NEVŞEHİR(MHA) Nevşehir Gaznevi Camiinde din görevlisi Ali Özcan, mübarek ramazan ayında komşu hakkına müslümanların daha fazla itibar etmeleri gerektiğine dikkat çekti.

Özcan konuyla ilgili açıklamalarında; "Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir şeyi eş (ve ortak) tutmayın. Anaya-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ ellerinin malik olduğu kimselere (kölelerinize) iyilik edin. Allah (C.C.) kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.”(Nisa Suresi).

Komşu; Aynı mahalle veya çevrede yaşayan insanların birbirlerine göre aldıkları ad.

Türkçede yaygın şekliyle fiziki olarak birbirine yakın veya bitişik yerlerde yaşayanlara komşu denir. Yakınlık veya bitişik olma ev bakımından iş yeri, arazi, köy veya şehir itibariyle de olabilir. Dilimizdeki iş yeri komşusu, arazi komşusu, komşu köy, komşu kaza, vilâyet tabirleri bunu ifade eder. Araplar komşuya “CÂR” derler ki, “CÂR” evi diğerinin evine bitişik (mücâvir) olan, birbirini himaye eden, koruyan, birinin yardımına ve imdadına koşan anlamlarına gelir. Köyde, kentte, tarlada, bahçede birbirine komşu olan insanların ve özellikle Müslümanların huzur içinde yaşamaları için gerekli şartlardan biri de beşeri şartlardan biri de beşerî münasebetlerini iyi düzeyde tutmalarıdır. Bu sebeple yüce dinimiz komşuluk hakkına büyük önem vermiştir. Komşuluk, toplum hayatımızda yeri ve önemi inkâr edilemeyen içtimaî bir müessesedir ve insanların toplum halinde yaşamalarının zarurî bir neticesidir. İnsan sosyal bir varlık olduğuna, bu sebeple tek başına yaşayamayacağına göre etrafında komşuların olması kaçınılmazdır. Allahü Teâlâ, yakınımız olsun olmasın bütün komşularımıza iyi davranmamızı, iyilik etmemizi emreder. “Allah’a ibadet edin. O’na hiçbir şeyi eş (ve ortak) tutmayın. Anaya-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ ellerinin malik olduğu kimselere (kölelerinize) iyilik edin. Allah (C.C.) kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.” (Nisa Suresi). Aileden sonra hukukuna en çok riayet etmemiz gerekenler, yan yana bir arada yaşadığımız komşularımızdır. Komşu hakkı, dinimizde çok önemli bir yer tutar. Aile yuvasında olduğu gibi komşularıyla da iyi geçinmek ve yardımlaşmak şarttır. Akşam-sabah yüz yüze geldiğimiz, her zaman görüştüğümüz insanlar, komşularımız sayılır. Büyük müfessir İmam Kurtûbî bu ayetin tefsirinde konuya dikkatlerimizi şöyle çeker: “Görmüyor musun? Allah ana babaya ve akrabaya iyilikten sonra komşuları zikretmiş ve haklarına riayet edilmesini emretmiştir.” Nisa suresinin 36. Ayetindeyakın komşu, uzaük komşu olarak iki kelime geçmektedir. Değişik ölçülere göre komşu sınıflamaları yapılır. Bunlardan evleri yahut evlerine giriş kapıları birbirine bitişik olanlara “kapı komşusu” adı verilir. Yakın Komşu; Akraba veya evleri birbirine yakın olanlara “yakın komşu” denir. Uzak Komşu; Evleri birbirine pek yakın veya akraba olmayan yahut gayr-i Müslim (Yahudi, Hıristiyan) olanlara da “uzak komşu” denir. Burada zikredilen yakınlık-uzaklık meselesinde tam bir açıklık yoktur. Kapı komşusu dışında olanlar veya akraba haricindekiler yakın komşu mu, uzak komşu mu kabul edilecektir? Ne kadar yakınlık, ne kadar uzaklık bu hususta ölçü olarak alınacaktır? Rivayete göre Hz Aişe (RA) bunun her taraftan kırk evlik bir mesafe olduğunu ve bunlar arasında komşuluk hukukunun olacağını söylemiş, Hz. Ali (RA) da, bir kimsenin sesinin duyulabileceği yere kadar olan mesafe içinde kalanların komşu sayıldığını ifade etmiştir. Hz. Peygamber (SAV)’in yaptığı bir sınıflamaya göre hakları yönünden komşular üç gruba ayrılır: 1-) üç hakka sahip komşular: Bunlar hem akraba, hem müslüman olanlardır. Bunların komşu, akraba ve müslüman olmaktan doğan üç çeşit hakları vardır.

2-) İki Hakka Sahip Komşular: Akraba dışındaki müslüman komşular. Bunların komşu ve müslüman olmaktan ileri gelen iki çeşit komşuluk hakları vardır.

3-) Bir Hakka Sahip Komşular: Akraba ve müslüman olmayanlardır. Bunlar, akraba olmayan Ehl-i kitap (Yahudi, Hıristiyan) veya müşrik komşulardır. Bunların sadece komşu olmalarından kaynaklanan bir tür hakları bulunur.

