MÜLTECİLER VE SORUNLARI
Anadolu dünyanın merkezinde yer alır. Doğu ile batının kapısıdır. Tarihi dünyanın istisnasız en işlek coğrafyasındadır. Dünya tarihinde bilinen en eski yapı olarak kabul edilen ve M.Ö.11.000 yıllara kayıtlı “Göbekli Tepe” Anadolu’dadır. Keza bu topraklarda çok çeşitli devletler kurulmuştur. Başka coğrafyalarla da karşılaştırılamaz bile… Kavimler göçü yine bu coğrafyada acısı en çok hissedilen topraklardadır. Haçlı seferleri 9 kez bu coğrafyada durdurulmuştur. Günümüzde haçlı seferlerinin bittiği sanılsa da bitmemiştir. Sadece şekil değiştirerek ekonomiye ve kültüre kaymıştır. Bunun için insan kitleleri ve idarecilerimiz akıllı olmak zorundadır.
Yurdumuzun adı Anadolu’dur. Ana tüm canlılar için en vicdani varlıktır. Zira Allah kulu yaratırken bu özelliği genetiğine işlemiştir. Nice canavarlar kendi yavrularına sadece anadır. Bu canlılar arasında insan olmak bir ayrıcalıktır. Bu dünyada medeni hayat hakkı insanındır. Bu yaşam standardının bedeli olarak sorumluluk yüklenmiştir. Türk olmak bir onur olmanın yanında daha fazla sorumluluk yüklenmektir.
Bunu hemen örnekleyim. Yunanlılar ölümden kaçan mültecilerin deniz taşıtlarını batıra biliyor. Türkler ise gidip onları kurtarıyor. En basit bir şekilde aradaki fark budur. 2. Dünya Savaşında ve ondan sonra yaşanan kıtlık günlerinde Türkiye Yunanistan’a yardım ediyor. Eğer fırsat onların olsaydı neler ola bilirdi, Allah korusun. Sözün özü bir seminer dinliyordum. Konuşmacı; “Yunan, yunan gibi olacaktır, Ermeni de Ermeni gibi olacaktır. Bu onların sıfatıdır. Lâkin, Türk her zaman Türk olacaktır, her şeye rağmen Türk olacaktır.” Demişti.
Makaleme başlarken, Muhacir ve Mülteci kelimelerinin anlamlarına bakalım.
Muhacir: Ailecek yerleşmek için yurtlarını bırakıp yeni yurtlara yerleşenlere denir. Yöremizde 1924 mübadelesiyle Yunanistan’dan gelenlere muhacir denirdi.
Mülteci: Bir yere veya kimseye zorunlu olarak, kaçarak gelip-giden insanlara denir. Bunlar himaye ve yardım kabul ederler.
Bugün Türkiye’de ve yöremizde birçok mülteci yaşamaktadır. Afrikalı, Suriyeli, Iraklı, Irak ve Suriye’den gelen Kürtler, İranlılar, Afganlılar, Ermeniler vs. Anadolu adeta bir mülteci sığınma yeri olmuştur.
İnsanların kitleler halindeki bu zorunlu göçlerinde yük tartışmasız bir şekilde Türkiye’nin omuzlarındadır. Aynı konuda tüm bu zulümlerin müsebbibi olan ülkeler dâhil öteki ülkelerin durumunu da izlemek gerekmektedir. Mülteci istemiyorlar. Mülteci istemiyorlar da efendim bu insan kitleleri yıllarca sömürdükleri ve halen sömürmekte olan insanlar. Irak’ı, Suriye’yi yıllarca emperyalistler sömürdüler. Hatta Osmanlı’ya düşman edip, yalnızlaştırıldılar. Güya dünya kamplara bölündü de bunlar öyle paylaştılar. Eğitimsiz kalıp, öz güvenini de yitiren insan kitlelerinin üzerlerine diktatörler kolayca çöreklendiler. Batılı bu sayede daha iyi sömürmeye başladı.
