Nevşehirli Araştırmacı-Yazar hemşerilerimiz Mehmet Küçük'ün kaleme aldığı ve meşhur Ürgüp türküsüne konu olan "CEMAL’IM" başlıklı yazısı Nevşehir kültür sanat dergisinde yayınlandı. İşte keyifle okuyacağınız Küçük'ün kaleminden Cemal’ım türküsünün gerçek hikayesi…

 
CEMAL’IM 
 
 Cemal, henüz on beş yaşına yeni basmıştı. Sakalı ve bıyıkları bile çıkmamıştı. Fakat görünürde yirmisinde bir delikanlı gibiymiş izlenimi veriyordu. Hayata karşı yeni filizlenen esmer yakışıklısı bir delikanlıydı. Varlıklı bir aileden olmaları nedeniyle de kapılarında atları arabaları ve bolca hayvanları vardı. Ağa çocuğuydu.   

1920’li yıllarıydı. O dönemlerde köyün gençleri arasında, Türklerin orta Asya’dan gelme gelenekleri ile atlarla cirit oynama modası vardı. Cirit merasimi günlerinde bütün Karlık köyü seyrine çıkardı. Hatta komşu köylerden bile seyrine gelirlerdi. Demirtaş köyünün güzel kızı Şerife de annesini ve kardeşini alarak Karlık köyüne cirit seyretmeye gelmişlerdi.  

Cirit gösterileri başlamıştı. Cemal beyaz bir ata binmişti. Atın üzerinde bir kartal gibi dönüyordu. Herkesi kendisine hayran bırakacak hareketler yapıyordu. Kendisi gibi yerinde duramayan bir de kıratı vardı. Cirit yarışmasında birinci oldu. Komşu Demirtaş Köyünün güzel kızlarından Şerife’yi kendisine âşık etti.   

Şerife de on beşinde çiçeği burnunda esmer güzeli başı duman duman bir kız. Cemal’in, beyaz at üzerinde duruşu gönlünün prensini bekler gibiydi. Bir an göz göze geldiler. Şerife’nin bakışları Cemal’in içini yakıp geçti. Cemal, o ceylan gibi bakan bir çift gözü unutamadı. Şerife kızın Demirtaş köyünden olduğunu öğrendi. Atına binerek Demirtaş köyüne sık sık gidip gelmeye başladı. Şerife’nin kapısından günde üç beş defa geçer oldu. Demirtaş köylüleri bu durumdan rahatsız olmuşlardı. Cemal’in babasına haber bile göndermişlerdi. Cemal ve Şerife birbirlerine sevdalı değil, karasevdalı oldular.  

Derler ki; 60 milyon yıl önce Erciyes ve Hasan Dağı’nın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgâr tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkan ve güzel atlar ülkesi olarak adlandırılan Kapadokya bölgesinde bu aşk, Erciyes’ten çıkan lavlar gibi dillerden dillere komşu civar köylere bile yayılmaya başladı.  

Cemal’in babasının bu aşka pek gönlü olmadı. İçinden “Akrabanı kendi elinle seçemezsin. Oğlun kızın seni götürür bir yere kul eder.” Dedi. Onu bu düşüncelere iten sebep, varlıklı köy ağası olmasıydı. Hangi kapıyı çalsa oğlunu istediği kızla evlendirebilirdi. Fakat oğlu Cemal’in Kapadokya bölgesinde alevlenen bu aşkına saygı duyarak, Demirtaş köyüne giderek Şerife kızın ailesinin kapısını çaldı.  
Çok kısa sürede düğün dernekler kuruldu. Cemal’in babası hatırı sayılır olduğundan bütün civar köylere davetler gitti. Yedi gün yedi gece davullar zurnalar çalındı. Kurbanlar kesildi. Delikanlılar atlarıyla cirit oynadı. Sonunda Cemal ile Şerife muradına ermiş oldu.  
Cemal ve Şerife mutlu bir hayat sürüp gitmekteydi. Evliliklerinin birinci yılında aşklarının meyvesi bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Adını da Mustafa koydular.  
…………..  
Cemal ve Şerife mutluluklarının üçüncü yılını doldurmuşlardı.  

