Nerde o eski kışlar… Neydi o eski kışlar… Adam boyu yağan karlar, kapanan yollar, tipiler, fırtınalar… Sert ve soğuk kışlar. Güzeldi be eski kışlar… İşte yine aylardan Zemheri ve Nevşehir'de eski kışları aratmayacak bir ortam var... Ama maalesef o insanlarımız yoklar...

Nevşehir de eski zaman kışlarından aklımıza kalanları sizlerle paylaşmak istedik. Bir zamanlar, evlerde soba yakılır, kışın uzun gecelerinde masal anlatılırdı. Kışın pekmez ve kuru üzüm yenirdi, sobalarda patates, gözleme, öğrencilerin ellerinde leblebi ile bisküvi arası lokum…

Kış başkaydı eski zaman Nevşehirinde…


Sizde aklınıza gelen varsa bizlerle paylaşın özlem giderelim o günlerden …

Elbette soğuk ve içi ıslak ayakkabılarla kartopu oynardık kardan adam yapıp kayar, sapatla kuş avına çıkardık…

Çocuk olmamıza rağmen Evde hergün soba derdi olurdu. Yazın binbir emekle içeri taşınan kömürler odunlar bu kez soba kovalarına yedeklenirdi…Bir önemli dip not şuan evinde sobası olan varsa kahrını çektiğiniz sobaların şimdi keyfini doyasıya yaşayın sonra çok ama çok özleyeceksiniz...

Üzerinde tıs tıs sesleri ile güğüm o soğuk akşamlarında banyo yapardık o güğümdeki suyla…
Sonrasında çıtır çıtır üzüm bağ çubukları ile tutuşan odunların sesleri ile odanın tavanı kızıla çalar o tatlı renk cümbüşü asla unutulmazdı.
Eve gelince soba başında kedimiz bizden önce kenarına kurulmuş mırıldanıyordu keyiften… O Pazar akşamları TRT ekranlarında spor programları maçların keyfi başkaydı…Rıdvan, Aykut, Oğuzlar, Metin, Ali, Feyyazlar, Dobi Hasan, İskender, Hamdiler, Prekazi, Simoviç, Tanjular…
Sonra sokak aralarında boş arsa ve arazilerde mahalle maçları …
Balkondan anaların isimlerimizi çağırıp haydi babanız geldi doğru eve…
Kar kış soğuk dinlemezdik ama annelerimizi aşırı sevgiden babamızı biraz korku ve saygıdan hiç incitmezdik…
Büyüklere çok büyük bir Saygı vardı o günlerde….Onların önünden geçemezdik yanlarında ayak sallayıp uzatamaz hele hele asla yatamazdık. Elimizde havlu ile beklerdik lavabodan çıkışını.
 
Hergün biri gelirdi yada biz giderdik konu komşu akraba eş dost sohbetlerle geçerdi kışın o uzun geceleri.
 
Açıkcası;
 
Eskiden...
 
Çember çevrilir,
Su musluktan içilir,
Ağaçlara tırmanılırdı.
 
Bebekler bezden,
Silahlar tahtadan,
Resimler kömür karasından yapılırdı.
 
Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin
İsimleri konulur,
Saatli maarif takvimi okunurdu.
 
Komşuda pişen
Bize...
Bizde pişen komşuya düşerdi.
 
Geceler ayaz,
Sokaklar karanlık,
Yıldızlar parlak olurdu.
 
Turşu, salça, mantı
Evde yapılır,
Karpuz kuyuda soğutulurdu.
 
Erik ağacının çiçeği,
Pencere camımıza yaslanır,
Güz yaprakları bahçemize düşerdi.
 
Kardan adam yapılır,
Evlerde soba yakılır,
Kış gecelerinde masal anlatılırdı.
 
Merdiven çıkılır,
Aidat ödenmez,
Yönetici seçilmezdi.
 
Evler badanalı,
Sokaklar lambasız,
Mahalleler bekçili olurdu.
 
Ajans radyodan dinlenir,
Siyah beyaz tek kanallı TRT ile istiklal marşı ile açılır kapanırdı ekranlar ara sıra "Abdurrahman efendi türküsü" ve simgesiyle,
Yine Çizgi roman okunur,
Defterlere kenar süsü yapılırdı.
 
Hayat,
"Arkası Yarın" gibiydi,
Kesintisizdi.
 
Her gün yaşanacak bir şey vardı.
Herkes kendi düşünü kurar,
Kendi hayatını oynardı.
 
ŞİMDİ
 
Şimdi,
Herkes
Yoğun,
Yorgun
Ve
Tek başına...

Ne dersiniz bu bedenin "ruhumu" sessiz kalan yoksa ruhsuz bedenler mi sahipsiz olan...

İnsanlar hep mutsuz hep şikayetçi ve sitemkar...

Şükretmeden yaşıyoruz. Ya da gerçek şükürle tanışmadığımız için; nimetler artmıyor. “Nimetler şükürle artar” Evet ama, nimetler sayısal olarak artarken, alınan haz duygusal olarak azalıyor. Çağımızın hastalığı olan 'Mutsuzluk sendromu'nun asıl sebebinin 'şükürsüzlük' olduğunu unutmamak gerekir.

Geçmiş dönemlere özlem duyup nostalji yaşarken, o dönemi gelin bir hayırlayalım; inanın iyiki burdayım ve bu dönemde yaşıyorum diyeceksiniz...

Ama boşverin gitsin. Aslında herşeyi eskiten bizler değilmiyiz.

Ne dersiniz? Nimetin kıymetini, sevdiklerimizin değerini, zamanımızı, sağlığımızı ve gençliğimizi elimizden gitmeden önce, şöyle doya doya yaşasak, fena mı olur?

O zaman kim alıyor elinizden, kış yine aynı kış karların rengi yine beyaz... Soğuklar yine üşütüyor değilmi avuçlarımızı... Öyleyse yine keyfini çıkarabilirsin. Kar topu oynayıp kardan adam yaparak kızakta kayabilirsin. En önemlisi hayatı sevdiklerinle doyasıya paylaşabilirsin.

Mustafa Okumuş'tan gelen güzel bir yazı:
Çocukken bir oda sıcak olurdu evimizde. Tüm aile o odaya sığışırdık. Kömür sobası kokusu, sıcak ve mayışıklık… Ardından göz kapakları ağır ağır sıcağa teslim olurdu. Sıcağın getirdiği uykuyu bozan fokur fokur kaynayan çaydanlık… Mis gibi, burunlara dolan kestane bazen patates…

Soba sıcağı sevgili gibidir çoğu zaman. Yakınken sizi tüm sıcaklığıyla ısıtır, uzakken ise sıcaklığına hasret kalınır. Soba çocukluk aşkımızdı, yanından hiç ayrılmak istemediğimiz. Sokakta kış soğuğunda koşturduktan sonra eve girmenin belki en keyifli yanıydı soba. Konforlu değildi, meşakatliydi soba memnun etmek. Gel gör ki tüm bu nazları ondan vazgeçmek için bir neden değildi hiçbir zaman.

Soba çocukluğumuzu hatırlatan o kocaman evimizin demirbaşıydı. Hep aynıydı yeri, hiç değiştirmez, kımıldamazdı yerinden.

O bırakmadı belki, gitmedi ama biz onu bıraktık, tıpkı çocukluğumuz gibi.



Mustafa Okumuş