BERHAN AVCI :

ORTAHİSARLI BİR AYDININ PORTRESİ

Çocuklara boşuna eziyet , boşuna zahmet bu hoca! Bu duvarı onlar yapar, ben gece gelir, yıkarım.”

Genç öğretmen hayretle, şaşkınlıkla, üzüntüyle bakar köylüye.

Öyle şaka falan da değildir. Ciddi olduğu yüzünden belli.

Doğru öğretmenim. Bu, her şeyi yıkar.”

Öğretmen, öğrencilerine de hayretle bakar. Çocuktan al haberi.

Hemen her köyde olan tiplerdendir bu. Hem hiçbir şey, hiçbir çalışma yapmaz, hem de yapılanlara düşmandır; onları yıkar, ortadan kaldırır.

Öğretmenin adı Berhan Avcı…

İlk atandığı yerdir CeberliKöyü…Şereflikoçhisar’a bağlı.

Kırşehir İlköğretim Okulu’nu bitirmiş ve burada göreve başlamıştır.

Kimbilir ne zaman taşlar toplanmış çevreden, fakat okula bir avlu duvarı yapılmamıştır.

Berhan Avcı, öğrencileriyle bu duvarı örmeğe çalışmaktadır. Daha sonra avluda ağaç, çiçek yetiştirecektir. Bu duvar olursa köyün sığırı sıpası zarar vermeyecektir ekilene, dikilene…

İlk izlenim…Olumsuz…

Netmeli, neylemeli…

Adını da öğrenir bu işbilmez, işbileni sevmez, yapılanıyıkar kişinin: İrecep

Köyde kimse hoşlanmaz ondan. Kimse sevmez, selam bile vermez.

Berhan Avcı, okulda Aydın İpek’ten ders görmüştür.

Bir olumsuzluğa neden hemen razı olsun ki!

Çayevinde masasına çağırır. Yarenlik ederler. İrecep’in gözlerinde ilk kez bir sevgi ışığını görür köylüler. Hayret ederler. İrecep de şaşırmıştır. İlk kez bir öğretmen kendisine “adam” değeri vermiş, konuşmaya “tenezzül” etmiştir.

İlk buluşmadan sonra aralarında sıkı bir dostluk başlar.

Fakat, köylüler memnun değildir “gidişat”tan.

Hoca! Dikkat et. Bu yaramaz adam seni yoldan çıkarır.”

“ Muallim Bey, itin yanına var it kok; misin yanına var; mis kok!”

“ Berhan Bey oğlum, ben köyün imamıyım. Endişeliyim ki bu Recep oğlumuzun sana bir zararı dokanacak.”

Berhan Avcı güler geçer.

Sonra , iyice olgunlaştığına inandığı bir gün, toprağın tava geldiği bir anda duyurur:

Recep dostum, seni İlkokulu Koruma Kolu Başkanı ilan ediyorum.”

Öğretmenin fotograf makinası vardır. Gazetelerle bağlantısı vardır.

Resmini çeker, bir haber olarak yazar ve İlçe Merkezi’nin tek gazetesine götürür, verir.

Recep Işık, Ceberli Köyünde İlkokulun ihata duvarını tek başına yaptı.”

Artık, bu haberi gördükten ve gazeteyi elde edip, kasketinin içinde gezdirerek, herkese göstermesinden sonra, tutmayın İrecep’i…

“ Hocam! Emrinizdeyim. Ne isterseniz, yapmaya hazırım.”

“ Hele otur, çayını iç, sonra düşünelim.”

“ İçim içime sığmıyor hocam. Siz büyük adamsınız.”

“ Estağfurullah. Çayın geldi, soğumadan iç.”

“ Ne yapalım bundan sonra? Emret hocam!”

“ Duvar bitti. Şimdi avlunun bir bölümü bellenecek. Toprağı hazırlayacağız, sonra selvi dikeceğiz oraya.”

“ Lafı mı olur? Sen emret…Ben olmazı olur kılarım…”

……………..

Ben, Göre’den…Berhan, Ortahisar’dan…

Sonra kaderimizde rastlaşmalar olmuş…Ürgüp’ündamadları olmuşuz…

O, Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz’ün kızı Nurten Hanım ile evlenmiş.

Ben, Nüfus Memuru Ahmet Ünlü’nün kızı Hatice Hanım ile evlenmişim.

Öğrendiğimiz bir olay bizi yakıp yandırmış, içimizi kavurmuştu. Berhan’ın annesi bağdan gelmiş. Sıcak bir yaz günü. Evin kaya damındaki testiden çokça buz gibi su içmiş…Zavallı anne, rahatsızlanıp bu dünyadan ayrılmış…Berhan o zaman çocukmuş daha… Bu olayı Mustafa Güzelgöz amca Kozaklı Kaplıcalarında anlattığı zaman, gözyaşlarımızı tutamamış, birbirimize gizlemeğe gerek görmeden, gözyaşı dökmüştük…

Kayınpederlerimiz iyi arkadaş… Biz de iyi arkadaş olduk.. Mehmet Sezgin’in evinde yıllar boyu komşu olduk…Şimdi düşünüyorum da , hiç kırgınlık yaşadık mı, birbirimize hiç darıldık mı diye…Hayır…Avcı ailesinin komşuluğu iyi idi. 1974’te ben Nevşehir Merkez Ortaokulu’ndan Ürgüp Lisesi’ne geçtiğimde, Berhan da Akköy’de ilkokul öğretmeni idi.

