AK Parti Nevşehir Milletvekili Aday Adayı Sayın İrfan Barut, "Siyaset bilimi, anayasa ve reel politik açıdan Türkiye'de başkanlık sistemi" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

 İşte AK Parti Nevşehir Milletvekili Aday Adayı Sayın İrfan Barut'un Star Gazetesine yaptığı açıklamasını içeren Barut'un o yazısı:
Türkiye siyasetine 2014 yılı itibariyle, 62. Hükümet Programında da sıkça vurgulanan “Yeni Türkiye” kavramı girmiştir.[1] Eski Türkiye - Yeni Türkiye dikotomisi[2] üzerinde yükselen retorik, esasen sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’nın seleflerinden farklı olacağını simgeleyen, Anayasada yer alan yetkilerin kullanılacağı, “Koşan, terleyen Cumhurbaşkanı”[3]örneğinin ortaya konulacağına yönelik açık bir söylemdir. Türkiye üzerinden ortaya konulan ‘eski-yenidikotomisi’, Anayasa değişikliği yapılamadığı için adı başkanlık sistemi olmayan ancak, 1982 Anayasasında yer alan Cumhurbaşkanı yetkilerinin, başkanlık ya da yarı başkanlık rejimlerine benzer olması nedeniyle bu yönde siyasal pratiklerin görüleceğini ortaya koymaktadır. Bu yöndeki pratikler, kuramsal olarak adı demokratik parlamenter sistem olsa da uygulamada, Türkiye’de erken dönem başkanlık ya da yarı başkanlık rejiminin başlangıcını oluşturacaktır. Bu pratiklerin somut örnekleri içinden geçtiğimiz dönemde yaşanmış ve yaşanmaktadır. Bu örneklerden biri –bilinen ilk örnek-sayın Cumhurbaşkanı’nın BM Genel Kurulu 69. Dönem genel görüşmeleri kapsamında Amerika’da bulunduğu sırada ABD Başkanı H. B. Obama ile görüştükten sonra Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’i telefonla arayarak “Serik, Manavgat ve Alanya arıtmaları”nı sormasıdır.[4]Bir başka örnek, 19 Ocak 2015’te Bakanlar Kurulu'nu Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda toplayacağını ve Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık edeceğini açıkça ifade etmesi, “Seçim öncesi ben alışılmış bir Cumhurbaşkanı olamayacağımı da söylemiştim” diyerek, hükümetiyle uyum içerisinde olan, hükümetine güç katmaya çalışan Cumhurbaşkanı olarak Bakanlar Kurulunu belli aralıklarla toplayacağını belirtmesidir.[5]Nitekim,19 Ocak 2015 tarihinde Bakanlar Kurulu’nun sayın Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında ilk toplantısını yapmış olması;[6] Yeni Türkiye’nin anlamı konusunda somut göstergelerve bu tür örnekleri bundan sonra da göreceğimizi ortaya koyanreel politik olgulardır.

Dahası, Cumhurbaşkanlığı'nın çalışma düzeninin ve kurumsal yapısının değiştirilerek, Cumhurbaşkanlığı'ndaki mevcut Başkanlıklara aralarında; Güvenlik Politikaları Başkanlığı, Uluslararası İlişkiler Başkanlığı, Ekonomi izleme ve Koordinasyon Başkanlığı, Bilgi Teknolojileri Başkanlığı veStrateji Başkanlığı gibi önemli konularda oluşturulan 8 yeni başkanlık eklenerek, başkanlık sayısı 12’ye çıkartılmıştır.[7]Cumhurbaşkanlığı teşkilatında gerçekleşen bu köklü değişim, daha önceki Cumhurbaşkanlığı uygulamalarından farklı bir uygulamaya gidileceğini yapısal anlamda da açıkça ortaya koymaktadır.

Yeni Türkiye yaklaşımı ve pratiklerinin siyasal iktidar gücünün sıklet merkezinin Başbakanlıktan Cumhurbaşkanlığı’na kaymasının hangi oranda yaşanacağını, bunun bir erken dönem başkanlık rejimi ya da fiili yarı başkanlık rejimi olup olmadığını şimdiden kestirmek oldukça güçtür. Seçilmiş bir parlamento ve buradan güvenoyu alan Başbakan ile seçilmiş bir Cumhurbaşkanı arasında yaşanacak güç paylaşımının hangi düzeyde olacağı ve sorunsuz olarak gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusu, başta AK Parti’nin inşa etmek istediği Yeni Türkiye siyasetinin geleceği olmak üzere, kurumsal ve siyasal elitler temelinde çok önemli değişimlere yol açabilecektir.

