Osmanlı döneminde kır kesiminin en yaygın yerleşim birimini köyler teşkil etmekteydi. Osmanlı coğrafyasını bir ağ gibi ören bu köyler, genelde ahalisinin toprağa dayalı zirai ürünler yetiştirdiği iskan birimi durumundaydılar. Bu ünitelerin önemli ölçüde yaygın olmasında şüphesiz Osmanlı idaresinin kır kesimine getirdiği asayiş ve emniyet yanında yeni köylerin teşkilinde daimi bir insan kaynağı olan konar-göçer unsurların önemli bir rolü vardı. Bu bağlamda bir köyün zamanla şehre dönüşümünde, onun coğrafi ve stratejik konumu ile dönemin siyasi şartlarının oynadığı rolü de hesaba katmak icap etmektedir.

Osmanlı döneminde bu şekilde köyden şehre dönüşen en tipik yerleşim yerlerinden birini, bugünkü Nevşehir'in çekirdeği olan Muşkara köyü teşkil etmektedir.

Muşkara köyünün Osmanlı öncesindeki tarihi hakkında kesin bir bilgiye maalesef sahip değiliz. Bunun en önemli sebebi, burasının küçük bir yerleşim yeri olmasından ve isminin kaynaklara yansımamış bulunmasından ileri gelmelidir. Bu hususla ilgili fikir beyan edenler, köyün ve dolayısıyla Nevşehir'in kuruluşunu antik dönemlere kadar götürmekte ve burasının Kapadokya'nın önemli merkezlerinden biri olan Nyssa şehrinin bulunduğu yere tekabül ettiğini belirtmektedirler. Bu fikri ileri sürenlerden Ch. Texier'in, Nyssa'nın bugünkü Nevşehir ile buraya çok yakın mesafedeki Nar kasabasından hangisinin yerine düştüğünün bilinmediğini zikretmesi ve Nevşehir'den önce buranın adı olan Muşkara'ya atıfta bulunmaksızın Nyssa'dan sonra Nevşehir'e geçmesi, ileri sürülen bu görüşün çok sağlam kaynaklara dayanmadığını gösterse gerektir.

Muşkara'nın Osmanlı dönemi tarihiyle ilgili hem sözlü hem de yazılı bilgilere rastlanmaktadır. Bu konuda Ahmet Ağın tarafından İstanbul'un Çatalca ilçesine bağlı Nakkaş köyünde derlenen sözlü bilgiler oldukça ilginçtir. Bu bilgiler, 1467 yılından soma Karamanoğullarının Osmanlı idaresine girmesi sonucunda bölgeden İstanbul'a nüfus nakli yapılan yerler arasında Muşkara'nın da bulunduğu, Muşkara'dan getirilenlerin önemli bir kısmının Çatalca'nın Nakkaş Çiftliği'ne, bir kısmının ise İstanbul'un Aksaray semtine yerleştirildiği, Nakkaş Çiftliği'ne yerleşenler arasında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın büyük dedesi Nakkaş Derviş Mehmed Efendi'nin dahi yer aldığı ve hatta Nakkaş Çiftliği'ne yakın Dursun köyünde vefat etmiş olan Mehmed Efendi'nin mezar taşında Muşkaralı olduğu şeklindedir. Derlenen bu sözlerin, tarihi kayıtlarla ne kadar çok örtüştüğünü kestirmek bir hayli güçtür. Ancak Karamanoğullarının Osmanlı idaresine girmesinden soma bölgeden İstanbul'a ve çevresine toplu bir nüfus naklinin yapıldığı dikkate alınacak olursa, bu sözlü bilgilerde ister istemez bir gerçek payının olabileceğini düşünmek mümkündür.