Irak’ın işgalinde nükleer ve benzeri silahlardan bahsediliyordu. Ta neden sonra böyle bir şey bulamadıklarını yine batılılar açıkladı. Suriye’de başka bir oyun tezgahlandı. İnsanları birbirine tutturdular. Bir kısmına Rusya diğer kısmına Amerika ve Fransa arka çıkmaya çalıştı. Bu emperyalistlerin, birçok insanın ölmesi, yaralanması, mülteci durumuna düşmesi umurunda bile olmadı. Hatta bunu kazanç saydılar. Bünyelerinde besledikleri pkk gibi çeteleri Türkiye üzerine kışkırtıp, Ülkeme zarar vermeye çalıştılar. Tüm bu kumpasları, faaliyetleri emperyalist bir bakış açısından akıl almaz bir başarıdır. Zira hem yok ediyor hem zayıflatıyor hem malını satıyor hem sömürüyor. Kendilerini cihanı kep sayıyorlar. Lâkin tarihin çöplüğünde nice cihanı kepler yatmaktadır.
Afganistan ise süper güç dediğimiz, mahalle kabadayılarının hesaplaşma alanı oldu. 1978 Yılından beridir bu toprakları savaş hiç terk etmedi.
İran ise kendine özel siyasal din kisvesi altında her tarafı rahatsız eden bir ülkedir. Rahatsız ettiği kitleler sadece Azeri kardeşlerimiz değil, aslı fars olan insanları da zulüm altında ezmektedir. Yurdumuzda kaçak çalışan Ermenileri de duymuştum. Kendilerini ya Azeri olarak tanıtıyorlarmış ya da İranlıyız diyorlarmış. Mültecilere bakmak gerekir. Acaba kaç tane nüfus cüzdanları vardır acaba diye… Ülkemize geldiğinde zayi ettim dese ne yapacaksınız. Gittiği yerde de başka cüzdanla yaşasa kim ne diyecek. Efendim, arsız mı, hırsız mı bilinmez. Kayıt işlerinin her şeye rağmen dikkatli yapıldığını umuyorum.
İranlılar dahil yurdumuzda bulunan yabancıların hemen hemen hepsi mültecidir. Muhacir kesinlikle değildir. Şu an Türkiye yönetiminin özellikle Suriyelileri muhacir kapsamında görecek gibi duruş sergilemektedir. Eğer öyle düşünce varsa gerçekten adil değildir.
Efendim, Avrupa ülkeleri, Amerika muhacir kabul ediyor ya da muhacir kabul eden batı ülkeleri vardır. Muhacir kabul eden ülkelerin şartlarına da bakmak lazımdır. Vasıfsız adam almıyor. Gelen insanları kesinlikle kontrol altında tutuyor. (Durum böyle iken bile kendi vatandaşlığına sorunsuz geçmiş Müslüman kökenli kimseleri terörün yanında görüle biliyor.) Bu muhacirlerin kendi ananelerine ve kanunlarına uyması sağlanıyor. Bu tür insanlarla Suriyelileri bir karşılaştırmanızı tavsiye ederim.
Ayrıca bu adı geçen devletler mülteci kabul etmiyorlar. Amerika, Meksika üzerinden gelen mültecileri daha devletine girmeden durduruyor. Avrupa buna keza… Ha bunlara vicdansız demek daha doğru olur. Ölümden, zulümden kaçanlara ve Türkiye ye sığınanlara arka çıkıp korumak ulusumun genetiğinde vardır. Lâkin, gelen mültecilerin belli bir yerde tutulup, kontrolleri, sağlıklarının bakımları, gelen ya da yapılacak yardımların daha adil dağıtılması gibi hususlarda devletimiz daha rahat ederdi diye düşünüyorum. Zira mülteciler halkın içindedir. İster istemez insanın aklına şu sorular gelmektedir.
1. Çocukları ülkemizde olduğu gibi bir takvime bağlı aşılarını oldu mu? Yeni gelmeye başladıkları günlerde gazetelerde bu konu enine boyuna yazılmıştı.