O dönemlerde Ürgüp’te gece oturak âlemleri yapılırdı. Müzik eşliğinde dansçı kadınlar raks eder, masalara meze dağıtır, sakilik yaparlar ve oyun sergilerlerdi. Bu oturak âlemini Efe’ler düzenlerdi. Bu kadınlar Efe’lerin himayesinde ve korumasındaydı. Efe’lerin Ürgüp’ün kenarında kayadan oyma mağarası oturak âlemlerinin mekânıydı.   

Cemal’in abisi Kazım, zenginliklerine dayanarak şımarık ve çapkın hayat tarzı süren birisiydi.  Zaman zaman akşamları beline silahını sarar, atına binerek bu mağaradaki gece âlemlerine takılırdı. Oradaki kadınlardan birine göz koydu. Evli olduğu halde paralarını gelir buralarda saçar giderdi. Göz koyduğu kadını yanına almak istedi. Efe’ler buna müsaade etmedi.   

Efe’ler, Kazım’ın yanındaki kadınlardan birine göz koyduğunu anladı ve usulüne göre uyardıysa da kazım söz dinlemedi. Bir gün silahını kuşandı atına atladı ve tek başına Efe’lerin mekânına baskın yaptı. Silahını çektiği gibi:  
-Kimse kıpırdamasın! Kıpırdayanı vururum. Dedi ve gözüne kestirdiği kadını atının terkine bindirerek gözden uzaklaştı. Karain köyü yakınlarında bir mağaraya götürdü.

Orada günlerce kadını oyaladı.  

Bu durum Efe’lerin zoruna gitti. Nasıl olur da mekânlarından, üstelik de himayesindeki kadını kaçırırlardı. Kendileri için bir namus meselesi olarak sayılırdı. Bundan sonra Kazım’ın peşine düşeceklerdi. Sürekli takip ediyorlardı. Efe’lerin adamları Cemalin evlerinin olduğu bölgede zaman zaman takip yapıyordu. Şerife yapılan takibin farkına vardı. Cemal’i uğurlarken bir adamın elinde mavzer silahı kendilerine doğrulttuğunun farkına vardı. Şerife’nin gördüğünü anlayınca adam hemen kayboldu. Şerife sanki rüya görüyor gibiydi. Aynı adamın evlerinin etrafında dolandığını önceden de görmüştü. Avcı zannetmişti. Kiralık katil, Cemal’in abisine benzerliğinden dolayı, Cemal’i Kazım zannediyordu.  

Bu durum Şerife de tedirginlik yaratıyordu. Cemal’e bir türlü söyleyemiyordu. Başları belaya girer düşüncesi vardı. Ne olabilirdi?   
Cemal bir gün Şerife’yi dalgın ve düşüncelere dalmış gördü. Aynı zamanda sıkıntılı hissediyordu. Cemal dayanamadı Şerife’ye sordu:  
-Şerife’m! Bir tanem, ben seninle evli olmaktan çok mutluyum. Bak bir de nur topu gibi evladımız Mustafa’mız var. Allah’tan daha ne isterim. Seni çok tedirgin görüyorum. Mutlu değimlisin yoksa?  

-Yok, yok mutluyum. Hem de çok mutluyum. Mutluyum mutlu olmasına da içime bir sancı giriyor, kalbimin orta yerine yerleşiyor. Ateşler yanıyor sanki oracığımda.  

-Nedenmiş? Nereden çıkardın şimdi bunları? Sana bir şey olursa dünyayı yakarım.  

-Birileri bizi gözetliyor sanki. Yoksa bana mı öyle geliyor. Gizli düşmanların mı var da ben bilmiyorum?  

