NUREDDİN MAHMUT ZENGî

NUREDDİN MAHMUT ZENGî

Gerek Hıristiyanlar ve gerekse Yahudiler İslam vahyinin gelmeye başladığı ilk andan itibaren rahatsız oldular. Rahatsız olmakla kalmayıp, müşriklerle direk ve in-direkt iş birliği yaparak her fırsatta İslâm’a ve Müslümanlara karşı düşmanlık beslediler.

Ne yaptılarsa da başarılı olamadılar. Hicretten sonra özellikle Yahudiler, kavli ve fili olarak ellerinden gelen her türlü çirkefliği yapmaya devam ettiler. Ayrı kantonlarda yaşayan, Evs ve Hazreç kabilelerinin müttefiki, Ben-i Kaynuka, Ben-i Nadir ve Ben-i Kurayza Yahudileri her zaman olduğu gibi çıkarttıkları huzursuzluklardan dolayı henüz Efendimizin sağlığında Medine’den çıkarıldılar veya öldürüldüler.

Hicret sonrası oluşan yeni yapıyla beraber, Peygamberimiz için artık plan yapma zamanı gelmişti. Önce Medine Vesikasıyla iç düzeni sağladı. Diğer taraftan yeni fetih hazırlıklarına başladı. Fetih hareketi, önceleri seriye, daha sonra gazveyle sürdü.     

Gerek peygamberimiz ve gerekse Hz. Ebubekir’in en büyük arzusu Kudüs’ü almaktı. Fakat ne peygamberimiz ve ne de Hz. Ebubekir için mevcut şartlar ona müsait değildi. Bu fetih, Hz. Ömer’e nasip oldu. Henüz İslam’ın ilk yılları diyeceğimiz bir tarihte (637-38) Kudüs fethedildi. Lakin bu fetih, Hıristiyanları ziyadesiyle tedirgin etti.

Kudüs’ün kaybedilmesini bir türlü hazmedemeyen Hıristiyanlar, oluşturdukları Haçlı ordusuyla, kutlu şehri tekrar almak için Müslümanların zayıf anını gözetlemeye başladılar. O fırsatı bulduklarında da Kudüs’ü, insanı insanlığından utandıracak şekilde kanlı ve vahşi bir şekilde tekrar aldılar.

Bununla da yetinmeyen Haçlılar, Mekke ve Medine (Hicaz) yöresini de almak istediler. Aşağıda kısmen izah edeceğim gibi Müslümanları tahrik sadedinde Peygamberimizin mübarek na’şını alma planı dahi yaptılar.

Kabul etmek gerekir ki, hicrî altıncı asır, İslâm dünyasının dağınık olduğu bir dönemdi. Bu dağınıklığı ve bozulan düzeni yeniden kurabilmek için güçlü bir yönetime, dirayetli bir lidere ihtiyaç vardı. Her ne kadar bu yörede Anadolu Selçukluları varsa da Moğolların vasalı olduklarından o dirayeti gösteremiyorlardı. Bu yüzden Nureddin Mahmut Zengî’ye, beklenen lider gözüyle bakılıyordu. Zengî, ortaya koyduğu liderlikle çok kısa sürede bu beklentiyi karşılayacağını gösterdi.

Çok kısa zamanda Şam, Hama, Halep, Humus ve Mısır gibi bölgenin idaresini eline aldı. Yaptığı fetihlerden elde ettiği paranın bir kısmını askerlere harcarken diğer kısmıyla da şehirleri imar ediyor, medreseler yapıyor, ilim erbabının yetişmesini sağlıyordu.

Zengî Anadolu Selçuklu Devletinin Halep Atabek’iydi. Künyesi Ebü’l-Kâsım Mahmut bin İmâdüddîn Zengî’dir. 1118’de Musul’da doğdu. İyi bir eğitim aldı. İslâm terbiyesiyle yetişti. Gençliğinden itibaren babasının seferlerine katıldı. Bu sayede ok, kılıç kullanmanın yanı sıra, liderlik, yöneticilik ve kumandanlık vasıflarını geliştirdi.

 

Onun siyasi açıdan başlıca üç hedefi vardı.