Kısaca belirtmek gerekirse, komşu tabirine, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, kâfir, âbid-fâsık, dost-düşman, mukim-misafir, zararlı-zararsız, yakın-uzak istisnasız bütün komşular dâhildir.

Kelimenin Arapça karşılığından da açıkça anlaşılacağı gibi, “birbirine yakın, bitişik (mücavir) olma”nın getirdiği bir takım sosyal vecibeler ve ilişkiler düzeni vardır. Bunlara genel ifadesiyle “Komşuluk” denir. Komşuluk ilişki ve vecibeleri, küçük yerleşim bölgelerinde (köy, kasaba vb.) sosyal dayanışma ve bütünleşme açısından çok önemlidir ve titizlikle korunmaya çalışılır. Eskilerin“Ev Alma Komşu Al sözü de bu hassasiyetin bir ifadesi sayılır.

Gerçekten kapalı cemaat arz eden ve şehirleşmenin az olduğu yörelerde komşular birbirlerini ziyarete giderler, yardımlaşırlar, korurlar. Halk arasında komşu olmadıkları halde bir eve sık sık ziyaret yapan kimseye “komşu kapısına çevirdi” denmesi sözü edilen ilişkiler ağının yoğunluğunu gösterdiği gibi, “komşuda pişer, bize de düşer”, “komşu ekmeği komşuya borçtur” tarzındaki atasözleri de aynı ilişkiler yapısının mahiyetini tüm açıklığıyla ortaya koyar. Peygamber Efendimiz (SAV) Ebu Hüreyre (RA)’dan rivayet edilen bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

“Vallahi mümin değildir, vallahi mümin değildir, vallahi mümin değildir.” “Kim Ya Rasülallah?” diye sorduklarında, Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu: “Komşusu, belâlarından emin olmayan kimse (mümin değildir).” Hadiste, “mümin değildir” sözü, “olgun, kâmil mümin değildir” anlamındadır. Zira bu hareket ebedî cehennemde bırakacak imansızlık hareketi değildir. Diğer bir ifade ile bu hareket olgun mümin olmak için gerekli, fakat iman etmiş olmak için şart değildir. Müslim’in naklettiği diğer bir rivayette hadis şöyledir: “Komşusu, zararından emin olmayan kimse cennete giremez.”

Hadiste geçen “Cennete giremez” ifadesinden de “Kıyamette ilk önce kurtulmuşlar içinde cennete giremez” şeklinde anlaşılmalıdır. Yani bu hareketinin cezasını çeker, sonra cennete girer. Şayet komşuya eza etmenin günah olmadığı görüşünde ise, durumu cehenneme girmeyi zaruri kılmış olur. Hadisimiz, komşuya eziyetten sakınmayı, onlara kötü hareketlerden kaçınanın imanının kemale erdiğini, komşuya verilen zararın Allah’a isyana, onun da cehennem azabına götüreceğini ifade etmektedir.

“Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Salih) kullarımın arasına katıl ve (onlarla birlikte) cennetime gir.” 

Hz. Ali (RA)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Resülüllah (S.A.V.) bize: “Ölülerimizi sâlih kimselerin içerisine defnetmememizi emretti ve kötü komşudan diriler incindiği gibi ölüler de incinir.” buyurdu.”

İnsan için hem bu dünyada hem de ahirette iyi kimselerle beraber olmak mutluluk ve huzur vesilesi olur. Dünyada iyi kimselerle beraber olmak, iyi komşularla beraber olmak demektir. İyi komşularla beraber olmak, hiç şüphesiz ki Cenab-ı Hakk’ın insana büyük bir lütfudur. Bu sebeple iyi komşulara sahip olan kimseler bundan dolayı ayrıca Allah’a hamd etmelidirler. Çünkü huzur ve saadetimizi sağlayan birçok şey vardır. Bunlardan biri de iyi komşulardır. İyi komşularla beraber olan kimse mutlu ve huzurlu olur. Onun içindir ki, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “Ev almadan önce komşunuzu, yola çıkmadan önce arkadaşınızı araştırınız.”

Bir atasözümüzde bu hadis-i şerif, “Ev alma, komşu al” şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü komşu evden daha önemlidir. Komşular kötü ise en güzel evde bile insan rahat edemez, huzuru kaçar. Bu nedenle Peygamber Efendimiz (SAV), kötü komşudan Allah’a sığınmamızı emrederek şöyle buyurmuştur:“Devamlı ikamet ettiğiniz yerdeki kötü komşudan Allah’a sığınınız. Çünkü göçebelik anındaki kötü komşu geçicidir.” Peygamberimiz (SAV), başka bir hadis-i şeriflerinde, insanı mutlu ve huzurlu kılan üç şeye temas ederek şöyle buyurmuştur:

“İyi komşu, uysal bir binek ve geniş ev, kişinin saadetini sağlayan unsurlardandır.”