Bazı günler, geceyarısı kapımı çalar, “Emrullah Hoca, iyi demli çay yaptım. Tek başına içilmiyor, buyur gel, yarenlikle içelim,” derdi. Derslerim yormuş olsa da, gözlerimden uyku aksa da çağrıya uymak gerekir. Çünkü, o çağrı son derece içten, temiz…

Hocam, fırında pide yaptırdım. Hem peynirli, hem kıymalı. Çay da hazır. Buyur, gel.”

Bazen de biz çağırırdık onları. Göre’nin ağ paklası gelmiş. Hatice Hanım, annesinin evindeki tandırda pişirmiş. Sıcağı sıcağına…Yanında hıyar turşusu, üstüne Göre yoğurdu…Tadına vararak, yarenlik ederek yemeğimizi yerdik.

Berhan Avcı ,eşi Nurten Güzelgöz ile

Berhan bir ara Şahin Kaya’nın Uçhisar-Çardak köyü arasındaki Çubuk adlı yerde bulunan kamping-turistik tesisinde müdürlük de yaptı. Hürriyet Haber Ajansı’nın Ürgüp Muhabiriydi o sırada…Zaman zaman buluşur, konuşurduk. Birbirimize fotograf verirdik. Ben, arabamla, yaz dinlencesi boyunca her yeri geziyordum. Yalnız Nevşehir İli de değil; Kayseri, Niğde, Aksaray…Nerede bir olay var, fotografını çekip Berhan’ a veriyordum. Gazete haberine dönüştürmeği de birlikte yapıyorduk. Doğal ortama, kültür yapılarına verilen zarar, emeğin karşılığını bulamaması…Her konu haber değeri taşıyordu…

Berhan, öğretmenlikten ayrılmıştı. Her hükümet değişikliğinde eğitimciler sürülme tehdidi yaşıyordu çünkü. Ne var ki, geçtiği diger Bakanlık da farklı değildi. Nitekim 1979-80’de o sırada Turizm Bakanlığı’nda olan Berhan’ı, Malatya’ya gönderdiler. Biz Elazığ’da iken konuğumuz oldu Avcı ailesi ve birkaç gün eski anıları konuştuk…Ortahisarlı Yargıç Mustafa Paççı ailesi de bize geldi. Bol fıkralı güzel birkaç saat geçirdik…

Berhan, bir gün Diyarbakır’a telefon etti. O anda fakültede dersim yoktu. “Hoca, sen şimdi Kaymakamlık Makamına bir dilekçe gönder. De ki, Ürgüplü Ahmet Refik Altınay Sempozyumu’nu düzenleyecek tek insan vardır. O da Berhan Avcıdır.” Ben bunu zaten düşünüyordum. Dediğini yaptım. Dilekçeyi yazıp gönderdim. Yine bir gün telefon geldi. Sesinde bir yorgunluk sezdim. Kalbinden rahatsızlığını biliyorduk. Ne yazık ki, bu sempozyum düzenlenemedi. Öyle kaldı.

Berhan Avcı…

Öğretmen, gazeteci…Her şeyden önce zarif , iyi bir dost…

Herkese “Adamım, Koçum” diye sevgiyle seslenen bir arkadaş, bir kardaş…

Ben, bir olayı onun kadar ince, mizah yönüne ağırlık vererek anlatan kişi görmedim.

Bir fıkrayı onun kadar güzel anlatana da rastlamadım.

Sesindeki ince tını, nasıl incelikliydi.

Nasıl güzel ayarlıyordu, bir olayı dramatize ederken sesini.

Tiyatrosu olan bir beldede yaşasaydı.

Ve diksiyon dersleri verseydi, kesinlikle ilgi çeker, öğrencileri yararlanırdı ondan.

Şimdi düşünüyorum da, yaşasaydı ne kadar mutlu olurdu…

Çocuklarının büyüdüğünü görebilseydi…

Oğlu Koray, gene gidebilirdi Amerika’ya…

Clear ile evlenip dönebilirdi de…

Dünyalar güzeli, prensesimiz İzabel’i kucağına alıp sevseydi…

Öğrendiği Türkçeyle o, maviş maviş, sarışın güzel, “Dede” deseydi,

dedesinin yanaklarını öpseydi…

Ve Nurten Hanım ortada, toplasaydı çocukları yanına ve ben resimlerini çekseydim…

Güray, Koray, Clear, Berhan, İzabel, Nurten, …

Mutluluğun resmi…Işıl ışıl…