-Yok, Şerife’m! Bugüne kadar kimsenin tavuğuna öte git demedik. Bak, oğlumuz iki yaşına bastı. Mustafa’mızın da maşallahı var. Okuyacak adam olacak. Biz okuyamadık ama varsın çocuğumuz okusun adam olsun.   
Şerife, içine vuran bu sıkıntılarını kendisini işine vererek evin işleriyle meşgul olarak giderir oldu. Şerife bir taraftan da pekmez kaynatmaktaydı. Pekmez dibine tutmasın diye sürekli elindeki ağaç kaşıklarla karıştırıyordu. Pekmezin fokur fokur kaynadığı gibi kendi içi de fokurduyordu. Yüreği kabarmıştı. Yangın yerine dönmüştü.   
Cemal, Şerife’nin bu sıkıntılı hallerinden kurtulması için ona zaman ayırıyor ve güzel sözlerle eşini mutlu etmeye çalışıyor ve ilgileniyordu. Tarlada, bağda, bostanda hep beraber çalışıyorlardı. Beraber oynuyorlar, beraber gülüyorlardı…  

Kış mevsiminin ortalarıydı. Akşamdan başlayan kar, sabaha kadar lapa lapa yağmaya devam etti. Sanki gökyüzündeki bulutların hepsi yere inmişti. Neredeyse otuz santimetreyi geçmişti.  

Cemal ertesi günü karlı havada kır atını hazırladı. Sırtına mavzerini, beline de fişekliğini kuşandı. Ürgüp’e inecekti. Kır atına bindikten sonra nedense at huysuzlandı. Yerinde duramıyordu. Kır atın üzerindeki Cemal, Şerife’ye cirit oynadığı günlerde âşık olduğu Cemal gözünün önüne geldi. Giderken mani olmak için kıratın önüne durdu:  

