Tarihin tozlu sayfalarına dalmadan önce, günümüz Türkiye'sinden bir giriş yapalım. Son yıllarda Hızla kabuk değiştirip, çökmüşlük bitmişlikten çözüm üreten yenilenen gelişen kendi ayakları üzerinde durup modernleşen çağdaş bir Türkiye için adım atan ülkemizin bu yükselişe geçişi diğer bir değişle ölü toprağını üzerinden atıp artık uyanışı birilerini çok fazla rahatsız ediyor. Artık Millet gözünü açtı içerde ve dışarda oynanan oyunların çok iyi farkında.

Oysa ki, halkımız gözünü açtı bir kere hep daha fazlasını istiyor. İşte bu manada Ülkemiz yıl 2022 sonları olmasına rağmen hala bilimde, sanatta, sporda,  eğitimde henüz istenilen düzeye tam manasıyla gelebimiş değiliz. İstenilen düzeye gelmemizde kensinlikle istenmiyor.

 

İşte ABD'si, Avrupası, İsrail'i ve onların ortaya sürdüğü maşaları uşakları terör örgütleri ile Türkiye'nin önü tıkanarak adım atması engellenmeye çalışıldığını görmemek için kör olmak lazım.

Ve şimdi hemen şu soru aklımıza geliyor: Neden biz daima bilimden uzak tutulmaya çalışılıyoruz? Bu halk neden yıllarca belli bir politika sayesinde daima cahil tutuldu? ”Neden” diye sormadan edemiyoruz. Evet biraz geçmişe bakınca da yenilik yapmak isteyen herkesin engellendiğini görmek hiçte zor değil. İşte bunlardan birisi de talihsiz Osmanlı Devlet adamı, namı değer Nevşehirli Damat İbrahim Paşa...

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, özet tabirle Lale Devrinin en önemli figürlerinden birisi ve çok güçlü bir Osmanlı Devlet adamı ve padişah III.Ahmed’in en güvendiği isimdir. Sadrazamlığı oldukça uzun sürmüş ve bu uzun süre içinde devlette hatırı sayılır yenilikler yapmıştır. Birçok sadrazamın aksine Türktür. Oğuzların Beydilli boyuna mensup Boynuinceli aşiretindendir. Uzun adından da anlaşılacağı üzere Nevşehirlidir ve de Osmanlı Hanedanının damadıdır. Aslında ona ilk zamanlarda kimse Nevşehirli İbrahim dememiştir zira o dönemde Nevşehir’in adı Muşkaradır ve ona da Muşkaralı İbrahim derlerdi. Nevşehiri yani o dönemdeki Muşkarayı büyük bir yerleşim haline getiren de kendisidir. Muşkarayı imar etmiş ve bölgenin önemli bir yerleşimi haline getirmiştir. Sonradan da buranın adını Nevşehir olarak değiştirmiştir.
İbrahim Paşa, çok akıllı, yenilikçi, milliyetçi ve tam bir vatanseverdi. O, Nevşehirli, yeniliklerin öncüsü bir liderdi. Paşa tabii ki çok zeki bir insandı ve devletin durumunu herkesten iyi biliyordu. Osmanlı Devleti artık eski gücünde değil hatta Avrupadaki birçok gelişmeyi takip edememiş bir devlet haline gelmişti. Bu yüzden daima barış yanlısı olmuştu, savaşlara devam edilirse Osmanlı Devletinin kısa sürede yıkılacağını düşünüyordu. Bazı çevreler onu korkaklıkla suçlasa da o yılmadı ve Pasarofça Antlaşmasıyla yenilgiyle sonuçlanmaya yaklaşan Osmanlı-Avusturya savaşını derhal bitirdi. Bu arada o dönemde sadrazam olan Ali Paşa da savaştaki başarısızlığı yüzünden idam edildi ve İbrahim Paşa Devlet-i ʿAliyye-yi ʿOsmâniyye’ye damat olma şansını yakaladı. Ali Paşanın eşi III.Ahmed’in kızı 13 yaşındaki Fatıma Sultanla evlendi. Artık damat ve sadrazam olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, savaşın bitmesi ile devleti yenileme fırsatını yakaladı.

Damat İbrahim, zaman kaybetmeden işe koyuldu. İstanbul’da imar değişiklikleri yapmaya başladı, İstanbul’da bir çini fabrikası ile çuha fabrikası kurdu ve şehirde tulumbacılar teşkilatının kurulmasına öncülük etti. Üsküdar’da çok önemli bir su yolu ve sayısı tam olarak bilinmese de çok sayıda çeşme yaptırdı. Kumaş fabrikasını kurdu. Avrupa’ya geçici elçilikler kurdu. Bilim, teknoloji, sanat ve edebiyat alanında Osmanlı Devletinin en parlak çağını yaşattı. Daha sonra da maalesef sonunu hazırlayan matbaanın İstanbul’a gelmesini sağladı.

