NEVŞEHİR EFSANELERİ

Anadolu medeniyetlerin beşiğidir. Yakın tarih seyyahlarından Evliya Çelebi “Seyahatnamesinde” Muşkara’nın çok küçük bir yerleşim olduğundan bahsetmiştir. Oysa ta Selçuklular zamanında yapılmış kalesi, İpek yolunun geçiş noktalarında önemli bir yere sahip bu yerleşkenin kökleri bilmem kaç bin öncelerine dayanmaktadır. Zira Evliya Çelebi sadece bir gece kalmış ve gördüğünü yazmıştır. Demeki tarih sahnesindeki devranlar birçok şeyide değiştiriyor.

Günümüzde yıkılmış olan bir taş ev. Beddik Mah.

Devranlar dönüp, yerini yeni döngülere bıraktığında eski yaşanmışlıklar tarihin karanlıklarına gömülüp gidiyorlar. Bazı insanlar ve medeniyetler unutulmamak için zaman nehirlerine işaretler bırakıyor. Hiç birşeyi olmasa dahi bedenini bırakması zaman içinde yaşanmışlıklara belge oluyor. Ürgüp Müzesindeki Mamut fosili, gergedan fosilleri buna örnektir. Ayrıca Hitit sanatındaki arslan kabartmaları ve heykelleri bir zamanda Anadolu’da arslanların da var olduğunu söylemektedir.

Arkeoloji işte bunun için önemlidir. Dağı, taşı, araziyi aynı bir yazı okuyormuşcasına okumak gerekir. Bu sayede tarihin karanlık dehlizlerinde o eski yaşanmışlıkları, yaşayan insanlara anlata bilsin. Sanat medeniyetlerin mührüdür. Bu sayede yaşanmışlıklarına ışık tutula bilir. Ta o zamanlardan süzülüp gelen evcilleştirilmiş tahılları, taşların işlene bilirliği, kısacası o medeniyetin medeniyetinden de yararlanmış oluyoruz.

Eski orta mektep ve öğretmenler. Eski yetiştirme Yurdu Bahçesi. Hemen cicili yol da denen Niğde Caddesinde bulunuyordu. O zamanlar Nevşehir’in en meşhur caddesi buraydı.

Kayıt düşülmeyen yaşanmışlar, baştan rivayete düşer. Hikaye olur. Ağızdan ağıza geçerken fantastik bir yapıya bürünür. Masal olur. Sonra efsaneleşir, unutulur gider. Sizlere böyle bir olayı kendim derlediğim bir örneğini sunmak isterim.

Belediye nin altındaki yol. Bir zamanlar bağ yollarına çıkan bu yol çok işlekti. Günümüzde hatırlayanlar bile eminim çok azdır.

Yöremiz yer altı şehirleri sadece Derinkuyu ve Kaymaklı ile sınırlı olmadığını günümüzde her kes bilmektedir. Turizm bölgesinde olan yöremizde bu konunun iyi bir şekilde değerlendirildiğine inanmıyorum. Çardak’lı bir vatandaşımız, Çardak Kasabasında da bir yer altı şehri bulunduğunu söylemişti. Çardak Kasabasının hemen batısında Güvercinlik köyü vardır. Sırtını Aşıklı Dağına yaslamış, böylece kuzey rüzgarlarından duldalanmış bir köydür. Aynı köyünde hemen batısında Kahveci Dağı ve kanyonların silsilesindeki tepelerle, Aşıklı Dağı arasındaki ta Kızılırmağa kadar varan Borus vadisinin kapısı gibi durmaktadır. Bu dağ üzerinde bulunan Aşıklı Dede türbesinden ismini almıştır.

Maraşal Fevzi Çakmak Nar’da. Aşağı Mahalle Caddesinin adı bu yüzden Maraşal Caddesi olduğunu biliyormuydunuz?

Burada da yer altı şehri bulunmaktadır. Tepeye yakın güney cephesinde bir insanın zar-zor geçe bileceği basit ve kısa bir geçitten sonra geniş bir salon yapı insanı karşılar. Salonun bittiği noktadaki çukurdan şehre ulaşıla bilmektedir. Gidip görmüştüm. İçerisi ala bildiğine karanlık dehlizlerle ve insanın üzerine yıkıla bilecek tuzak taşlarla doluydu.

Elektrik kaynağı kullanılmazdan evvel yapılan demir işlerine örnekler.

Bu konuyu Güvercinlikli bir yaşlı insanımızla konuştum. Burayı biliyorlardı. Bize oradan uzak durmamız gerektiğini söyledi. Tehlikeli ve netameli bir yerdir. Yapısından öte orayı ejderhalar, canavarlar ve tehlikeli yaratıkların korduğunu söyledi. Orası hakkında büyüklerinin bunları anlattığını da ekledi. Adamcağızın söylediklerini hemen bir efsane olarak algılamıştım. Çocukların oralarda kaybolmalarını, üzerlerine kaya düşüp zarar görmemeleri için şehir efsanelerinin yanında bu da köy efsaneleri demiştim. Aradan zaman geçti, biz yine Aşıklı Dağına çıkmıştık. Karşımızda anden beliren enaz üç metre boyunda bir Anadolu Varanı ile burun burna geldik. Gerçekten korkunç bir yaratıktı.