-Bu havalarda seni bir yere göndermem. Gitmesen olmaz mı? Gitmek zorunda mısın? Diye yalvardı.   
Baktı ki mani olamadı. Sıkı sıkıya tembihledi:  
-Akşama çabuk gel, gecikme sakın. Gözüm yollarda kalmasın.   
-Ağabeyime bakmam lazım. Günlerdir eve gelmiyor. Nerelerdedir başına bir şey gelmesinden korkuyorum.  
Cemal atını dizginledi. Beyaz kıratı ile beyaz karlar içinde uçan melekler gibi gittikçe uzaklaşarak gözden kayboldu. Şerife arkasından sıkıntılı bir şekilde bakakaldı.  
Cemal, Ürgüp’te ağabeyini aradı sordu. Fakat bir haber veren olmadı. Döneceği sırada günlerdir eve uğramayan abisi Kazım’a rastladı. İki kardeş oracıkta sarıldılar birbirlerine. Cemal:  
-Hayırdır ağabey günlerdir ortalarda yoksun.  
-Sorma kardeşim ben kötü bir iş yaptım. Nefsime yenik düştüm. Bir kadın kaçırdım. Şimdi Efe’ler benim peşimde. Gitme bana destek ol.  
-Tamam! Ne demek ağabey hadi gidelim. Zaten bende seni aramak için gelmiştim.  
İki kardeş atlarına binerek Karain köyündeki kadını alarak köylerine döneceklerdi. O geceyi mağarada geçirdiler. Fakat Efe’lerin adamlarının peşlerinde olduklarından haberleri yoktu. Katil, Karain köyündendi. Başkadın pınarı bölgesinde bir kayanın dibinde pususunu kurmuştu. Sabahın erken saatleriydi. Tan vaktiydi. Şafak sökmek üzereydi. Bu vakitlerde giderlerse sabahın köründe kimse görmez düşüncesi vardı.  
Katil, uzaktan iki kardeşin gelişini gördü. Siper edindiği kayanın dibinden mavzerini o tarafa doğru yönlendirdi. Önde Cemal arkasında da ağabeyi Kazım ve terkinde kadınla birlikte yaklaşmışlardı. Önden gelen Cemal’i Kazım zannetti. İki defa arka arkaya tetiğe dokundu. Cemal atın üzerinden yere düştü yığıldı kaldı. Kazım neye uğradığını bilemedi hemen silahına sarıldı arka arkaya ateş ettiyse de katil atına binerek oradan hemen uzaklaştı ve kayboldu.  
Cemal, olduğu yerde can vermişti. Beyaz karlar üzerinde kanları saçılmıştı. Cemal’in kıratı sahibine düşkün bir at idi. Başında üzüntüsünü belli edercesine bir müddet bekledi. Sonra huysuzlanmış gibi süratli bir şekilde oradan uzaklaştı. Geçtiği yolları biliyordu. Doğruca Karlık köyünün yolunu tuttu. Cemal’in kapısına vardı. Ön ayaklarını şaha kaldırırcasına kişnemeye başladı. Bu sese bütün akrabaları ve Şerife dışarı fırladı. At durmadan kişniyordu. Yerinde duramıyordu. Üzerinde kan izleri vardı. Cemal’in başına bir iş geldiği anlaşılmıştı. Şerife feryadı bastı. Bu feryat başka feryatlara benzemiyordu. Dalga dalga yankılanıyordu:  
-Amaniiiiiiiin komşular!.. Yetişiiiiiin! Korktuğum başıma geldi. Cemal’ım! Cemal’ım! Cemal’ım… Cemal’ımın başına bir iş geldi.  
Cemal’ın yakınları hemen toparlandılar at arabalarını hazırladılar. Yola koyuldular ama olayın nerede olduğunu da bilmiyorlardı. Hele bir Ürgüp’e inseler bir haber duyabilirlerdi. Bu havada kar yolları kapatmıştı. Yollarda bir iz olsa belki kolay ilerleyebilirlerdi.  Ürgüp’e zorluklarla ulaşabildiler. Olay yerinin Boyalı köyünün mezarlığı yakınlarında olduğunu öğrenebildiler.  
Olayın olduğu yere vardıklarında, annesi ve Şerife Cemal’in üzerine kapandı. Onları ayırmak zor oldu.   
Kar durmadan atıştırıyordu. Zaman zaman tipiye dönüşüyordu. Göz gözü görmüyordu. Bu şatlarda cenazeyi Karlık köyüne getirmek güç olacağından Cemal’in cenazesi Boyalı köyü mezarlığına defnedildi.  
Cemal’in üç yıl önce Şerife ile olan aşkı nasıl Kapadokya bölgesine yayıldıysa, ölümü de öylesine kulaktan kulağa duyuldu. Erciyes’ten püsküren lavlar gibi yayıldı. Ateş oldu yaktı geçti. Şerife’nin feryadı kulaklarda yankılanıyordu. Kır atın üzerinde kartallar gibi dönen, yiğitliği diller destan olan Cemal, nasıl olurda bir kuşunla toprağa düşerdi? Yürekler ne kadar dayanırdı bu acıya?  
……..  
Aradan bir yıl geçmişti. Törelere göre dul kalan kadın aileden biriyle evlendirilirdi. Aile reisinin dediği olurdu. Şerife, Cemal’in acısı ve Mustafa’sı ile oyalanırken ailenin reisi tüm aile fertlerini toplayarak konuşmaya başladı:  

-Şerife kızım, ölenle ölünmüyor. Ölen geri gelmiyor. Talihin önüne de geçilemiyor. Hepimizin ciğeri yandı. Allah bana bu acıyı yaşattı. Ben de evlat acısı yaşadım. Hepimiz seni çok seviyoruz. Bu yüzden de dışarı gitmeni istemiyorum. Yeğenim Hayrullah da büyüdü gelişti delikanlı oldu. Hayrullah ile nikâhınız kıyılsın. Allah bir yastıkta kocamak nasip eylesin.  

Şerife boynunu büktü oturdu. “Kaderimmiş” Dedi.   

