"Sen Değişmezsin, İşte bak sen hep busun!" diyenler...
Baktığın yerden görünen resmin, sürekli tekrarlanması sonucunda oluşan "ezberler" dir bu tür söylemler. Karşı tarafın değişmesinden çok senin bakış açın ve zihinsel körlük durumun ile ilgilidir . Çünkü,
İnsan zihni sağlığını kaybettikçe aynı şeyleri görür, farklılıkları ayırt edemez. Belli şeyleri görür onun dışına çıkamaz. Zihinsel mesafenin aşırı daraldığı durumlarda bu sonuç ortaya çıkar. Yani ilişkide zihinsel bir sınır olmadığında. Ben & sen bir algılandığında. Yani simbiyotik durumlarda oluşur. (Simbiyotik: Anne rahminde bebeğin anneyle ilişkisi)
Hep aynı yere, hep aynı şekilde bakıldığında oluşur.
Bu durum, bakılan kişiden çok bakan kişinin kendisiyle ilgili bir problemdir aslında. Ve görmek, inanmak istediği ile ilgili...
"İnsan İnandığıdır" der Hz.Mevlana. Neye inanıyorsan o sun ve bunu sen istemedikçe kimse değiştiremeyecektir. Senin gördüğün onda olmayan değil, onda olan ancak senin kendisini onunla etiketlediğin şeydir. Genellediğin, sabitlediğin, yansıttığın ve ezberlediğin şey.
Kendini kandırıyorsun, neye inanmak istiyorsan onu tekrarlıyorsun bunu böyle yaparak muhatabını suçlu hissettiriyor, kontrol altına almaya çalışıyorsun. Her şeyi yönetmeye yönelik bu tutumun çok yüksek oranda kaygı ve güvensizlik yaşamanla doğru orantılı.
Evet güvenin defalarca sarsılmış olabilir, aynı şeyle defalarca karşılaşmış olabilirsin, ama bu senin kaçmak isteyip sürekli yakalandığın şey senin kendi korkuların. Kalın çizgilerin ve ne kadar kalınsa o çizgiler o kadar derinden alıyorsun yarayı, her defasında...
Kendi içinde dönüştürmeden hiçbir şey değişmeyecek hayatında biliyor musun?
Senin bakış açın, senin yaklaşımın ve senin olaylara yüklediğin anlamlar değişmedikçe, değişmeyecek hiçbir sonuç.
Aldatılma korkusu yaşıyorsun ve bunu "sevilmediğin inancına" bağlıyorsun.
"HİÇ SEVEN BÖYLE YAPAR MI?" diyorsun. Oysa aldatmak sevgiden ziyade sadakatsizlik ile ilgili, ahlak ve anlayış ile ilgilidir. Bu da aldatan kişinin kendisiyle ilgili. Ayrıca seven her türlü kötülüğü yapabilir hem de en sevdiğine, hastalıklı ve içgörüsüz bir sevgiyse.
Hastalıklı Sevgi egosentrik ve aşırı fedakar kişilerde kendini gösterir. Aşırı fedakarlık yapar çünkü aslında onda kendini görür ve onun adına yaptıkları aslında kendi ihtiyaçlarıdır. Kendi ihtiyaçlarını onun üzerinden algılar ve ona bunu yükler. Kendisine aşırı fedakarlık yapılan ise bunu çok fark edemez, çünkü gerçek ihtiyaçları karşılanmamıştır.
Ve aslında onun için değildir yapılanlar. Onun adına yapılsa da...
Bir çok ebeveynin çocuğuyla kurduğu ilişki de bu şekildedir. Ebeveyn çocukları üzerinden kendini tamamlamaya çalışır ve bunu yaparken çocuğun asıl ihtiyacını göremez. Ona rağmen onun için yaparak.
Sonrası nedir? Tabi ki nankörlük. "Yapmasaydın" olur birden yıllarca verdiğiniz emekler, çöp olmuştur.