 

Osmanlı Devletinin Paris elçisi Sait Efendi (ki çok az kaynakta adı geçer ama matbaanın Osmanlı Devletine girmesinde emeği büyüktür) ve İbrahim Müteferrika 16 Aralık 1727 tarihinde ilk matbaayı getirdi. Ayrıca bilime ve eğitime çok önem veren paşa, İstanbul’da kitap satan esnaflarda bulunan değerli kitapların yurt dışına kaçırılmasını engellemiş, kitapları toplatmış ve o kitaplarla günümüze kadar gelen ve kullanılan kütüphaneler kurmuştur. İstanbul’u bahçelerle, ağaçlarla, parklarla donatmış, şehrin güzelliğine güzellik katacak gelişmelere imza atmıştır. Bu barış ve gelişme döneminde maalesef Osmanlı düşmanları gidişattan memnun olmamış ve bunun müsebbibi olarak tabii ki paşayı görmüştü. Paşa, Avrupa’nın hedefindeydi artık ve saray etrafında vesveseler de başlamıştı. İşte yazının başında belirttiğimiz gibi bu milletin bilimden uzak durmasını isteyen güçler devreye girmişti.
 

Özellikle yeniliklere karşıt olan bazı tarikat liderleri, düşmanlar tarafından kışkırtılmaya başlandı. Yapılan çirkin iftiralar ile galyana getirilmeye çalışılan Halkta içten içe ”Biz yokluk içinde kan ağlarken, saray sefa sürüyor” düşüncesi ağır basmaya başladı. Tüm bu sefanın müsebbibi de hedefteki adam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa oldu tabii ki.
 

Halktaki isyan hareketi dış güçlerin desteğiyle çok hızlı büyüdü ve büyük zenginlik vaad edilen İstanbul başı bozuklarından Patrona Halil isyanda öne çıkan isyancı oldu. Patrona Halil ve isyana destek veren yeniçeri ağalarından Rüstem Ağa ve Murad Ağa saraya yürüyüşe geçmek için gereken kalabalığı topladı ve isyan başladı ama savaşlardan, karışıklıklardan bıkan halk destek vermedi. Bu sırada isyan hazırlığını öğrenen Damat İbrahim Paşa, Bostancıbaşına olayları öğrenmesi için görev verir ve saray dışına gönderir. Bostancıbaşı saraya döndüğünde saray dışında olanlara isyan bile demenin mübalağa olacağını İbrahim Paşa’ya anlatır ve İbrahim Paşa da önlem almaya gerek duymaz. İşte canına mal olan hatayı o zaman yapar. Çok değil sadece 2 gün sonra Patrona Halil ve yandaşlarına verilen vaadler 2 katına çıkarılmış, halk içinde başka bazı önderler de sözde tarikatler tarafından ayartılmıştı. Artık isyana tüm yeniçeriler de destek vermiş, isyancılar gücüne güç katmıştı. Ancak camilerde hala imamlar o günlerde halka isyan etmemelerini ve zalim olmamalarını öğütlüyordu bu da tam halk desteğini kesiyordu. Halkın desteğini daha da büyük dozda almak isteyen hainlerin bu aşamada bir kozu daha ortaya çıktı: Deli İbrahim. İstanbul halkı tarafından tanınan, halk içinde sözü geçen Deli İbrahim, isyana dini bir kılıf uydurmak adına, halkı camilerden uzaklaştırmak adına ortaya atıldı ve zalimleri, İslam düşmanlarını, harama düşenleri öldürmek için toplandık, onlardan artık hesap soracağız o vakit bu kutlu günde halktan kimse camilere gitmesin, namaz kılmasın, camilerde ezan okunmasın dedi. Maalesef Deli İbrahimin fetvasıyla, o gün camiler ve mescitler kapatıldı, ezan okunması ve camilere namaz için gelinmesi yasaklandı. Yani İstanbul’da bir gün boyunca ezan okunmadı. Din adına yapılan bir ayaklanmanın ilk günü camiler kapatıldı. 29 Eylül 1730’da ezanlar sustu. Bu gün kayıtlara ‘İstanbul’da fetihten bugüne ezan okunmayan tek gün’ olarak geçti. Artık isyancılar, askerin ve halkın da desteğini alınca önüne geçilemez bir güç haline geldi. Özellikle İbrahim Müteferrika’nın evinde işleyen matbaa, İslam düşmanlarının icadı olarak gösterilmiş ve ilk hedef olarak alınmış, isyancılar tarafından yakılmıştır. Daha sonra Sadabad Köşkü yakılarak isyan büyümüştür. Sarayın kapısına dayanan isyancılar ”kelle isterük” nidalarıyla başta Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa olmak üzere toplam 37 devlet adamını padişahtan istemiştir. Kendi sonunun da yerine tahta geçtiği 2.Mustafa gibi olacağından korkan padişah, isyancıların istediklerini vermiş, damadını, sadrazamını boğdurtmuş ve ölüsünü isyancılara teslim etmiştir. Bu arada isyancılardan kaçmaya çalışan ve damdan dama atlarken düşerek ölen dönemin en ünlü ve önemli şairi Nedimden de bahsetmeden olmaz. İstanbul hayranı, İstanbul’a sayısız dizeler yazan şair Nedim de paşanın çok yakın arkadaşı olmasının ve önemli bir şair, bilime, eğitime önem ver bir sanatçı olmasının cezasını çekmiştir.
 