Şerife, töre gereği Cemal’in amcaoğlu Hayrullah ile evlendirildi. Peş peşe iki erkek çocuğu dünya’ya geldi. Üçüncü çocuğa da hamileydi.  
Şerife kadın için yıllar böyle acılarla geçip giderken, bu sefer acıların en acısını yaşadı. Cemal’inden kalan tek yadigârı on iki yaşındaki Mustafa, dedesi ile birlikte tarlada at arkasında koştururken atın tepmesi sonucu öldü. Acıların en acısı evlat acısıydı. Mustafa’sını bir başka severdi. Cemal ile birlikte ilk göz ağrılarıydı. Hayat o zamanlar daha bir anlamlıydı. Cemal’in ölümünden sonra hayatın bir anlamı yoktu. Şerife’nin o dillere destan güzelliği gitti. Sararıp solmaya başladı. Hayrullah,

Şerife’nin bu haline dayanamıyordu:  

-Şerife’m, seni böyle gördükçe dayanamıyorum. Sararıp soldun. Yemeden içmeden kesildin. Sen bana Cemal’in emanetisin seni mutlu edemiyor muyum yoksa?  

-Hayır, çok iyi davranıyorsun Allah razı olsun senden memnunum.  

-Çok severdin Cemal’i.  

-O sevilmeye layık bir insandı.   

-Bak bu üçüncü çocuğumuzun ismini de Cemal koyalım. Onun hatırasını yaşatalım. Belki acılarımız biraz olsun hafifler.  

-Ne yapılırsa yapılsın. İster yer ile gök yer değiştirsin. İster Karşı Karadağlar ak olsun. İsterse akan sular dursun. İsterseniz bana saraylar yaptırın. Gönül saraylarım yıkıldı benim. Cemal’imin acısına yanıp dururken, Mustafa’m yaktı kavurdu beni. Bu acı benimle mezara kadar gidecek…  
……  

O yıllarda ağıtçı geleneği vardı. Mestan’ın Ahmet diye biri, ölen kişinin ardından çok güzel ağıtlar yazar ve söylerdi.  O dönemin sanatçılarından Ürgüplü Refik Başaran Hayrullah ile arkadaş olduklarından bu yazılan ağıtları Refik Başarana götürdü.  
-Herkes için çalıp söylüyorsun. Mestan’ın Ahmet’in Cemal için yazdığı şu ağıtları benim hatırım için oku.  
Refik Başaran, kendi hünerlerini de katarak plak yaptı. Ardından radyo sanatçıları Nida Tüfekçi, Avanoslu Selahattin Küçükdağ’ın radyoda seslendirmesi ile Cemal’ım türküsü dramatik bir şekilde dilden dile dolaşarak bütün ülkeye yayılmış oldu. Makamının ve ezgisinin hoş olmasından dolayı hemen hemen çoğu sanatçı seslendirdi.  
…………  
Şerife Aksoy, 1993 yılında doksan yaşında iken hayata gözlerini yumdu. Vasiyet etmişti. Cemal’im ile yan yana yatmak istiyorum demişti. Ama vasiyeti yerine getirilemedi. Cemal’inden ayrı acılarla geçen çileli ömrü Karlık köyü mezarlığında son buldu.   
O yıllarda doğan erkek çocukların isimleri hep Cemal oldu. Kız çocuklarının adı hep Şerife oldu… 

        CEMAL’IM     
Şen olasın Ürgüp dumanın gitmez
Kıratım acemi konağı tutmaz
Oğlun da pek küçük yerini tutmaz
Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım
Alkanlar içinde kaldın Cemal’ım.

Ürgüp’ten de çıktığımı görmüşler
Kıratının sekişinden bilmişler
Beni öldürmeye karar vermişler
Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım
Alkanlar içinde kaldın Cemal’ım.


Cemal’ın giydiği ketenden yelek
Al kana boyanmış don ile göynek
Sana nasip oldu ecelsiz ölmek
Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım
Alkanlar içinde kaldın Cemal’ım.


Ürgüp’ten de çıktın kırat kişnedi
Üzengiler ayağını boşladı
Yağlı kurşun iliğine işledi
Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım
Alkanlar içinde kaldın Cemal’ım.