Osmanlı döneminde Muşkara köyüyle ilgili yazılı ilk bilgilere, XVI. yüzyıl başlarından itibaren rastlanmaktadır. Bu bağlamda 924 (1519) tarihinde Muşkara köyünün idari bakımdan Niğde sancağının Ürgüp kazasına bağlı Uçhisar nahiyesinin köyleri arasında yer aldığı tespit edilmektedir. Bu tarihte muayyen bir bölgeyi içine alan Uçhisar nahiyesinde 16 köy mevcuttu. Bu köylerin önemlilerini, Muşkara'dan başka nahiyeye adını veren Uçhisar ile Ortahisar, Nar ve Sulusaray gibi adlarla bilinenler teşkil etmekte idi. Bahis konusu tarihte Muşkara köyü, toplam 105 nefer (86 hane, 19 mücened) vergi nüfusuyla yaklaşık 450 civannda bir nüfusa sahipti4. Vergi mükellefleri arasında hem kendi hem de baba adı gayrimüslim olanların fazla olduğu görülüyor. Ancak bu gibi kimseler yanında köyde "Yusuf veled-i Abdullah" ve "Bali veled-i Kaya" gibi kendi adı ve baba adı Türkçe olan kimseler de vardı. Bunlardan başka "Eyne Beyi veled-i Todoris" veya "Lazar veled-i Yağmur" örneklerinde olduğu gibi bazan kendi adı Türkçe ve baba adı gayrimüslim, bazan da bunun tam tersi, kendi adı gayrimüslim ve baba adı Türkçe olanlara rastlanmaktadır. Bu durum çok erken dönemlerde Anadolu'ya gelen ve dini bakımdan Hıristiyan olmalarından bu gibi isimleri alan Türklerin varlığına dair ileri sürülen görüşlerin göz ardı edilmemesi gerektiğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu husus, köyün Osmanlılardan önceki dönemlerde kurulmuş olabileceğine de bir işaret olmalıdır.

Muşkara köyünün 1530 yıllarında toplam 150 nefer (70 hane, 80 mücerred) vergi mükellefiyle yine yaklaşık 450 civarında bir nüfusu vardı. Bu nüfusa dair verilen bilgilerin icmal bir deftere ait olması, köyün sakinlerinin adlan üzerine bir tefsir yapılmasına imkan vermemektedir. 992 (1584)'de köyün ahalisinin Müslim ve gayrimüslim olarak iyice şekillendiği görülmektedir. Bu tarihte köyün toplam vergi mükellefi 185 neferdi. Bunun 46 neferi Müslim ve 139 neferi gayrimüslimdi. Köyde Müslim ve gayrimüslim unsurların bu tarihte iyice şekillenmesi, az sayıda da olsa 1530'lardan sonra köye dışarıdan gelip yerleşmiş olanların olabileceğini hatıra getirmektedir. Bu toplam vergi mükellefinin ise biri çift, 49'u nim çift, 65'i bennak, 65'i caba ve beşi de muaf statüsünde idi. Bu durumda köyün nüfusu yaklaşık 1000 civarında idi. Köy sakinlerinin hemen hemen tamamına yakınının nim, bennak ve caba statüsünde olması, köyün arazisinin dağlık ve tarıma çok elverişli olmadığının bir işareti olmalıdır.
XVII. yüzyıl ortalarında Muşkara köyü, yine Niğde sancağının Ürgüp kazasına bağlıydı. Bu dönemde köyün 45 avarız-hanesi vardı. Burada bir avarızhanenin, kaç haneye tekabül ettiği hakkında bir bilgiye sahip değiliz.

Bu bakımdan köyün toplam nüfusu hakkında itibari de olsa bir sayı vermek güçleşmektedir. Ancak bu dönemde Celali hareketlerinin Anadolu'yu oldukça etkilediği dikkate alınacak olursa, nüfusun 1584 yılına göre bir azalma içine girdiğini ve dolayısıyla XVII. yüzyıl ortalarındaki nüfusun 1584'den daha az olabileceğini düşünmek mümkündür.