1-      Haçlıları ortadan kaldırmak,

2-      Mısır’daki Fatımi Devletine son verip İslâm dünyasını Abbasî halifesinin şahsında birleştirmek,

3-      Kudüs ve İstanbul’u fethetmek,

1173 yılında Anadolu’ya gelen Zengî, II. Kılıcarslan’a ait bazı kasabaları ele geçirdi. Aldığı bu şehirleri daha sonra iade etti. Bağdat Abbasî halifesi kendisine Musul, Elcezire, Erbil, Hilat, Suriye, Mısır ve Konya hükümdarlığını teslim ettiğini belirten bir menşur (nişan-belge) verdi.

Zengî, her ne kadar Haçlıları tamamen yok edip, Kudüs’ü fethedememişse de çok büyük oranda Haçlıları hırpaladı, zayıf düşürdü. Kudüs’ün fethine giden yolu kolaylaştırdı. Kudüs’ün alınacağına öyle inanıyordu ki, Mescid-i Aksa’ya konmak üzere bir minber siparişi dahi verdiği söylenmektedir.

Yıllar sonra Kudüs’ü fetheden Selahaddin-i Eyyubî, o minberi yeniden yaptırdığı mescide koydu. 1969’da Siyonist, terörist bir Yahudi Mescid-i Aksa’yı yaktığında o minber de yandı. 

Sultan Zengî, Mısır’a gitmek üzere hazırlık yaptığı sırada 1174 yılında Şam’da vefat etti. Kendi yaptırdığı Nuriye Medresesine defnedildi. Yerine henüz on bir yaşındaki oğlu el-Melikû’s-Salih İsmail geçti.

 

HİZMETLERİ

1147-1149 yılları arasında gerçekleşen ikinci haçlı seferlerini neticesiz bırakan İslâm kahramanlarından biri olan Nureddin Zengî, kurduğu eğitim kurumları, sosyal tesisler ve yaptığı imar faaliyetlerinin yanında, güçlü bir devlet kurucusu olan Selâhaddin Eyyûbî’yi yetiştirmesiyle de tanınmaktadır. Bu ikili arasında son derce sağlıklı bir ilişki vardı. 

Halep, Şam, Hama, Humus, Baalbek ve diğer şehirlerde büyük medreseler, camiler, imaretler, kervansaraylar, hastane ve dârü’l-hadisler yaptırdı. Bu kurumların masrafların karşılanması, tamiratı ve yaşatılması için büyük vakıflar kurdu. Şam’da yaptırdığı büyük hastane, devrin en meşhur mütehassıs doktorlarının hizmet verdiği bir sağlık müessesesiydi. Hadis Üniversitesi mahiyetindeki ilk dârü’l-hadisi o kurdu. Çok sayıda kitap vakfetti. Rasathane kurdurarak güneş saati yaptırdı.

Nureddin Zengî; dindar, İslâm mücahidi ve adaletli bir devlet adamıydı. Siyasi açıdan üstün başarılar elde ederken bir yandan da devleti ayakta tutan kurumlar tesis etti. Bu sebeple onun İslâm kurumları tarihinde apayrı bir yeri vardır. O aynı zamanda ilim adamlarının da hamisiydi. Karargâhında dahi Kur’an-ı Kerîm okutup hürmetle dinlerdi. Ülkesini adaletle idare ettiği için “melik-ül-âdil” lakabıyla bilinirdi. Haftada iki gün halkın huzuruna çıkarak şikâyetleri dinlerdi. Haksızlıkların önüne geçmek ve devletin menfaatlerini korumak için hassas bir haber alma teşkilatı kurdu. Haberleşmede güvercinlerden de faydalandı. Kendisinin ve aile çevresinin ihtiyaçlarını, ihsanlarını, şahsî malından karşılardı. Ganimetten, hükümdarlık payından fazlasını almazdı. Altın, gümüş kullanmaz, ipek giymezdi.

En büyük arzusu Haçlıları topraklarından çıkarıp Kudüs’ü tekrar geri almaktı. Sürekli bununla ilgili plan yapıyordu. Kudüs’ün alınmasını kendinin istemesi kadar toplumun da beklentisinin öyle olduğunu biliyordu. Çalışmalarını da buna göre yapıyordu. Anlaşılan o ki, cihat faaliyetlerini bu anlayışa göre tanzim ediyordu. Kudüs’ün fethinin en büyük ibadet olduğunu biliyordu.

