SAPİENS VE KORONA VİRÜSÜ ÜZERİNE 

Kısa bir süre önce Yuval Noah Harari’nin Sapiens ve Homo Deus’unu okudum ve Korona virüsü nedeniyle verdiği üç dört röportajını da izleme imkanı buldum.

Yazarın kitaplarını okurken ben de bir çok Türk okuru gibi beynimin bir ucunda “Yazar acaba tek dünya devleti propagandası mı yapıyor?” sorusunu hep sordum.

Ancak ulaştığım kanaat farklı oldu;
Gerek biyolojik (evrimsel) süreç, gerek insanlık tarihi, gerekse artık geri dönüşü mümkün gözükmeyen bilimsel, teknolojik ve dijital gelişmeler insanlığı tarihinde olmadığı biçimde bilimsel temelli zorunlu bir birlikteliğe, küresel organizasyonlara, işbirliklerine ve hızlı karar verici uluslararası mekanizmalarına zorluyor. Ancak kabul edelim ya da etmeyelim, bu durum gelecekte kaçınılmaz olarak ekonomik, siyasi, bilimsel ve teknolojik gücü elinde bulunduran ülkeleri daha başat hale getirecek gibi gözüküyor. Bence burada kendimize asıl sormanız gereken soru, “birey, toplum ve devlet olarak, eşiğinde durduğumuz geleceğin bu dünyasına ne kadar hazırız?”

Yazar üç hafta önceki bir röportajında korona ile mücadelenin günümüz dünyasında ülkelerin tek başına mücadele edemeyeceğini, sınırları kapatmanın da uzun vadede bir çözüm olamayacağını, çünkü bu virüsün aynı biyolojik ilkelere tabi tüm insanlığı tehdit ettiğini, küresel tehdide karşı da küresel işbirliğine ihtiyaç olduğunu; örneğin Kore’deki virüs ile İtalya’daki virüsün işbirliği yapamayacağını, ancak iki ülkenin ve bilim insanlarının bilgi ve teknoloji paylaşımında bulunarak, yardımlaşarak virüse karşı işbirliği yapabileceğini ifade ediyor. 

Eğer virüs olayını “Tek dünya düzeni” gibi komplo teorileri ile açıklamaya kalkarsak Harari’nin bu önerilerini de “Tek dünya devleti kurmak” şeklindeki komplonun bir parçasına indirgeyebiliriz, ancak ben o kanıda değilim. 

Harari, anladığım kadarıyla geleceğin “mukadder olmadığını” dolayısı ile bu sürecin ülkelerin ve insanlığın vereceği kararlarla şekilleneceğini; süreçte otokratik, dışa kapalı ve ulus devletlerin güçlenebileceği gibi, bilimsel verileri, teknolojik imkanları ve küresel işbirliğini önceleyen, aynı biyolojik tehdite maruz kalan herkese aynı tıbbi yardımın verileceği yeni bir sürecin/dünyanın da inşa edilebileceğini ifade ediyor. 

Yazar, dünyanın ve insanlığın bugün geldiği bilimsel ve teknolojik aşamadan vazgeçmesinin küresel tehdidi bertaraf etmeye tek başına yetmeyeceğini; hatta orta çağ şartlarına dönmemizin bile yeterli olamayacağını, ancak “taş devri” şartlarına dönerek küresel tehditlerden kurtulmanın “mümkün” olabileceğini, bunun ise muhal olduğunu öngörüyor. 
 

Bugünden geriye insanlık tarihindeki yaklaşık 2,5 milyon yıllık avcı toplayıcı süreç, yaklaşık 10 bin yıl önce başlayan tarım devrimi, 500 yıl önce başlayan bilimsel aşama, yaklaşık 200 yıl önce başlayan sanayi devrimine şöyle hızlıca bir bakalım... Bir de yaklaşık son elli yıldır adına uzay çağı, bilişim çağı, internet çağı, dijital çağ ya da yapay zeka çağı demeye başladığımız, insanlık tarihinde bir saniye bile yer tutmayan bu sürece bakalım... 

Diyeceğim o ki bilim ve teknolojideki baş döndürücü gelişmeler nedeniyle, insanlık artık klasik tarih-zaman hızında bir değişim, dönüşüm, gelişim yaşamıyor; akıl almaz sıçramalar söz konusu. Ben bile elli yılı aşan hayatıma tarım toplumunda, gaz lambasının ışığında göz açmışken, bugün led lamba ışığında çocuklarımla online eğitimi, yapay zekayı, Mars’ta kurulacak kolonileri konuşuyorum. Yani zamanda bir sıkışma mı yoksa sıçrama mı demek lazım bilemiyorum, ama bugünün bir yılı avcı toplayıcı insanların 2,5 milyon yılı ile kıyaslanamayacak bir bilgi, teknoloji ve yoğunluk taşıyor. 

Elbette insanın hiç değişmeyen temel sorusu, sorunu ve endişesi ise hep aynı: Ben kimim, niçin varım, yarın ne olacağım? 

İnsanlığı varoluşundan bu yana dur durak bilmeden sürekli tetikleyen ve bu günlere taşıyan da galiba can yakıcı ve can sıkıcı bu sorular; cevabını buluncaya kadar da durmaya hiç niyeti yok gibi...

Mehmet Biçer
14.04.2020