Karlık ile Başkadın pınar arası
Çokmu imiş Cemal’ımın yarası
Ağlayıp geliyor garip anası
Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım
Alkanlar içinde kaldın Cemal’ım.


Cemal’ın giydiği kadife şalvar
Dükkânın kilidi cebinde parlar
Oğlun da çok küçük beşikte ağlar
Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım
Alkanlar içinde kaldın Cemal’ım.


Kıratın üstünde bir uzun yayla
Ne desem ağlasam kaderim böyle
Gidersen Ürgüp’e sen selam söyle
Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım
Alkanlar içinde kaldın Cemal’ım.


Kıratım başımda oturmuş ağlar
Cemal’e dayanmaz şu karlı dağlar
Üzüm vermez oldu Karlık’ta bağlar
Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım
Alkanlar içinde kaldın Cemal’ım.


Giden Cemal gelir mi de yerine
İçerimde yaram indi derine
Cemal düştü kahpelerin şer’ine
Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım
Alkanlar içinde kaldın Cemal’ım.


 MEHMET KÜÇÜK

1952 de Avanos’un Sarılar kasabasında dünyaya gelen Mehmet Küçük, İlkokulu doğduğu kasabada, Ortao-kulu Özkonak Ortaokulunda, Liseyi Kayseri Sanat Ensti-tüsünde bitirdikten sonra 1978 yılında Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. 

Aynı yıl Okuduğu liseye Öğretmen olarak atandı. 1994’te Kayseri Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakül-tesi Makine Mühendisliği Ana Bilim Dalında Yüksek Li-sans eğitimini tamamladı. Kayseri Endüstri Meslek Lisesi Makine Teknolojileri Bölümünde 38 yıl çalışarak Uzman Öğretmen ve İş sağlığı Güvenliği Uzmanı olarak emekliye ayrıldı. Öğretmenlik hayatı boyunca çok sayıda takdir, teşekkür ve aylıkla ödüllendirme aldı. Yazdığı eserlerinden dolayı Erciyes Üniversitesinde dersler verdi. Çalışma-larından dolayı İlim Sanat Eserleri Ansiklopedisinde ve Kayseri Ansiklopedisinde yer aldı.

Ülke ekonomisine girdi sağlayan, toplumun kulla-nımına faydalı olan pek çok sanayi ürünlerinin tasarımına ve üretimine imza attı. Öğrencilik yıllarında 2 yıl Ankara Şeker Fabrikasında Teknik Ressam olarak çalıştı. Türki-ye’de ilk defa pancar tarımsal mekanizasyon makinelerinin üretimini gerçekleştirdi. 

Üretken ve faydalı olmayı, yazmayı,  bir şeyler öğ-retmeyi kendisinde ilke olarak gören yazarın,  Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmış temel ders kitapları bu-lunmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan eserleri, 1990’dan bu yana Meslek Liselerine temel ders kitabı ve Meslek yüksek okullarında tercihen okutulmak-tadır.

Çeşitli teknik dergilerde makale, araştırma ve ince-leme yazıları yayınlanmıştır. Ayrıca, bir şiir’i kürdîlihi-cazkâr makamında bestelenmiştir.
Öğretmen Ayper Sönmez Küçük ile evli olan yazar, Atilla ve Akın isminde 2 erkek çocuk babasıdır. 

BASILI ESERLERİ:
 
Acılar Bulut Yüklü: Şiir-Kayseri -1995
Hasretinde Ömür Tükettim: Şiir-Kayseri 2019 
Anadolu Hececileri: Şiir-Anasam yayınları-Kayseri-2000
Durgun Akardı Pınar: Öykü-Kayseri- 2019

Teknik kitaplar

Makine Bilgisi: MEB Yayınları, Ankara - 1990
Teknik Resim:  MEB Yayınları, Ankara 2000
Hidrolik-Pnömatik: MEB Yayınları, Ankara 2003

Araştırma

Sarımsak soyma makinesi tasarım ve imalatı: ERÜ Müh. Fakültesi Yüksek Lisans Tezi-1995