XVIII. yüzyılın başlarına kadar normal bir köy durumunda olan Muşkara köyü, bu yüzyılın ilk çeyreğinde kendisini köyden kasabaya ve belki de bir şehre dönüştürecek olan büyük imar faaliyetlerine sahne olmaya başlamıştır. Bu faaliyetler, özellikle Damat İbrahim Paşa'nın sadrazamlık döneminde (1718-1730) meydana gelmiştir. Bilindiği gibi Damat İbrahim Paşa aslen Muşkaralı idi. 1690 yıllarında köyünden İstanbul'a gelen İbrahim Efendi (Paşa)'nin, köyüyle olan alakasını ve manevi bağlarını hiç koparmadığı anlaşılıyor. Bu durum şüphesiz o dönemde İbrahim Paşa'nın akrabalarının köyde oturmalarıyla da yakinen alakalı olmalıdır. Nitekim 1730 yıllarına ait Nevşehir Evkaf Defteri'nde şehirde oturan hane sahiplerinin ilk sırasında yer alan "Mehmed Bey" isimli şahsın adının altına, "İbrahim Paşazade" yazıldığı dikkati çekmektedir8. Tespit edilebildiği kadarıyla bu şahsın, o dönemde başka bir İbrahim Paşa soyundan gelen kimse olması hemen hemen imkansız gözükmektedir. Bu durumda bahis konusu kayıt, İbrahim Paşa'nın soyundan gelenlerin halen bu tarihlerde köyde oturduklarına ve Paşa'nın doğduğu yerle olan bağını sıkı bir şekilde devam ettirdiğine işaret olmalıdır. Bu husus, Damat İbrahim Paşa'nın sadrazam olduktan soma doğum yeri olan köyüne büyük bir alaka göstermesinin ve burasını özel bir gelişmeye tabi tutmasının şüphesiz en önemli sebebi olmalıdız.

Belirtilen bu husus yanında Muşkara köyünün bulunduğu yer itibariyle de gelişmeye müsait olduğunu belirtmek gerekir. Zira Muşkara köyü, o dönemde Aksaray, Niğde ve Kayseri şehirlerini birbirine bağlayan yolların kesiştiği yerde bulunmaktaydı. Aynca köy, Osmanlı döneminde önemli bir sınai ve ticari fonksiyona sahip olan Tokat şehrinden Diyarbekir ve Şark taraflarına doğru giden yolların ana kavşak noktasında yer almaktaydı. Bu bakımdan Muşkara köyü, hem buralara gelip giden kervanların hem de muhtelif ticaret erbabı ve tüccarın uğrak yerlerinden biriydi.

Böylesine önemli bir yerde bulunan Muşkara köyü, aynı zamanda bir "derbend" yeri durumundaydı. Ancak bölgede bir ara eşkıyalık hareketlerinin artması ve bölge halkının emniyetinin kalmaması üzerine önemli tedbirlerin alınması ve uygulamaların yapılması yoluna gidilmiştir. Alınan bu tedbirlerin ve uygulamaların en önemlisi ise köyün şehre dönüştürülmesi projesi olmuştur. Osmanlı döneminde birçok yerin şenlendirilmesi ve iskana açılmasında olduğu gibi bu projenin gerçekleştirilmesi için şöyle bir yol takip edilmiştir. Önce, dönemin Padişahı III. Ahmed, bir hatt-ı hümayunla damadı olan İbrahim Paşa'ya Muşkara köyünü hibe ve temlik etmiştir. Bundan soma İbrahim Paşa, doğduğu yeri büyültmek ve geliştirmek için sistemli bir yol takip etmiştir. Bunun için önce köyde yoğun bir imar faaliyeti başlatmıştır. Bu imar faaliyetleri sonunda dönemi için bir köyü şehre dönüştürecek olan çeşme, cami, medrese, mektep, imaret, kitaplık, han, hamam ve dükkan gibi pek çok dini ve sosyal tesisleri köyüne yaptırmış ve bunların önemlilerini, devrin ünlü şairlerinden Nedim, Vehbi, Dürri Efendi ve asım'a yazdırdığı kitabeler ve İstanbul'dan gönderdiği nefis eserlerle süsletmiştir. Böylece Muşkara köyünü, bir şehir yapmağa elverişli kılacak imar faaliyetlerini gerçekleştirmek yönünde kendini gösteren İbrahim Paşa, Selçuklular devrinden kaldığı anlaşılan kaleyi de bu devirde yeni baştan tamir ettirmiş ve halkın emniyetini sağlamak için buraya bir sur yaptırmıştır.

