NEVŞEHİR EFSANELERİ

NEVŞEHİR DE YAPISAL EFSANELER

Yöremiz çok eski yıllara dayandığı için tarih her yerdedir. Coğrafyamız birçok bilinen ve bilinmeyen sırları da barındırır. Hatta öyle ki, efsaneleşmiş, masallaşmış anlatılardan yürüyecek olursak gerçekten çok enteresan yapılarla, yaşanmışlıklarla karşılaşırız. Bunların araştırılıp belgeye bilgiye alınıp, insanlarımızla paylaştığımız zaman yöremizin zengin güzellikleri de ortaya çıkar diye düşünüyorum. Yöremiz aynı zamanda turistik bir bölgede bulunduğu için yöremizin tanıtımı, bir takım etkinliklerde bulunulması, bir takım sporların gelişmesini sağlamak gibi maddi ve manevi zenginliklerin den de insanlarımız yararlanmış olur diye düşünüyorum. Son iki makalemde yapısal efsanelerden bahsediyorum. Oysa daha nice zenginliklerimiz vardır. İnsan kaynaklarımız, asker hikâyelerimiz, yol hikâyelerimiz, masallarımız, yemek kültürümüzün unuttuğumuz kısımları, bitkiler ve ağaçlar ve dahi niceleri….

Raşitbey Mahallesi, Yetiştirme yurdunun üzerindeki yol. Bu evler yıkılmıştır. Mimari yapıya kısaca bir bakacak olursak üst katlardaki çıkartma örnekleri açık ve bariz bir şekilde sergilenmektedir. Yapılarda kullanılan taş, sulusaray taşı dediğimiz kolay işlenen ve sonra havanın tesiri ile sertleşen taşlardır. Mardin evlerinin de buna benzer taşlardan yapıldığını okumuştum. Bu evlerin bir özelliği de kelerleri (Kiler) olmasıdır. Ayrıca yer altı mağraları da bir çok evde vardı ve biliniyordu. Kara Cami’deki yer altı mağarasınr görmenizi tavsiye ederim. Enaz 300 yıldan beridir cemaat tarafından bilinmektedir. Nevşehirli olarak biz neyi keşfettik inanın ki merak ediyorum. Bilinen bir dokunun açığa çıkartılması diyelim. Yukarda da gördüğünüz evlere yazık olmadı mı?

Kale Mahallesi yıkılmaya başlamıştı. Bizler ellerimizden geldiği kadarıyla bu yıkımın engellenmesi için çeşitli çabalar içinde olduğumuzdan bir yandan fotoğraflar çekiyoruz, bir yandan biliyor diye kabul ettiğimiz insanlardan şehre dair ipuçları arıyorduk. Aynı dersine hiç çalışmamış, ertesi gün sınav olacağı için paniklemiş bir şekilde çalışan öğrenciler gibiydik.

Günümüzde yıkılmış olan bir kemer oda. Baş çeşme sokağı bayırı. Raşitbey Mahallesi. Bu yapının kapısında yıkılamaz levhasının olmasıda enteresandır.

Yaşlı bir insanımız; “Bu şehrin 7 kapısı vardır.” Ben 5 tanesini biliyorum.” Demişti. Yerlerini not tutmuştum. Bende bu tuttuğum notu Belediye ile paylaşmıştım.

Bir zamanlar yaşayan Nevşehir’in en yaşlı ağacı. Kurudu yıkıldı. Gövdesini bazı kimseler barınma yeri, içki içme yeri olarak kullandı. Netice evvel akıllı biri sanırım odun olarak kullanılmak üzere alap gittiğini söylediler. Yeri gelmişken Yöremizin en yaşlı ağacından, karaduttan başsedeyim. Karbon etsti yapılmış ve 3500 yaşında olduğu tesbit edilmiştir. Günümüzde koruma altındadır. Yeri Hırka Dağının doğusunda bulunmaktadır.