Peki, hadis-i şeriflerde methedilerek huzur ve saadetimizin kaynağı olduğu belirtilen iyi komşu kimdir? İster istemez insanın aklına böyle bir soru gelmektedir. Buna şöyle cevap verebiliriz: “Komşuların birbiri üzerinde komşuluk hak ve hukuku vardır. İyi komşu, bu hak ve hukuka riayet eden ve komşularına karşı görevlerini en iyi şekilde yerine getirendir.”  

Peygamber Efendimiz (SAV) bu hususa temas eden hadis-i şeriflerinde de şöyle buyuruyor:

“Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşı için en hayırlı olandır. Allah katında komşuların en hayırlısı da komşusu için en hayırlı olanıdır.”

Komşu Hakkı : Yüce dinimiz İslamiyet’e göre komşunun komşu üzerinde hakları vardır. Buna komşuluk hakkı diyoruz. Dinimiz komşuluk hakkı üzerinde çok durmuştur. Hz Aişe (RA)’dan rivayet edilen hadis-i şerifte Rasülüllah (SAV) şöyle buyurur: “Cibril bana komşu hakkını o kadar çok tavsiye etti ki, neredeyse komşuyu komşuya vâris kılacak zannettim.” Demek ki, komşu hakkı o kadar büyük ki, Cebrail (AS) defalarca Peygamber Efendimiz (SAV)’e gelip komşu hakkının öneminden bahsetmiştir. Hadisteki, “Komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim” ifadesi komşunu komşusu üzerindeki hakkını açıklamak için getirilmiştir. Çünkü İslam’ın ilk yıllarında kardeşlik ahdi de mirasçı olmayı gerektiriyordu. Sonraları bu kaldırılarak mirasın sebepleri olarak, soy yakınlığı, nikâhtan dolayı yakınlık ve velâ akdi yürürlükte bırakılmıştır. Hadis, komşu hakkının yüceliğine, onunla yardımlaşma ve güzelce ikramda bulunmanın gerekliliğine, komşuya zarar vermemeye, hastalanınca ziyaret etmeye, sevinçli ve kederli günlerinde yanlarında bulunmaya işaret etmektedir.

Komşular Arasında Yardımlaşma : Yüce dinimiz İslamiyet kadar yardımlaşmaya önem veren hiçbir din ve nizam yoktur. Dinimiz genel olarak hayatın her safhasında yardımlaşmayı emretmiş, öyle ki zenginlerin mallarında fakirlerin hakkının olduğunu belirtmiştir.

“Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.”  (Zariyat Suresi – 19. Ayet)

Komşular arasında yardımlaşma daha da önemlidir. İnsanın başı darda kaldığı zaman ilk olarak müracaat edecek olduğu kimse hiç şüphesiz ki komşusudur. Hiç kimse benim her şeyim var, komşuma muhtaç değilim, diyemez. Mutlaka komşusunun maddî-manevî yardımına ihtiyacı olur. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” derdi atalarımız. Alacakları evden önce komşuyu düşünür, arar soruştururlardı. Çünkü komşuluk bağları samimi ifadesini onlarda bulmuştu. Yiyip içtikleri ayrı gitmezdi aralarında. Onlarla paylaşılırdı en güzel ve samimi sohbet ortamları, dertler, sevinçler hep beraber yaşanırdı. Sıkıntı ve keder, bu samimi atmosferde bir bir kayboluverirdi. Ne var ki zaman, mazimize ait birçok güzel hasletimizi aldı götürdü aramızdan. Müstakil evlerin yerlerini dev apartmanlara bırakması, birçok insanın “birbirine katlanmak zorunda olduğu” bir yaşam tarzına dönüşmesi ve sosyal hayatın şahısları içine çekerek; okul, iş, çarşı derken, bir sürü meşguliyet içinde komşular da, komşuluklar da unutulup gitti. Aynı apartmanı paylaşmamıza rağmen ne alt, ne üst, ne de yan kapı komşumuzun kim olduğunu bile bilemez olduk. Rastlantılar sonucu sadece bir “merhaba” dan ibaret aramızdaki bağlar. Herkes kendi içinde, kendi derdiyle muzdarip, kendi sevinciyle mesrur. Oysa bu ne inancımıza ne de örfümüze uymakta. Peygamber Efendimiz (SAV)  bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Yanı başınızdaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mümin değildir.” Sosyal duyarlık konusunu çarpıcı biçimde gözler önüne seren hadisimizin mesajı, pek tabii olarak, sadece hane komşularına yönelik değildir. Öte yandan hadisimizdeki “aç olan komşu”nun mutlak olarak zikredilmiş olması, “müslüman komşu” gibi bir tahsise ve tavsife gidilmemiş bulunması, olgun müslümanın duyarlık alanını iman sınırının ötesine taşımaktadır. Hangi dinden ve inançtan olursa olsun, “aç olan komşu”nun sırf komşuluk hukuku gereği olarak ilgi duyması, ihtiyacının giderilmesi hedef olarak gösterilmiş olmaktadır. Allah cümlemizi komşu haklarına riayet eden kullarından eylesin” ifadelerinde bulundu.