Muşkara köyünde dini ve sosyal tesislerin inşası esnasında inşaata nezaret etmek üzere merkezden bir bina emini tayin edilmiştir. Tesislerin ise genellikle taştan yapıldığı dikkati çekmektedir. Taşın tercih edilmesinin en önemli sebebi, her şeyden önce bölgenin tabii yapısında taş ve taş ocaklarının yaygın olarak bulunmasıydı. Malzemesi taş olan binalarda asıl önemli iş, taşın yerinden kesilerek getirilmesiydi. Bu bakımdan özellikle Nevşehir ve civarındaki taş kesici ustalarından istifade edilmiştir. Bu taş kesici ustalara, her zira' (yaklaşık 75 santimetre) taş için bina emini tarafından dörder akça ücret ödenmiştir. Aynca bölgeye yakın Kayseri'den inşaatın yapımı için taşçı, hamamcı ve neccar (duvarcı) gibi ustalar getirilmiştir.

Taştan yapılan binalar için en fazla ihtiyaç duyulan maddenin başında kireç gelmekteydi. Kireç ise daha çok Kayseri ile Adana'nın Urum Diken köyündeki ocaklardan temin edilmiştir. Kirecin taşınması, bölgedeki Türkmenlerin sahip olduğu develer vasıtasıyla yapılmıştır. Bir devenin 300 kilogram üzerinde yük taşıması ve uzun mesafeler için oldukça dayanıklı bir hayvan olması, Osmanlı kara nakliyatının yük taşımacılığında onları ön plana çıkarmaktaydı. Taşıma için ödenen ücret, kireç ocaklarının mesafesine göre bir batmanı (8 kilogram) bir ila iki akça arasında değişmekteydi. Taşıma işine ise develeriyle Boynu İncelü, Mamalu, Pehluvanlu, Acem Türkmenleri ve Kocabeyoğlu Türkmenleri gibi göçebe gruplar memur edilmişlerdi. Bu göçebe gruplar arasında Mamalu Türkmenleri'nin beş yüz deve ile beşer altışar gruplar halinde nöbetleşerek taşıma işine katılmalarının istenmesi, köydeki inşaatın oldukça büyük boyutlarda olduğunu gösterse gerektir.

İbrahim Paşa'nın vakıf hayratı olarak yaptırdığı bu imar faaliyetlerinden soma Muşkara, kendisini köyden şehre dönüştürecek hizmet binalarına kavuşmuş oluyordu. Bu imar faaliyetlerinin yanında yapılan diğer önemli bir iş, köyün nüfusunu arttırmak için buraya yeni insan kaynaklarını bulmak ve yerleşmelerini sağlamak olmuştur. Ancak bunun için önceden bazı tedbirlerin alındığı dikkati çekmektedir. Alınan bu tedbirlerin başında İbrahim Paşa'nın köyden şehre dönen bu yerdeki bütün emlak, arazi, bağ ve bahçesini, inşa olunan dini ve sosyal tesislere vakfetmesi ve halkın tamamının avarız türü vergilerden muaf tutulması gelmektedir. Alınan bu tedbirlerle şehir, Osmanlılann "mefrüzü'l-kalem ve maktu ul-kadem miri külli 'l-vücüh serbest" şeklinde formüle ettiği bir uygulamayla tasarruf edilmeye başlanmıştır. Bu tasarruf şeklinde kadılar hariç hiçbir devlet memuru buraya müdahale edememekte ve şehrin tasarrufuna ait bütün haklar, vakıf mütevellisine veya onun tarafından tayin edilen memurlara münhasır kalmaktaydı.

