MELİK ŞAH
(1072-1092)
Alp Arslan henüz sağlığında naibini belirlediğinden Melik Şah’ın tahta çıkmasında bir sorun yaşanmadı. Bilinmesi gereken bir husus varsa o da Selçuk’un oğulları ve onların çocuklarının çok güçlü olmasıdır. Değişik bir ifadeyle sultanlık yapmaya muktedir çok sayıda şehzadenin bulunmasıdır. Bu yüzden tahta kim oturursa otursun işinin çok kolay olmadığını/olmayacağı bilmesidir.
Selçuklularda dengeleri gözetmeyen, olayları ferasetle yönetemeyen, her sultanın işi oldukça zordu. Melik Şah’ın avantajı yukarda da belirtiğim gibi bu gerçeği iyi bilmesi, çok iyi yetişmesi ve tüm bunların ötesinde, babasının kendine emanet ettiği iyi yetişmiş siyaset ve ilim adamı Nizam’ül- Mülk’ün olmasıydı. Bu durum belki de genç Melik Şah’ın en büyük avantajıydı.
Buna rağmen amcası Kavurd b. Çağrı Bey isyana kalkıştı. Hemen üstüne gitti. Kanlı bir çarpışmanın ardından Kavurd’un ordusu hezimete uğratıldı. Kendi de yakalanarak öldürüldü. Kavurd’un ardından Nişabur’a sığınan kardeşi Süleyman isyan etti. Onu da yakalayarak gözlerine mil çektirerek öldürdü.
SULTAN BİZANS’A ESİR DÜŞÜYOR!
Sultan Melik Şah amcalarıyla girdiği mücadeleyi kazanarak işleri yoluna koyup huzura kavuştu. Ülkenin idaresini çok büyük oranda Nizamü’l Mülk’e bırakan sultan, kendini istirahat ve ava verdi. Bir gün gulamlarıyla* ava çıktı. Bu esnada kendisiyle savaş hazırlığında bulunduğu Bizans askerlerine esir düştü. Sultan gulamlarına; “Bana gösterişsiz, içinizden biri gibi davranın. Benim kim olduğumu öğrenirlerse bizi canlı bırakmazlar ”dedi.
Durumu öğrenen Nizamü’l Mülk hemen harekete geçti. Elçi olarak Kayser’in sarayına vardı. Kayser ondan sulh istedi. Sulhu kabul ettikten sonra Kayser’e; “sizin ordunuzdan bir topluluk bizim adamlarımızı esir almışlar” dedi.
Kayser; “Tanınmamış birkaç kişi olmalıdır. Çünkü bizim ordumuzun (otağımızın) bu işten haberi yoktur” diye cevap verdi.
Daha sonra onları teslim etti. Nizamü’l-Mülk Kayser’in yanında onlara biraz sert davrandı. Hemen oradan ayrıldılar. Biraz ilerledikten sonra vezir atından inerek Sultan’a yaklaşıp yaptığı kabalıktan dolayı özür dileyerek; “Eğer acele etmezsek kurtuluş yüzü göremeyiz” dedi. Sultan da ona lütufta bulunup teşekkür etti.
Daha sonra Bizans’la yapılan savaşı kaybeden Kayser huzura getirilince Melik Şah’ı tanıdı.
Kayser; “Eğer bir padişahsan affet. Bir tüccar isen sat. Yok, eğer kasapsan kes” dedi.
Sultan; “Ne tüccar ne de kasabım; ben bir padişahım” dedi.
Kendine eman verdikten sonra; “Seninle savaşmamın sebebi; benim kuvvet ve kudretimi, senin ise aczini göresin, bir de beni esir etmiş olmakla mağrur olmayasın” diye... Ardından padişahlara layık çeşitli ihsan ve lütuflarla Rum ülkesine gönderdi.
Bastırdığı isyanların ardından Melik Şah, hâkimiyeti altındaki toprakları vasallara bıraktı.
1- Kayser’den alınan yerlerin idaresini Süleyman b. Kutalmış’a,
2- Şam’ın idaresini kardeşi Tutuş’a,
3- Garca ve Harezm bölgesinin idaresini Nuştekin’e,
4- Musul’un idaresini Gökermiş’e,
5- Fars’ın yönetimini Ruknu’d-Devle Humartekin’e,
6- Hısn-ı Keyfâ’nin idaresini ise ünlü komutan Eksük Bey’in oğlu Artuk’a verdi.