Borus Çayının sularının çağladığı günlerden kalan bir değirmen kalıntısı. O zamanki ismi ise çiftenin üstü imiş. Sadece şu fotoğraf hakkında nice uzun makaleler yazılır da yine bir çok eksik kalır. Kayıp su; Keşişin suyu da buradan borus çayı ile buluşurmuş. Etrafını gezdiğinizde su arklarını görmeniz mümkündür.

….

Evlerin arasındaki tünellerden ziyade çevremizde de bir takım tüneller bulunmaktadır. Yöremizde yer yapısının özellikleri farklılıklar gösterdiği gibi tünellerinde kendine has özellikleri olduğuna inanıyorum. Sizlerle en enteresanlarını paylaşmak isterim. Kale mahallesinden Kaymaklı, Derinkuyu istikametine giden bir tünelden bahsederlerdi. Tabii bir efsaneydi. Varsa bile unutulmuş, tarihin derin sularında kaybolmuştu. Bu yüzden sadece söylencelerde kalmıştı. Aynı Nevşehir’deki sedir ormanları gibi… Babam rahmetli nakliyeci olduğu için o yoldan sıklıkla geçermiş. Zamanında eşkıyası çok olduğu varsayılan kaymaklı Kasabasına yakın olan Düğüm deresinde çan sesini defalarca duyduğunu söylemişti. Son yıllarda bu sesin kesildiğini de eklerdi.

Sanırım o çan tünelin gizli geçişlerinden biriydi diye düşünüyorum. Ya tünel çöktü ya da hazineci arkedeşler burayı keşfetti ve çaldı. Bence bu iki ihtimalden biri mutlaka yaşanmıştı.

Evlerin yıkılmaya başlanması. Yer Niğde Caddesi Cami atik mahallesi.

Eskilerden bir sözü cımbızla çıkartalım. Tarihin unutulmuş zamanlarına acaba ışık tutar mı? Yoksa bir efsanenin aslında gerçek olduğuna bir ispat mı? Nevşehir’den Göreme taraflarına uzanan bir yer altı yolundan bahsederlerdi. Yeri nere? Nerden gelir, nereye gider bilinmezdi. Aynı Keşişin suyu gibi sırra kadem basmıştı. Tarihi belgelemeyenlere, tarih kendini çok çabuk unutturuyor. Yazısız tarihimiz olan masallar ve efsanelerde objeler ve olaylar, sonsuza kadar fantastik bir var oluş sergiliyor.

Yıkıntı taşlarının bazı yörelerde satılması veya kullanılması.

Yeri gelmişken 1980’li yılların bir değerlendirmesini de yapalım. Nevşehir yapılaşma bakımından henüz zincirlerini kıramamıştı. Dar bir alana sıkışmıştı. Rahmetli Belediye başkanımız Mustafa Parmaksız 350 Evler mahallesini iskâna açmıştı. Hemen yanına Afat Evleri mahallesinde ekledi. Böylece ilk ciddi anlamda Nevşehir Vadinin karşısında da boy göstermeye başlamıştı.

İlk fotoğraftaki sokağın yıkılırkenki hali.

Ta çocukluğumdan beridir karayazıya 1500 ev yapılacağı söylenir dururdu. Oldu-olmadı, şöyle oldu, böyle oldu derken günümüzde 2000 Evler diye anılan Mahalle yapıldı. Yapılan evler günümüzde 2000 evi kaç kat geçti bilinmez.

Neyse biz konumuza dönelim. 350 Evler Mahallesinin değerini artırmak, atıl bir arazinin değerlendirilmesi ve çok havadar olduğu için tepenin başına bir hastane yapıldı.

İş makineleri bu hastanenin yolunu açarken koskoca bir tünelle karşılaştılar. İçinde Murat Taksinin rahat bir şekilde hareket ede bilecek bir tünelmiş. Ben bu tüneli göremedim. O zamanlar Avanos’da görev yapıyordum. Onlarca şahidi var. Sanki ispatlanmış bir efsanenin üstü tekrar örtülmeye çalışılmış gibi tünelin molozlarla doldurulduğunu söylediler.

