OKUMAK ne S A Ğ L A R

Okumak bir tutkudur. Yazmak ta. Kitap insana bilmediğini öğreten bir hoca gibidir. İnsan okudukça bilmediğini biliyor. Yeni şeyler öğreniyor.

Hiç şüphesiz en zor imalatlardan birifikir imalatıdır. Nitekim annesi ebe olan Sokrat, ‘annem doğum ebesi, ben ise fikir ebesiyim’ der.

Peygamberler gibi antik çağ filozoflarının düşünceleri de kayda alındığı için gerek yaşadıkları çağı ve gerekse çağlar ötesini hala aydınlatıyor ve insanları etkiliyor.

EğerEbû Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafi, Ahmet Bin Hanbel, Maturidî, Eşarî, İbn-i Sinâ, Farabi, El-Kindî, İbn-i Rüşd, Gazali vs. gibi düşünürlerimiz, hala yolumuzu aydınlatıyor, sıcakta yanmayalım, yağmurda ıslanmayalım diye üzerimizde şemsiye vazifesi görüyorlarsa onlarıda üst düzey fikir ustası kabul etmek gerekir.

Okurken kuru kuruya taklitçilik anlayışıyla değil, yeni fikirler ortaya koymak için olmalıdır.

OKUMAYA NEYDEN BAŞLAMALIYIM?

Bugün okuyanlara, düşünenlere sorulsa; okumaya ya el yordamıyla -tesadüfen- eline geçen bir kitapla yahut birilerinin delaletiyle başladıklarını söyleyeceklerdir.

Tıpkı benim 1972 yılında rahmetli Ömer Okçu’nun (Hekimoğlu İsmail) “Minyeli Abdullah”kitabını mütalaa başkanımınoku diye vermesiyle başladığım gibi. O tarihten bu yana azı tavsiye çoğu kendi belirlediğim kitapları alıp okudum. Her okuduğum kitap yeni bir kitabı bana tavsiye etti. Çoğu kitabı böyle temin ettim ve okudum.

Hiç şüphesiz her yaşın bir kemal getirdiği gibi her dönemde de yeni kitaplar okudum/okuyorum. Yer yer‘şu kitaplarla okumaya başla’ diyen birileri olsaydı dediğim olmuştur.

Fakat mevcut durumumdan çok ta rahatsız değilim. Zira her ne kadar etkilendiğim, örnek aldığım, numune-i imtisallerim olsa onların değerlendirmelerini esas alsam dahayata ve olaylara daha çok kendi gözümle bakmaya çalıştım.

Mevzu kitap olunca bir örnek vermek istiyorum.Geçenlerde rahmetli Mehmet Genç’in belgeselini izledim. Birbirinden değerli görüşlerinin yanı sıra bir de okumaya nasıl ve neyle başladığından bahsetti. Genç, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi ikinci sınıfında ciddi bir hastalığa yakalanmış. Tam altı ay sırt sütü yatmış. Ziyaretine gelen Osman Yüksel Serdengeçti klasiklerden bir dizi kitap getirmiş, “boş durma bu kitapları oku” demiş. Türkiye’nin istisnasız en değerli iktisat tarihçilerinden Mehmet Genç, o kitaplardan sonra hayata bakışının değiştiğini söylemektedir.

Sadece Mehmet Genç mi? Kendileriyle muhabbet etme imkânı bulduğum Nuri Pakdil, Rasim Özdenören ve diğer tanıştığım yazarlarımızın hemen birçoğu Batı ve Doğu klasiklerini okumuşlar.

Her ne kadar doğu klasiklerinin birçoğunu okumaya çalıştımsa da Batı klasiklerini okumaya epeyce geç başladım. Bir yazar klasikleri için ‘okudum değil yeniden okuyorum’ demek gerektiğini söylüyor.

Fikri ve yönetimsel vesayetin ne kadar hastalıklı bir iş olduğu malumdur. Perde ve Mana kitabında İbrahim Kalın vesayeti; “insanın kendi anlayışını, bir başkasının yönlendirmesi olmadan kullanmamasıdır” diye tarif eder. Vesayet prangasından kurtulmanın en iyi yolu fikir özgürlüğünden geçmektedir. Bunun yolu da okumakla ve kendi aklımızı kendimizin kullanmasıyla mümkündür.

Gençlik yıllarım İstanbul’da geçti. Mensubu olmakla her daim gurur duyduğum Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) genel merkezinde görev yaptım. Görev yaptığım süre içinde ülkemizin medar-ı iftiharı birçok mütefekkiri tanıma imkânım oldu. Onlardan bazıları; Necip fazıl Kısakürek, Ayhan Songar, Mustafa Yazgan, Nevzat Yalçıntaş, Ali Coşkun, Mehmet Kaplan, Ahmet Kabaklı, Mustafa Müftüoğlu, İsmail Kahraman vs.

Her olaya, her nesneye, her din ve düşünceye sübjektiflikten ziyade objektif bakmak çok kıymetlidir. Bunun kolay olmadığını bildiğim için bu anlayışı çok önemsiyorum. Nuri Pakdil’in deyimiyle ‘en büyük devrimci, ezeli ve ebedi önderimiz Hz. Muhammed’inbütün yaşantısıbizlere bunu göstermektedir. Yegâne örneğimizi örnek almak en asli görevimizdir.

Sübjektif bakışı“f i l m eteforu”uylaen iyi izah eden Mevlana olmuştur.

Mevlana;‘Hintliler bir fili halka göstermek için getirip karanlık bir ahıra kapattılar. Hayvanı görmek için o karanlık yere bir hayli adam toplandı. İnsanlara “Fili tarif et! Dendi. File ellerini sürmeye başladılar.

Birisi eline hortumunu geçirdi:

- Fil bir oluğa benziyor, dedi. Başka biri filin kulağını yakaladı:

- Fil, yelpaze gibi bir hayvan, dedi. Filin ayağını yakalayan:

- Fil bir direğe benziyor, dedi.

Bir başkası sırtına dokundu:

- Fil, taht gibi, dedi.

Herkes filin neresine dokunduysa ona göre anlatmaya başladı. Herkesin elinde bir mum olsaydı, sözlerinde aykırılık kalmazdı.

Duyu gözü ele, avuca benzer, avuç bütün fili tutamaz ki. Bu gözü yum da hakiki göz kesil.’ (internet)

Mevlâna yaşantımızı anlamlandırmanın ve geleceğe sağlıklı bakmanın yolunu da şöyle açıklar; "Pergelin iğneli ayağı sabittir benim dinimde,

Ama diğer ayağıyla yetmiş iki milleti dolaşırım"

Bizler de dünyayı dolaşıp, ilkeli olmak istiyorsak bunun yolu ayağımızı dinimiz üzerinde tutmamız gerekiyor.

Okumak bize öğrenmeyi, uygulamayı,kendimizi tanımayı, niçin yaratıldığımızı bilmeyi, dahası varlık sebebimiz olankulluk kitabımızıanlamayı, Son Nebi’nin güzel örnekliğini içselleştirmeyi öğretir/öğretmelidir.

Ahmet Belada