SULTAN HALİFEYİ ZİYARET EDİYOR
Sultan Şam’ın fethinden sonra sahabe kabirlerini ziyaret etti. Oradan Bağdat’a geçerek halife el-Muktedi Billah’ı ziyaret etti. Büyük tazim ve saygıda bulundu. Bununla da yetinmeyen Sultan kızını halife ile evlendirdi.
Deyim yerindeyse tüm vasallarıyla birlikte 1091 senesinde Bağdat’a bir kez daha gitti. Bağdat belki de o tarihe kadar böyle bir kalabalık görmedi. Sultan Bağdat’ta birçok eserin yapılması talimatını verdi.
HÂCE NİZAMÜ’L MÜLK’ÜN ÖLÜMÜ
Efsane sadrazam Hâce Nizamü’l Mülk ile Sultan arasına hanımı Terken Hatun girdi. Sultanla vezir aralarında anlaşmazlık dumanı yükselmeye başladı. Terken Hatun henüz çocuk yaştaki küçük oğlu Mahmut’u tahta geçirmek istiyordu. Vezir ise Berkyaruk’un sultanlığını istiyordu. Çünkü yaşı konumu ve maharetiyle Berkyaruk diğer şehzadeler arasında en kabiliyetlisiydi.
Terken Hatun’un her fırsatta hâce hakkında olumsuz sözler sarf etmesi Melik Şah’ın kafasını karıştırdı. “Kişi duyduğuyla hüküm verip onunla hareket eder” sözünden hareketle hâceyi huzuruna çağırarak; “eğer senin bizimle mülkte ortaklığın varsa ikamet-i beyine ve hüccet iradında ihmal ve gevşeklik nedendir? Eğer yok ise neden vilayetlerin idaresini bizim hüküm ve fermanımız olmadan kendi çocuklarına veriyor ve memleket işlerinde başına buyruk hareket ediyorsun. İstenilen o ki, bu yoldan el çekesin. Aksi takdirde elinden divitini başından sarığını almalarını emrederim” dedi.
Hâce; “Kaza ve kaderlerin vekilleri olan benim divit ve sarığım, sultanın taç ve sarığıyla birbirine bağlıdır. Bu dört farklı nesne arasında mutlak bir bağ olup onun istikameti bunun selametine; onun bekası, bunun nizamına bağlıdır” dedi.
Bir müddet sonra Bağdat’a gitmek üzere yola çıkan sultanın ardından Hâce Nizamü’l Mülk’te hareket etti. Nihavend’e gelindiğinde vezirin yerinde gözü olan Tacü’l Mülk ile öteden beri yaptığı Ehl-i sünnet konusundaki çalışmaları ve Bâtıniye hareketi hakkındaki gayretinden dolayı kin besleyen Hasan Sabbah’ın fedaileri tarafından öldürüldü.
MELİK ŞAH’IN ÖLÜMÜ
Melik Şah 485 (18 Ekim 1094)’de Bağdat’a geldi. Memleketin emir ve yasaklarının dizginini yeni atadığı veziri Tacü’l-Mülk’e verdi. Ava gitti. Orada hastalandı. Hastalığı alınan tüm önlemler ve yapılan tedavilere rağmen gün be gün şiddetleniyordu. Nitekim bir müddet sonra yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak rahmetli oldu. Nizamü’l-Mülk’ün ölümünden on sekiz gün sonra da Melik Şah da ölmüş oldu.
Sultan öldüğünde otuz sekiz yaşındaydı. On sekiz yaşında tahta geçen Melik Şah yirmi yıl hükümdarlık yaptı. Nasıl Osmanlı dendiği zaman bir çırpıda birkaç padişah akla geliyorsa Selçuklu dendiğinde de hemen akla Tuğrul Bey, Alp Arslan, Melik Şah ve Sencer gelmektedir. Melik Şah genç yaşında ölmesine rağmen Selçukluların unutulmaz sultanları arasında yer almıştır.
Selçuklu devletinin baharı, onun saltanat dönemiydi. Güzel bir yüze, takdir edilmiş bir ömre ve dünyada benzeri bulunmayan Nizamü’l-Mülk gibi bir vezire (Hace) sahipti. Ahmet Belada
• GULAM; İslam devletlerinde kölelerden oluşan, hükümdarı korumakla görevli askeri birliklerdir. Osmanlı İmparatorluğu'nda kapıkulu askerleri olarak devam etmiştir.
Gulam, kelime itibarıyla Arapça kökenli olup, erkek çocuk anlamına gelmektedir. (Vikipedi)