Onun Allah’a bağlılığı, adil, güvenilir ve cesur meziyetlerden dolayı ümmet, sultanın Allah tarafından görevlendirildiğine inanıyordu.

 

İLGİNÇ BİR OLAY

Hz. Peygamber’in Kabrine Suikast Girişimi

Nureddin Zengî, Halep'te bir gece, rüyasında peygamberimizi gördü. Kendisine tebessüm ederek bakan Resûl-i Ekrem, mübarek parmağıyla iki adamı işaret ederek: “Nureddin, şu iki adamdan beni kurtar!” der. Heyecanla uykudan uyanan Zengî, bir müddet düşünceye dalar ve tekrar uyur; fakat aynı rüyayı, aynı gece üç defa görür. Her defasında Hazreti Muhammed: “Nureddin, şu iki adamdan beni kurtar!” der.

Sabah namazını kıldığı büyük camideki Hoca Efendi'ye, rüyasını anlatır. Hoca Efendi, rüyayı yorduktan sonra “Hazreti Muhammed bir tehlikeye maruzdur. Derhal gitmelisin!” der.

Hemen bir askerî birlikle yola çıkan Zengî, birçok kıymetli hediyeleri de beraberine alarak Medine'ye gider. İlk iş olarak Peygamberimizin kabrini ziyaret eder. Sonra bütün Medine halkını, getirdiği hediyeleri dağıtmak üzere bir araya toplar. ‘Sizler, Hazreti Peygamber’in aziz komşularısınız, bu hediyelerimi lütfen kabul buyurun’ diyerek herkese ayrı ayrı hediyelerini takdim eder. Fakat Zengî, dikkatle bakmasına rağmen rüyasında gösterilen adamları, göremez. Oradakilere, “buraya gelmeyen kimse kaldı mı?” diye sorar. Oradakilerden biri, “İki sene evvel batıdan gelmiş iki kimse var ki, onlar hiçbir hediye almazlar, son derece cömert kimselerdir, gece gündüz evlerine kapanıp ibadetle meşgul olurlar. İçimizde en salih kimseler olarak görünürler. İşte o iki zat burada yok. Evleri de Resûlullah'ın kabr-i saadetinin yakınında, şurada...” der.

Derhal bu iki şahsın yanına giden Zengî, güç bela kapıyı açtırınca bir de bakar ki Hazreti Muhammed’in rüyada gösterdiği kır saçlı iki adam. Evin ortasında büyükçe bir hasır serili, fakat başka hiçbir şey yok. Etrafı iyice tetkik eden Zengî, bir şey göremez. “Şu hasırı kaldırın bakayım.” der. Kır saçlı adamlar hasırı kaldırınca altında büyükçe bir merdivenin yerin altına doğru uzandığını görür. Merdivenden yerin derinliklerine doğru iner. Buradan da Resûlullah'ın kabrine kadar bir dehliz açıldığını görür. O günlerde de tam da kabrin altına vardıklarını görür.

Zengî'nin sıkıştırması üzerine bu iki adam, ilk fırsatta Efendimizin mübarek na’şını Avrupa'ya götüreceklerini, bu işe karşılık torbalar dolusu altın alacaklarını itiraf ederler.  

Medine halkının iyi olarak bildiği bu insanlar, yaptıklarından dolayı gerekli ceza uygulanır. 

Yaşanan bu olayın ardından Zengî, Ravza-i Mutahhara'nın etrafını kazdırarak kurşun duvar çektirdi.

Böylece önemli bir tehlike bertaraf edilmiş oldu. Bu olaydan da anlaşılacağı gibi, İslâm’ın en mahrem bölgelerinden olan Medine’ye kadar Hıristiyanlar girebilmiştir.

O tarihte bölgenin yönetimi, denizde ve karada yeterli güce sahip olamayan, Memlukluların elindeydi. Bu durumu bilen Portekizli komutan Alfonso’da 1510’da Mekke-Medine’yi alarak Peygamberimizin na’şını almayı düşündü. Ne var ki, fiiliyata geçemeden sonlandırmak zorunda kaldı. 