Nedim bir şiirinde İbrahim Paşa’yı, İstanbula yaptıklarından dolayı övmeden geçemez. Bütün sohbetlerinde İstanbul’a yaptıkları için paşaya hayranlığını dilen getiren Nedim de nihayetinde o çok sevdiği İstanbul’da can verir.
İstanbul’un evsafını mümkün mü beyan hiç,
Maksud heman sadr-ı keremkâra senadır,
Damad-ı güzin-i şeh-i zişan-ı felek-şah,
Fahrü’l-vüzera âsaf-ı ferhunde likadır.
Çok güvendiği padişah tarafından boğdurulan ve hayata 70 yaşında gözlerini yuman Nevşehirli İbrahim Paşanın cenazesi cahiller ordusuna teslim edilince iş iyice çığırından çıktı. Bu başı bozuklar paşanın cenazesini bir öküz arabasıyla Et Meydanına taşıdılar ve orada paramparça ettiler. İşin acı taraflarından birisi de yeniçeriler su içsin diye yaptırdığı çeşmenin başında da paşanın cesedi yine o yeniçeriler tarafından parçalandı. O sırada devlet içindeki hainler bu ayaklanmanın yeterli büyüklüğe ulaştığını görünce, bu kalabalık ile padişahı bile tahttan indiririz düşüncesine kapıldılar. Ama padişah halk tarafından seviliyordu ve isyancılar ne istediyse padişah vermişti. Bir sebep bulmak gerekiyordu ve çok geçmeden sebep bulundu. Boğdurulan ve cansız bedeni teslim edilen kişi İbrahim Paşa değildi. Padişah isyancıları, halkı kandırdı, paşayı korudu. Bu söylentiyi hızlıca yaydılar ve elebaşı Patrona Halil’e emri ilettiler. Padişahı tahttan indireceksin. Bunun üzerine cahiller ordusu hemen harekete geçti ve kalabalığı iyice galeyana getirdi. Talihsiz paşanın cansız bedenini bir atın ardına bağladılar ve saraya gönderdiler. Tekrar isyan sarayın önüne taşındı. Padişah III.Ahmed neredeyse hiç pazarlık etmeden, sadece ailesine ve kendisine dokunulmaması şartıyla tahtı Şehzade Mahmud’a bıraktı. İsyancılar sonunda tüm istediklerine kavuştular. İnanaci değerleri kullanılan Cahil insanlar ordusu ve düşmanlar, hainler maalesef amacına ulaşmıştı. Osmanlı Devletinin bilimle bağı, eğitimle bağı yeniden kopartılmıştı.

 

Yenilikçi ve maalesef talihsiz paşa, toplumu ilerletmek istemesinin, bilime ve eğitime önem vermek istemesinin karşılığını ölümle almıştır. Malum, hepimizin bildiği gibi bu topraklarda hiçbir başarı cezasız kalmaz. Paşa da maalesef yaptıklarını canıyla ödedi. Hala günümüzde Lale Devri olarak anılan dönemde hep saraydaki zevk sefadan bahsedilir. Sanki o matbaa o gelişme ve yenilenme döneminde kurulmadı, tulumbacılar teşkilatı o zaman kurulmadı, sayısız kütüphane o zaman kurulmadı, devlette rüşvet azaltılmadı, haksız maaş alanlar memuriyetten uzaklaştırılmadı, sanki Osmanlı Devleti ilk kez bu kadar yoğun eğitime ve bilime yüzünü dönmedi! Ama Lale Devri denince herkesin aklına saray eğlenceleri geliyor. O kadar yanlı ve yanlış bir tutum ki bu, bu tutumu da toplumun kafasına yerleştirenler işte gelişimin önündeki en büyük engeller oluyor.
 

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Neden Öldürüldü? sorusuna özetle kısa bir cevap verecek olursak; Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, yüzünü bilime döndüğü için, eğitime, sanata önem verdiği için, Osmanlı Devletinin yükselişinin bilimle, eğitimle, sanatla olacağını düşündüğü için öldürüldü.
 

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın cansız bedeni paramparça edildiği için Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın mezarı nerededir konusu da tam bir muammadır. İlk dönemlerde tekrar talan edilir diye kimseye söylenmeyen mezar bugün İstanbul Şehzadebaşında yine kendi yaptırdığı ve kendi ismi ile anılan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Külliyesinin hazire kısmındadır. Bedeni paramparça olduğu ve sokaklarda gezdirildiği için mezarın boş olduğu sanılır ama aslında olay günü İstanbul’da olan ve olanlara çok üzülen Halep eski kadılarından Şakir bey, paşanın paramparça edilmiş bedeninin parçalarını toplattırmış ve o mezara koymuştur. Ruhu şad olsun. Allah rahmet eylesin.
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (d. 1660 - ö. 1730 İstanbul)

Ve Nevşehirli Damat İbrahimpaşa'nın yaşadıkları günümüz Türkiyesine örnek olsun bir daha yaşanmasın...