Nevşehir'de yerleşmeyi cezbedecek olan bu gibi kararlardan soma insan kaynağının bulunması cihetine gidilmiştir. Şehirde dini ve sosyal tesislerin inşasının devam ettiği 1140 (1727) tarihlerinde şehrin merkezinde yaşayan nüfusun en az 289 nefer olması ve bu nüfus içinde bir kasaba veya şehirde bulunması icap eden zaim, sipahi, yeniçeri, cebeci, kethüda yeri, imaret şeyhi, hatip, imam gibi görevlilerin bulunması, sadece imar bakımından değil idari bakımdan da köyden şehre dönüşümün hızlı bir şekilde olduğunun işareti olmalıdır. Esasen bu tarihte, şehrin merkezinde yaşayan bahis konusu nüfus dışında, çevre köylerden 77 nefer nüfusun henüz daha yeni gelmiş olduğunun gözükmesi, artık şehrin etraftan nüfus cezbedecek bir merkez haline geldiğini açık olarak göstermektedir. Ancak merkezi idarenin, bir kasaba ve şehir için bu nüfusu dahi kafi görmeyerek muhtemelen bir yerden diğer bir yere göçmeye ve yerleşmeye daha meyyal olmasından dolayı konar-göçer hayat yaşayan Boynu İncelü Türkmenleri'ne mensup oymak ve cemaatlerin yerleştirilmesi yönünde karar aldığı dikkati çekmektedir. Böyle bir kararın alınmasında bazı sebeplerin ön plana çıktığı anlaşılmaktadır. Bu sebeplerin başında onların uzun bir süreden beri, Nevşehir'e çok yakın olan Niğde sancağının Eyübili kazasında yaşamaları, çevre halkıyla bir kaynaşma içinde olmaları ve aynca belirli bir gelire sahip bulunmaları gelmekteydi. Bir başka önemli sebep ise bunların içinde "okuryazar, haccü'l-haremeyn ve zi-kudret" vasıfta pek çok kimsenin mevcut bulunmasıydı. Diğer bir ifade ile Boynu İncelü Türkmenleri arasında bir kasaba veya şehrin kültür hayatına uyum sağlayacak ve ekonomik gücünü kaldıracak kimselerin sayısı bir hayli fazlaydı. Belirtilen bu hususlar çerçevesinde Boynu İncelü Türkmenleri'ne bağlı cemaat veya oymak ahalisi içinde 800 hanenin seçilerek Muşkara'ya yerleştirilmesine karar verildiği dikkati çekmektedir. Alınan karar bu şekilde olmasına rağmen göçebe cemaat ve oymaklardan Nevşehir ve civarına yerleştirilmek üzere toplam 1486 neferin tahrir edildiği anlaşılıyor. Bu durum bahis konusu iskan harekatının sadece Nevşehir merkezine yönelik olmadığını ve Nevşehir bölgesini de içine aldığını göstermektedir.

Boynu İncelü Türkmenleri'ne bağlı olan göçebe grupları, Nevşehir'e yerleşmeden önce "mukataa" ile idare edilmekteydiler. Osmanlı Devleti'nin vergi toplama şekillerinden birini oluşturan mukataa sisteminde devlete ait bir gelir, yıllık olarak peşin para karşılığında kiralanırdı. Boynu İncelü Türkmenleri, mukataa ile idare edilirken "mukataa malı" olarak bilinen vergiler, göçebe gruplarda hane başına ve her bir hanenin gelirine göre tahsil edilmekteydi. Ancak bunlardan şehre yerleşenlerin, "şehir evi" veya "şehirli" statüsünde olması, şehrin yerlileri gibi avarız türü vergilerden muaf olmaları ve hatta vergi toplama işinde sadece vakıf yöneticilerine karşı sorumlu bulundukları anlamına gelmekteydi.