Çünkü Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Savaşını kazanarak Safavileri, Şah İsmail’le iş tutan Kansu Gavru’yu Ridaniye’de, Tomanbay’i de Mercidabık’ta yenerek Memlukluları ortadan kaldırdı. Böylece kutlu mekânlar dâhil, bütün Arabistan Yarımadası Osmanlının eline geçti. Böylece İslam birliği sağlanmış oldu. Bütün bu gelişmeleri yakından takip eden Alfonso, efendimizin mübarek cesedini almaktan vaz geçti.

 

ZENGÎ HAKKINDA SÖYLENENLER

Sultanın çağdaşı olan İbn Kayyum el-Cevzî: “Nûreddin Zengî... Kâfirlerin elinde olan elliden fazla şehri geri aldı. Onun hayatı pek çok sultanın ve idarecinin hayatından daha temiz ve iyiydi. Onun döneminde yollar güvenli ve emniyetli idi. Onun övülecek tarafları pek çoktur. O, kendini Bağdat’taki halifeliğe bağlı ve onun emrinde görürdü. Yumuşak huylu, şatafatsız ve alçak gönüllü idi. Âlimleri ve dindaşları severdi.”

İbn Hallikân: “O adaletli, insaflı, ibadetine düşkün, zahid, muttakî, şeriata bağlı bir sultandı.”

İbnü’l-Esir Cezerî: “Ben önceki sultanların hayatını inceledim. Raşid Halifeler ve Ömer b. Abdülazîz hariç, Nureddin’den daha temiz hayat yaşayan, ondan daha ahlâklı hayat süren adaletli bir sultana rastlamadım.”

 

DEĞERLENDİRME

O, geceleri ibadet ederdi. Yerine getirdiği belirli bir evrad ve ezkarı vardı. Tıpkı Selçuklu Sultanları gibi taassuba varmayan Hanefî mezhebi mensubu ve hatta âlimiydi. Muhaddis seviyesinde hadis bilgisi vardı. Zulme uğrayan Yahudi de olsa onun hakkını korurdu.

1174 yılında 56 yaşında vefat etti. O dönemde İfrikiye ve Endülüs’teki Muvahhidler dışında İslâm topraklarının hukuki sahibi Abbâsî halifesiydi. Bu durum, Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye Savaşlarını kazanıp, mukaddes emanetleri İstanbul’a götürdüğü ana kadar devam etti.

Nureddin Zengî, Hıristiyanların İslâm’a ve Müslümanlara yaptıklarını gördükçe çok üzülür, bu durumu düzeltmek için fevri hareketten ziyade ülkenin yöneticilerine, abid, zahid, salih ve dervişlerine tesirli, dokunaklı mektuplar yazardı. Onlara Hıristiyanların yaptığı zulmü, vicdansızlığı anlatır, dua ve cihada teşvik etmelerini isterdi. Bu davranışından dolayı halktan ciddi yardım gördü.

Varlığını ilay-ı kelietullah uğrunda mücadeleye vakfeden Zengî, Allah’a olan bağlılığı sebebiyle ciddi işler yaptı. Yukarda da ifade ettiğim gibi o yaptığı bütün işleri istişare ile yapardı. Hayatını belirleyen yegâne unsur İslami ölçülerdi. Bu anlayıştır ki İslâm dünyasının en kritik zamanında Müslümanların ümidi oldu.

Nureddin Mahmut Zengî, Enaniyet, kibir ve ucuptan uzak, Allah’a teslimiyeti tam, halkının itimadını kazanan, cesareti yerinde, halkın içinde Hak’la olan istisna bir lider olarak tarihin şeref levhasında yerini aldı. Ahmet Belada

------0------

KAYNAKLAR

1. İslâm Önderleri Tarihi, Ebu’l-Hasan En-Nedvi, Kayıhan Yayınları, c. 1.

2. Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Heyet, Çağ Yayınları, c. 14.

3. İslâm Önderleri Tarihi, Ebü’l-Hasan En-Nedvi, Kayıhan Yayınları, c. 1.

4.  Selahaddin Eyyubî ve Devlet, Çağ Yayınları.

5. http://www.estanbul.com

6. İslâm Ansiklopedisi, TDV

7. Osmanlı Hâkimiyetinde Arap Toprakları, Jane Hathaway, Karl K. Barbir’in Katkılarıyla, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, S.48