2. Çocuk yardımı mültecilere uyguladığını sanıyorum. Belli bir çocuk sayısından fazla çocukları olan mülteci ailelere çocuk yardımı verilmesi doğrumu, yanlış mı? Bu konunun değerlendirilmesi gerekmez mi? Zira bu ailelerin çok çocukları var. Bir yandan da doğmaya devam ediyorlar. Bu durumu Afganlılarda ve İranlılarda pek göremiyoruz.
3. Savaştan çıktılar. Stres yüklüler. Hiçbir mülteci keyfine vatanını terk etmez. İnsanların bireysel olarak neler yaşadıkları da bilinmez. Burada konu olan yine kendi halkımdır. Geçenlerde bir Afganlı aile ile Suriyeli bir aile kavgaya karışmışlar. Afganlıların kapısına en az 15 Suriyelinin geldiğini söylediler. Efendim burası Suriye değil. Aile kalabalık lığı bir güç gösterisi asla olamaz.
4. Tarihimizde Araplara “Evladı Necip” dendi ve öyle kabul edildi. Suriyeliler ilk geldikleri sırada bize de tepeden bakıyorlardı. Neden mi? Tarihte bunlara böyle hakketmedikleri bir saygı ve sevgi göstermişiz. Onlarda bizi, kendilerine bakmakla zorunlu olan tali bir ulus olarak görmüşler. Efendim Hatay’ı biz Fransızlardan aldık. Yıllarca hak iddia ettiler. Devamlı husumet gösterdiler.
Sanat atölyeme Suriyeli bir genç gelmişti. Duvardaki yağlı boya tablolara bakıyordu. “Hoş geldiniz.” Dedim. Başını çevirip bana baktı ve yine tabloları incelemeye devam etti. Neden sonra bana; “Bunları sevdim. Bir tane istiyorum.” Dedi. “Neye istinaden istiyorsun.” Dediğimde ise cevabı oldukça manidardı. “Bana bak bana… Ben Suriyeliyim ve bu resimlerden istiyorum ve sen vereceksin.” Şaşırıp kalmıştım. İnsan ne olursa olsun baştan insan olması gerekir. Sonuç nereye giderse gitsin, benim şehrimde bana hakaret edemez.
Sevgili Atatürk’ümüzün hatıralarında okumuştum. Yeni orduya katıldığı günlerdi, bir asker kusur işler ve komutanı o askeri azarlar. Buraya kadar normaldir. Atatürk bu olayı izlemektedir. Bir binbaşı gelir ve askeri azarlayan subaya bağırır. Der ki; “O Arap tır ona bağıramazsın.” Zira binbaşı da Arap tır. İmparatorluklar ulus olamadığı müddetçe batmaya mahkumdur. Bu gerçeği hâlâ bazı çevrelere anlatamadık.
Yemen’de, Filistin’de, Medine müdafaasında bu Arap kardeşlerimiz İngiliz’ler le birlik olmuşlardı. Bu uğurda yüzlerce, binlerce şehit verdik. Hızlarını alamadılar birbirlerine düştüler.Günümüzde ufacık bir İsrail’le baş edemediler. Arap devletleri birleşip 1960’lı yıllarda İsrail’e saldırdı. Bu savaşlar 6 gün savaşları olarak tarihe geçmişti. Hepsi yenildiler. İsrail O Toprakların kendilerine satılması için daha önceden zamanın sultanı, 2. Abdülhamit’e müracaat ederler. Abdül Hamit bu toprakları onlara satmaz. Kendileri pahalı saydıkları fiyatlarla bireysel olarak satarlar. O toprakların korunması için biz asker gönderip savaşırız. Bu seferde onlardan olurlar. Pes doğrusu. Zengin Arap devletlerinin sıkıntılar içinde yaşamaya çalışan din kardeşlerine yararları dokunamaz mıydı? Sudan, Yemen ve diğer İslam ülkeleri sıkıntı içinde, bu zatların paralarının haddi hesabı yok. Neyse…
5. Mülteciler yurdumuzda iş gücünün kalitesini düşürdükleri gibi ülkede işsizlik potansiyelini de artırdılar. Kalite filan düşünmeyen sermaye sahiplerinin işine geldi. Sigorta yok, sosyal güvenlik yok. Yaşamak için mültecilerin de çalışmak zorunda olduklarını iyi biliyorlar. Düşük ücrete ve hatta kaçak çalışmaya mecbur olan bu insanların da vebaaline girilmedi mi? Öyle veya böyle hakkaniyetli çözümler üretilemez mi? Bu konunun da çözüleceğine inancım vardır.