Efendim EsbabıMucibesi ise yapılacak olan tarihi araştırmaların neticesinde hastanenin ruhsatının iptal edilmesi ve bir hizmetin gelişinin engelleneceği varsayılmıştı.

Günümüzde hastane yıkıldı. Tünel molozlarla dolduruldu. O kadar masraf edildi, o da heba oldu. Elde ne kaldı?

Yöremizde adeta tarih fışkırıyor. Kale mahallesi taş evleri yıkıldı. Altından yeniden bir tarih çıktı. Eminim oraları da yıkarsanız başka bir tarih çıkacaktır. Her şeye rağmen aman yıkılmasın, yıkıp kaybettiklerimiz bizim dersimiz olsun.

Uylu Dağında ve karşı Dağ’da harap olmuş seki kalıntıları, Alacaşar’da ki Keçi kalesi (Her yer boz toprakken sadece orası kırmızı bir yapıya sahiptir.) Diğer yer altı şehirlerinin yerleri ve efsaneleri varmıdır acaba? Çat kasabasında Karnıyarık tepesi gibi masa dağlar nasıl bir tarih ve hikâye barındırıyor. Yöremizde kayaların çeşitliliği ve ponza hışır gibi nimetler nelerdir. Bunları ekonomik olarak ne kadar değerlendire biliyoruz.

Sizlerle günümüzde unutulmuş başka bir efsane yapıyı paylaşalım. Yer Kahveci Dağı batı kanyonu üzerinde küçük bir mağaradır. Buraya zamanında Meryem ana evi denirmiş. Efsaneye veya masala göre burada yaşlı ve yalnız bir kadın yaşarmış. Buraya kadarı ne kadar sıradan bir olay değil mi? Mağara yöremizde cingi taş denilen bazalt kayalardan oluşmuştur. Bazalt kayası ise yanardağlardan akan lavların soğumasıyla oluşmaktadır. Bu en az 1500- 2000 derece santigrat demektir. Lavlar akarken üzerinden başka bir lav akıntısı gelirse bu taşları işleyenler için damar diyorlar ki, hayrete şayan taş kolay kırıla biliyor. Başta Acıgöl kırsalı olmak üzere yöremizde pek çok bazalt kaynağı bulunmaktadır. Bu da yöremizin tarihinde lavların hâkim olduğu günlere işaret etmektedir.

Biz yine Meryem Ana’nın yaşadığı o mağaraya dönelim. Bazalt duvarında açık ve bariz bir el işaretinin olması insanı hayretlere düşürüyor. Taş işlenmemiş. Sanki hamur veya olgun alçıya el basılmış gibi detayları dahi belli duruyor. Elbette ki bu el işaretleri insanüstü bir olguyu temsil ediyordur diye düşünmekteyim.

Eğitimin hayatın içinde olması insanlarımızın daha müreffeh hayatlar yaşamasını sağlar. Doğayı okuya bilmek insana başka âlemlerin kapısını açacaktır. Sadece maddi karı düşünmek, günü geçirmek kazandığından daha çok zarar etmek demektir.

Yöresel tarihimiz yaşanırken notlar tutulmamış, resimler, minyatürler çizilmemiş. Bu yüzden Beylik Hanının çalıştığı günlerdeki yapısı hep hayal dünyamızda kalacaktır. Buna keza yöresel isimleri dahi bilen kimseler oldukça azdır. Bazı terimleri mantıksal yöntemlerle çözülmeye çalışılması da gerçeği yansıtmayacaktır. Yöresel bitkiler üzerinde çalışma yapmaktayım. Latince isimlerini bilmek te gerekiyor. Lâkin bunların Türkçe karşılıklarını bulduğumuz zaman bitkinin çok güzel bir şekilde betimlendiğini de görüyoruz.

Hepinize başta sağlık ve sıhhatler dilerim. Mutluluklar içinde yaşamanız dileği ile…