Hastalıklı sevgi içinde hep şüphe barındırır. Hiç bitmeyen bir endişe." Aceba nerede, kiminle yazışıyor, WhatsApp bu saatte niye çevrimiçi ?"
gibi sonu gelmeyen sorular ve kaygılar. Tabi ki zaman zaman bu gibi şeyler düşünebilirsiniz, ancak artık bu sizin düşünce tarzınız olmaya başladığında, işte asıl tehlike buradadır. Bunun dışına çıkamazsınız, adeta radar gibi sorun aramaya başlarsınız. Ve hatta kullandığınız tabir bile "yakaladım" dır. Aradığımı buldum. Belirsizlikten kurtuldum.
Bu arada sizi aldatanlar algılarınızla iyi oynarlar, hasta hissettirirler, kurguladığınızı, abarttığınızı, takıntılı olduğunuzu iddia ederler. Onlar öyle dedikçe de siz ona dönüşürsünüz.
Ne kadar garip değil mi, neyi en çok duyuyor neyle sürekli karşılaşıyorsak ona dönüşüyoruz.
Hastalıklı sevgi koşulludur, şu şu özelliklere sahip olursan sevilirsin kabul edilirsin, yoksa kusura bakma hak etmezsin. Sevgi hakedilen bir şey değildir kendiliğinden vardır ve ortadadır. Bazen örtüktür, sadece davranış boyutunda görünür. Ancak bir şekilde hissedilir.
Varlığı bilinir, her zaman dillendirilmese de...
İnsan etkileşime çok açık bir varlıktır. Ne kadar durumun farkında olsa bile, duyduklarımız, gördüklerimiz ve karşılaştıklarımız hepsi üzerimizde etki bırakır. Hele yakınlarımız, onların bizim hakkımızdaki geribildirim ve söylemleri, iç sesimiz olur adeta. Kendimize onları söylerken buluruz kendimizi.
Bu yüzden lütfen olumlu geri bildirimler verin yakınlarınıza. Bakın siz olumluyu gördükçe ve gösterdikçe her şey daha da iyileşecektir. Ama hep eksik olanı, yanlış olanı görüp gösterdikçe hele de bunu travmatize ederek, manipüle ederek yapınca ayarlarını bozuyoruz sevdiklerinizin. Zarar veriyoruz en sevdiklerimize.
Sevmek onu olduğu gibi kabul ederek onun dönüşüm sürecine eşlik edebilmekle mümkün olur. Onu zorla değiştirmeye çalışarak değil. Elbette olumsuzluklara göz yumarak da değil.
Bu arada onunla birlikte dönüşecek olan biziz. Biz dönüşmeden ondan değişmesini bekleyemeyiz. Uzaksak biraz yakınlaşarak, yakınsak uzaklaşarak...
Bilimsel olarak kanıtlanmış bir bilgi var ki, İnsan zihninde bir farkındalık oluştuğunda onun davranışa dönüşüm süreci 6 ay kadar sürebiliyor. Ve biz düşünün ne kadar çabuk bir değişim bekliyoruz yakınlarımızdan hem de sürekli suçlayıp, eleştirip, yargılayarak...
Nasıl mümkün olsun bu?
Bırakın!
Suçlama dilini,
Şikayetlenmeyi,
Söylenmeyi,
Ezberleri,
Etiketleri,
Yanlış anlamları,
Güncellemeleri,
Felaketleştirmeyi,
Seçici algılamayı...
Bütüne odaklanın,
Paylaşım dilini öğrenin
Aktif ve etkin dinleyin
Kendinizi açık ve net ifade edin
Vereceği tepkiye odaklanmayın
Ne hissettiğinize odaklanın
Onun ne dediğine değil
Nasıl anladığına odaklanın
Ve ne hissettiğine...
Çok mu zor?
Samimi isen ve çıkarların doğrultusunda hareket etmezsen değil...
Fatma Çalışkan
Psikolog& Psikoterapist & Aile Danışmanı
Psikodrama Co Terapist