en becerikli ellerle dekore edilmiş bir vitrin içerisinde bulabileceğiniz güzellik ve açıkça görülen simetrisiyle, katlı katlı görülen kamu yapılarının hoş karışımıyla kişiye bir büyüklük izlenimi sunmaktadır.’’

‘’ Boğaz gerçekten çok güzel. Türkler onun güzelliğine karşı öylesine duyarlı ki tüm sayfiye evleri, Avrupa ile Asya’nın en güzel görüntülerinden yararlandıkları kıyılar üzerine kurulmuş bulunmaktadır. Burada, yanyana yüzlerce çok güzel konak bulunmaktadır.’’

‘’ Bazı Türk camileri çok hoşuma gidiyor.Süleymaniye Camisi dört güzel köşe minaresiyle, kusursuz bir kare oluşturuyor. Sultan Ahmet Camisinin kapıları bronzdur.’’

‘’ Çarşılar güzel yapılardır. Bedesten ya da kuyumcular bölümü öylesine bir zenginliği, elmas ve değerli taşlar değişikliğini sergiler ki, insanın gözünü kamaştırır.’’

‘’ Ermeniler şu anda, Türk uyruğu ve çok becerikli tüccarlar olarak büyüyüp çoğalmakta ve çok sayıda tüm Türk iyelikleri içine yayılmaktadırlar.’’

‘’ Chersonese Körfezi’nde kurulmuş ve Avrupa’daki ilk fetihleri olduğu için saygı duydukları güzel bir kent olan Gelibolu’nun önünden geçtik. ‘’

‘’ Eskiden Apollon’un koruması altında bulunan Tenedos Adası’nın önünden geçtik. Çevresi yalnızca 2 mil uzunluğunda. Fakat şu anda çok zengin ve çok kalabalık ve de nefis şaraplaryla ünlü bir yer.’’

‘’ Bugün bir yarımada olan Scio (eski Chio) halkı pamuk ve buğday yetiştirmekte, ipek elde etmektedir.Portakal, limon boldur. Kent çok iyi yapılmıştır. Türkiye’nin en iyi ipek fabrikaları buradadır. Kadınları güzellikleriyle ünlüdür.’’

‘’ Lavlarının geceleyin engin denizden binlerce mil uzaktan görülebildiği ve insanın kafasında bir yığın varsayımlar ortaya koyan Etna’yı sonsuz bir zevkle seyrettim.’’

‘’ Bir zamanlar balının çokluğu nedeniyle Melita denilen Malta’ya sağ salim vardık. Üzerinde bir parça toprak bulunan kayalık bir ada. Surları sağlam. Kayalar içine oyulmuş. Çok para harcanarak.’’

‘’ Kartaca’da toprak kumlu. Kendiliğinden biten ağaçlar hurma, incir, zeytin veriyor. Üzüm bağları yanında kavun da iyi yetişiyor. Hint inciri de tadlı bir meyve.’’

‘’ Şimdi tuzlalarıyla belirsiz bir yer. Strabon, Kartaca’nın 40 bin tur uzunluğunda olduğunu söyler.’’

‘’ Cenova pek güzel bir körfezin içinde bulunuyor. Bir tepenin yamacına kurulmuş, bahçelerle havalandırılmış, kusursuz bir mimariyle güzelleştirilmiş. Denizden görünüşü harika. Bana İstanbul’dan daha güzel göründü.’’

………………………….

Leydi Montegü’nün İstanbul’dan ayrıldığı yıl Lale Devri (Devr-i Çırağan) başladı. 12 yıl süren bu dönemde sefire hanım İstanbul’da kalabilseydi, dünya mektup edebiyatına çok daha zengin katkılarda bulunabilirdi. Boğaziçi yalıları, saraylar, konaklar…Lale bahçeleri, helva sohbetleri, rakkaselerin dansları, okunan şiirler…Fakat bu dönemi burada yaşayamaması bir bakıma da O’nun talihi olmuştur. Böylece 1730 Patrona Halil İhtilali’ni görmemiş oldu. Damat İbrahim Paşa’nın asiler elinde parçalanmasını izleyemedi. Ve pek sevdiği, İstanbul’da iken buluşup yarenlik ettiği Fatma Sultan’ın çektiği acıların tanığı olmadı.

Elbette, Leydi Montegü, İstanbul’daki Britanya Elçiliği görevlileriyle ilişkisini sürdürmüş , haberler almış, ve o tarihlerde artık İngiltere’de gazeteler de yayımlandığına göre, dünyadaki, Osmanlı topraklarındaki olayları 26 Mayıs 1762’ye değin izlemiş olmalıdır.

--------------------

  1. M. 1996. Doğu Mektupları. Çeviri : Murat Aykaç Erginöz. Yalçın yay.170 sayfa.İstanbul