6. Mültecilerin terör riski taşıdığını da unutmamak gerekir. Böyle bir şey düşünmek istemiyorum lâkin, gelen bu insanların sadece % 2 si bu riski taşısa genelini siz düşünün.
Bu konuda tarihten örnek verelim. 1789’dan önce, Fransa İhtilalinin arife günlerinde muhalif Fransızlar, zulümlerden ve iç savaştan kaçanların belli bir kısmı da Osmanlı topraklarına sığınmışlardı. Mısır ve kuzey Afrika’nın yanı sıra Anadolu ve diğer Osmanlı topraklarında, bugünün Suriyelileri ve diğer mültecileri gibi halkın arasında yaşamışlardı.
Efendim, bu insanlar doğru durmamışlar. Zamanı gelmiş, gitmemişler. Mısırdaki Fransızlar Napolyon’a casusluk yapmışlar. Sonuç, Fransızlar Mısır’ı işgal ettiler. Bu mültecilerin gücü ve cürmü hakkında bilgi sahibi değiliz ama kendilerine uzatılan elleri ısırmaya çalışmaları gerçekten adice bir davranıştır. Kuzey Afrika’da ki mültecilerin aklına daha başka bir fitne fücur gelmişti. Bu mülteci bozuntuları Afrika’da misyoner hareketinin başlamasına öncülük etmişler ve büyük yıkımı başlatmışlardı. Başka bir deyişle mülteciliği bir fırsata döndürmüşlerdi. Osmanlının o tarihlerde o cepheden o cepheye koştuğu günlerdi. Zaten bir seyyah o günleri anlatırken;” Osmanlı’nın sadece sancağı buralarda kalmış” ibaresini kullanması da manidardı. Kim bilir belki halkıda aleyhimize kışkırtmışlardı.
Kanuni devrinde de, Rahmetli Barbaros Hayrettin Paşa, İber yarım adasından Müslümanları gemilerle kurtarmaya çalışıyordu. O sırada Yahudiler de kendilerini de kurtarmalarını talep etmişlerdi. Barbaros ise bir yandan mülteci taşıyor, bir yandan İspanya donanması ve papalıkla savaşıyordu. Böyle açmaz günlerde onları da kurtardı. Yazımız başlangıcında bahsetmiştik, her kes kendi sıfatını işler. Yahudiler Ege denizinin kuzey batısına, Selanik gibi şehirlere yerleştirilir. Tarih sonradan bu mültecileri “Beyaz Türkler” olarak tanıyacaktır.
Mültecilerin kontrolü gerçekten önemlidir. İnsanlarımızın ilerde neler yaşayacağını veya neler yaşatılacağını bilemeyiz. İdarecilerimizin hangi konu olursa olsun tarihteki örneklerine bakmaları gerekmektedir. Dersler alamadıysak yine sıkıntılar çekeriz. Mübadelelerden önce yurdumuzda dost bildiğimiz yadırgılar vardı. Bir deyişle “Evladı sadıka”lar vardı. Ermeniler ve diğerleri… Çok zararlarını gördük ama mübadelelerle yurttan çıkarmıştık. Türk yapısı karşısında hiç de önemli olmayan sayıları vardı.
Yönetimimden Doğu Türkistan’a sahip çıkmasını isterdim. Bunlarda getiremediğimiz ve bizden olan kendi kardeşlerimizdi. Sağlıcakla kalın.