Anadolu Varanı ile karşılaşmamız var olan bir durumun nasıl efsaneleştiğinin belgesiydi. Vademiz yetmemiş bize bir zarar vermedi. O muhteşem çatal dili hala gözlerimdedir.

Buna benzer efsaneler, bu gün Kaya şehir diye adlandırılan kale civarındaki taş evlerin altındaki dehlizler hakkında ki söylencelere de konu olmuştu. Nevşehir’de tarih her yerdeydi. Hazinelerden, perilere, sarı kızdan cinlere, karanlık tünellerden al basana, kara basanlara… Bu kadar enteresanlıklar içinde büyümekte çok enteresan olsa gerektir.

Bir gün bir yıkıkta oynuyorduk. Toprak çökmüş. Tabi bizlerde heyecanlı çocuklar olarak hemen yıkığa indik. İndiğimiz mekan karanlık ve loş bir oda gibi yapıydı. Etrafta kılıçtan küçük kama ve adını sonradan öğrendiğim pala gibi silahlar bulduk. Herkes aldı, bende bir tane kama benzeri iri bir bıçak aldım ve eve getirdim. Evde o silahı çalmadığımı ıspatlayana kadar çabaladığımı anımsıyorum. Getirdiğim o silahı zaten bir daha da görmedim. Keşke dama saklasaydım diye zaman zaman düşünürdüm.

Yer altı tünellerinden bahsetmek isterim. Nevşehir çeşitli nedenlerle muhasara edilirse, kaleye sığınan halkın su ihtiyacını karşılamak, aynı durumu dost güçlere haber vermek için bu tünellerin kullanıldığını anlatırlardı. Tünelin Borus Çayına çıktığı da söylenceler içerisindedir. Tabi o zamanlarda Borus Çayı çağlar ve temiz suyundan içildiği gibi buğday da yıkanırmış.

Yıkımlar başladığı için aceleyle çektiğim fotoğraflardan. Yer Beddik Mah. Ev terkedilmiş. Evin tandır evindeki bu bitkiler acaba şifa olsun diyemi toplandı yoksa tandır tutuşturacağı mı? Arkada bir oyuncağın tekeri görülüyor. Oyuncağın sahibi bu fotoğrafın çekildiğinde kaç yaşındaydı, kim bilir.

Sevenleri ölmüş, gidenler götürmeyi unutmuşlar.

Bizlerden birkaç on yıl yaşca büyük olanlar, bu tünellere girdiklerini sölerlerdi. Zamanla unutuldu, hayat hızlandı, gürültülü ve yer sarsıcı arabalar çoğaldı. Bu yüzden tünellerin yapısının erozyona uğradığını da düşünmek gerekmektedir. Birçok insanım en sağlam tünel yolunun, Meryem Ana kilisesine yakın olan Otuz Ağustos İlk okulunun bahçesinde ve karşı duvarının içinde olduğu söylerler. Devran yine aynı dönüyor. Böyle bir alt yapıyı bilenler bir şey yapmıyor, korumuyor. Bilenler bu dünyadan göçüp gittiklerinde bu alt yapı efsanelere dönüşüyor. Tam bilgiye sahip olunmadığı için olaya cinler, sırlarda dahil oluyor. Bu seferde bireysel korkular depreşiyor. İmkanı bulanlar daha düzlük yerlere taşınmaya başlıyorlar. Yukarılar gün geçtikçe tenhalaşıyor korkutucu yapısı da artıp duruyor. El hasıl toprağın altındakini de, toprağın üstündekini de koruyamadık. Toprağın altındaki nasıl tarihse, toprağın üstündeki yıkılan yapılarda tarihti. Taş evlerdi. Mardin evlerini korudu, bakımlarını yaptı ve evler marka oldu. Safranbolu evleri gibi… Biz ne yaptık?

Bu fotoğraf yorumsuzdur.

Yaşadığımız hayatı ve bu bedeni gezdirdiğimiz vatanımızı aynı bir doğa ressamı gibi işlememiz gerekmektedir. Bu durum işsizlerimize iş olduğu kadar psikolojik tedavi ve sosyalleşmede de yardımcı olacaktır. Koşa koşa gelen küresel ısınma felaketine karşıda insanların dayanışması demektir. Arslan geliyor, görünce kaçarız. Ama efendim o arslan insandan daha hızlı kovalar ve kaçamazsanız sizi parçalar ve öldürür. Şu an insanlarımızın küresel ısınmaya bakış açısı budur diye düşünüyorum. Ha birde iyi pencereden bakalım. Küresel ısınma insanları mahvederken ne efsaneler çıkacak kim bilir.

Hepinize başta sağlık ve sıhatler dilerim. Mutluluklar içinde yaşamanız dileği ile…