Boynu İncelü Türkmenleri arasında "şehir evi" veya "şehirli" olarak Nevşehir'e yerleştirilecek olanların, muhtelif göçebe gruplarına mensup olduğu görülmektedir. civarında olan bu göçebe gruplan arasında dikkati çeken en önemli hususiyet, "Mahalle-i oymak-ı Boynu İncelü", "Mahalle-i oymak-ı Sıdıklu", "Mahalle-i oymak-ı Kürd Mahmadlu", "Mahalle-i oymak-ı Turasanlu", "Mahalle-i Arzmanoğlu an-oymak-ı Danişmend", "Mahalle-i Şah Nazaroğlu an-İfraz-ı oymak-ı Danişmendli", "Mahalle-i oymak-ı Herikli", "Mahalle-i oymak-ı Kütüklü" örneklerinde olduğu gibi göçebe grupların adının hem "mahalle" hem de "oymak" tabirleriyle birlikte zikredilmiş olmasıdır. Göçebelerde bu tabirler, birbirlerine çok yakın akraba gruplarının teşkil ettiği sosyal ve idari bir birimdi. Buradaki "oymak" tabirinin, esasında bir göçebe grubuna mensup olan ve onun bir parçasını teşkil eden gruplar anlamında kullanıldığı intibaını vermektedir. "Mahalle" ise her bir grubun, bir mahalle teşkil edecek şekilde toplu bir halde bir yerde olduklarının işareti olmalıdır.

Nevşehir'e yerleştirilecek göçebe grupların tespit edilmesinden soma bunlara ev inşa edecekleri boş arsalar tahsis edilmesi yoluna gidilmiştir. Ancak şehrin kurulduğu yerin, ev için yeni arsa üretmeye pek müsait olmadığı anlaşılıyor. Bunun için en uygun yer olarak şehir ile Nar köyü arasındaki bölge seçilmiştir. Şehrin vakıf statüsünde olmasından dolayı ev inşa edecek kimselerden arsa bedeli olarak yılda bir defa bir buçuk guruş icar bedeli alınması ve arsanın mülkiyet üzere tasarruf edilmesi kararlaştırılmıştı. Bu bakımdan ev sahiplerinin vefatı halinde evlerin evlatlarına veya varislerine intikal etmesi mümkün olabilmekteydi. Tespit edilebildiği kadarıyla inşa edilen bir ev, muhtelif sayıdaki odalarla ahır, anbar ve bunların etrafını çeviren bir avludan meydana gelmekteydi. Bu durum şehre yerleşenlerin pek çoğunun hayvancılıkla alakalarını kesmediği ve hatta şehrin yakın yerlerinde bağcılık, bahçecilik ve tarımla uğraştıklarını göstermektedir.

Boynu İncelü Türkmenleri'nden 800 hanenin şehre yerleştirilmesi yönünde karar alınmasına rağmen bunun tamamının gelip yerleşemediği anlaşılıyor. Bu bakımdan ekonomik bakımdan biraz zayıf durumda olanların da köye yerleştirildiği dikkati çekiyor. Ancak bunların yerleşimi için köyün oldukça dış kısmında arsalar tahsis edilmesi yoluna gidilmiştir. Tahsis edilen yerlerin miriye ait olmasından dolayı bunlardan miri adına alınacak paranın çok az bir miktarı nakden, geriye kalanı ise İbrahim Paşa'nın köydeki imaretinin ihtiyacı için revgan-ı sade (sade yağ) ve hatab (odun) olarak alınması kararlaştırılmıştır. Bilahere bunların ekonomik bakımdan zayıf oldukları dikkate alınarak imaret için alınacak mallardan tamamen vazgeçilmiştir. Bu durum merkezi idarenin yerleşmeyi cazip bir hale getirmek için oldukça toleranslı davrandığını göstermektedir.

Boynu İncelü Türkmenleri, Nevşehir'e yerleşmeden önce, yaylak ile kışlak mahalleri arasında ekonomik bakımdan hayvancılığa bağlı konar-göçer bir hayat yaşamaktaydı. Ancak onların göçebe bir hayattan, yerleşik bir hayata geçmelerinin o kadar kolay olmadığı ve şehre yerleştikten sonra özellikle yaz aylarında hayvanlarını otlatmak için yaylaya çıkmaya devam ettikleri görülüyor. Bu durum karşısında merkezi idarenin başlangıçta onların yaylaya çıkmamaları yönünde bir karar aldığı dikkati çekmektedir. Ancak merkezi idare, böyle bir kararın, yaylaya çıkma alışkanlığında olanlara bir sıkıntı vereceği ve muhtemelen bazı önemli sosyal olaylara sebep olacağı düşüncesiyle, bunların yaylaya çıkmalarına izin vermek ve yaylak mahalleri tahsis etmek yoluna gitmiştir. Onlara böyle bir izin verilirken yaylak zamanı şehirdeki evlerini tamamen boş bırakmamaları, hane halkından evde mutlaka kalanların olması, 30-40 günlük bir yaylak hayatından sonra evlere tekrar dönülmesi ve kış mevsiminin mutlaka evlerde geçirilmesi ilgililerden istenmiştir.

Nevşehir'e iskan edilen oymak ve cemaatlere karşı merkezi idarenin oldukça hoşgörülü davrandığı anlaşılıyor. Ancak yerleşenlerin az da olsa günümüze kadar intikal eden sözlü kaynaklarında, şikayetçi oldukları konuların olduğu da dikkati çekiyor. Bu konuların başında ise yakın akrabaların birbirinden ayn düşmesi geliyor. Daha önce belirtildiği gibi köye yerleşenler, aynı oymak veya cemaatin içinden seçilerek getirilmişlerdi. Bunun akrabalık bağlan birbirine çok kuvvetli olan aynı oymak veya cemaat mensupları arasında iyi bir tesir bırakmayacağı aşikardır. 

Bu durum bahis konusu iskan hareketi esnasında Fadik isimli bir hanım tarafından söylendiği tespit edilen ve çok az bir kısmı günümüze kadar gelen:

Damat Paşa yine ferman yollamış 
Gelsin aşiretler otursun deyü 
Düşer miydi Padişahım şanına 
Damat vezirinden insaf kalmamış 
Olmaz Paşam olmaz biz de insanız 
Ayırma eş dosttan sana yalvarırız

ağıtındaki ifadelerden daha iyi anlaşılmaktadır.
Muşkara köyü, yapılan imar ve iskan hareketleriyle birlikte yavaş yavaş bir köy hususiyetinden çıkmaya başlayınca, idari bakımdan bir kaza durumuna getirilmiştir. Bu arada köy halinde iken bağlı olduğu Ürgüp'deki kadı da artık burada görev yapmaya başlamıştır. Köy, adeta yeni baştan inşa edildiği için buraya yeniden kurulan şehir anlamında Nevşehir denilmiş ve ismin Osmanlı bürokratik yazışmalarında bu şekilde tescil edilmesi ve kullanılması hususunda, başta merkezi idaredeki kalemler olmak üzere Konya ve Niğde'deki vali ve sancakbeyleriyle Nevşehir kadısına emirler gönderilmiştir. Osmanlı bürokratik yazışmalarında şehrin "Nevşehir" adından başka zaman zaman "Nevşehr-i Dilara" adıyla da geçtiği görülmektedir. Muşkara, yeni ismiyle bir şehri her zaman hatırlatmasına rağmen burasının kısa bir sürede şehir haline geldiğini söylemek çok güç gözükmektedir. 

Nitekim 1727 tarihli Nevşehir evkaf defterinin başındaki serlevhada: 

"Nefs-i kasaba-i Nevşehir, vakf-ı vezir-i a'zam İbrahim Paşa" ifadesinin geçmesi, bu hususun açık bir işareti olmalıdır. Osmanlı döneminde kasaba olarak bilinen yerlerin en önemli özelliği, 2.000-3.000 arasında bir nüfusa sahip olması ve halkının bir kısmının bağ, bahçe, ziraat ve hayvancılıkla uğraşmasıydı. Bu durum şehrin ilk kurulduğu yıllarda bir kasaba durumunda olduğunu ve ancak daha somaki yıllarda bir şehir durumuna gelebildiğini gösterse gerektir.

Kaynakça
Kitap: OSMANLI DÖNEMİNDE KONAR - GÖÇERLER
Yazar: İLHAN ŞAHİN