Şimdi, şu soruya cevap arayalım. Sayın Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın Türkiye’nin parlamenter sisteminibaşkanlık rejimine dönüştürme isteği ve pratiklerininsiyaset bilimi, Anayasa ve reel politik bakımdan temeli vemeşruiyeti bulunmakta mıdır?

Siyaset Bilimci Arend Lijphart Demokrasi Modelleri adlı eserinde parlamenter sistem ile başkanlık sistemi arasında üç kritik fark olduğunu belirtmektedir. Bunlardan birincisi, parlamenter sistemde başbakan ya da şansölye ve hükümeti, yasama organına karşı sorumlu olup, güvenoyu almak zorundadır ve parlamentonun güvensizlik oyu ile düşürülebilir. Başkanlık sisteminde ise yürütmenin başı olan Başkan anayasanın belirlediği bir görev süresi için seçilir ve parlamentonun güvensizlik oyu ile düşürülemez.[8]

İkinci önemli fark, başkanlar ya doğrudan doğruya ya da seçilmiş delegeler kanalıyla halk tarafından seçilirler. Başbakanlar ise yasama organı üyeleri tarafından veya arasından seçilirler. Üçüncü temel fark ise, parlamenter sistemde yürütme kuvveti hükümet biçimindekolektif bir yapıda olmasına karşın, başkanlık sistemlerinde yürütme yetkisinin tek kişide toplanmasıdır.[9]

Öte yandan, A. Lijphard, başkanlık sistemlerinde başkanın gücünü üç kaynaktan aldığını belirtmektedir. Bunlardan birincisi, başkanın anayasalarda tanımlanmış yetkileridir. İkinci güç kaynağı, başkanların partilerinin yasama organındaki gücü ile birlik ve bütünlüğüdür. Üçüncü güç kaynağı ise, başkanın doğrudan halk tarafından seçilmesidir. Bu güç kaynakları, başkanlara yöneticiler arasından yalnızca kendilerinin doğrudan halk tarafından seçildikleri gerçeğini ileri sürme imkânı sağlar.[10]

Lijphard’ın ortaya koyduğu gerek Başkanlık Sistemi- Parlamenter Sistem kriterleri,  gerekse başkanın güç kaynaklarına göre, Türkiye’de Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesi ile birlikte, Anayasa’da öngörülen sistemin tipik ve saf bir parlamenter sistem olduğu ya da olması gerektiği ileri sürülemez. Lijphard’ın belerttiği başkanların güç kaynaklarının tamamının, doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanında da bulunuyor olması, siyaset bilimi açısından Türkiye’de başkanlık rejimi yönünde pratiklerin temelini ve meşruiyetini oluşturmaktadır.

Anayasa’nın 104. Maddesinde oldukça geniş olarakbelirtilen Cumhurbaşkanı’nın yetkileri ve bunlar arasında “Gerekli gördüğü hallerde bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmak.”[11]biçiminde başkanlık sistemlerine özgü hükümlerin yer alması, Türkiye’de erken dönem başkanlık rejimi ya da yarı başkanlık rejimine ilişkin anayasal engel olmadığını, anayasal yönden de böyle bir rejimin temeli ve meşruiyetini ortaya koymaktadır.

Son olarak, 10 Ağustos 2014’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde sayın R. T. ERDOĞAN, Cumhurbaşkanı adayı olarak yaptığı bütün mitinglerde ve televizyon konuşmalarında farklı bir Cumhurbaşkanı olacağını, “Koşan, terleyen Cumhurbaşkanı”[12] olacağınıaçıkça belirtmiştir. Halktan bu yönde destek istemiş ve halkın da bu açıklamalar muvacehesinde Cumhurbaşkanı’nı seçmiş olması, sayın Cumhurbaşkanı’nın başkanlık ya da yarı başkanlık gibi seleflerinden farklı bir rejim inşa etme isteği ve pratiklerinin reel politik açıdan da temelini ve bütün meşruiyetini içinde barındırmaktadır.

Başkanlık rejiminin siyaset bilimi, Anayasa ve reel politik açılardan mevcut olan meşruiyeti üzerinde temellenecek yeni bir anayasa sistemine kavuşması gerekmektedir. Bu gereklilik siyasal sistem - rejim bütünselliği, homojenliği ve eklektik görüntünün giderilmesi açısından olduğu kadar, iç politik tartışmaların ve olası gerilimleryaşanmasının önlenmesi bakımından da önem taşımaktadır.

Kaynak:
 http://haber.star.com.tr/dogu/siyaset-bilimi-anayasa-ve-reel-politik-acidan-turkiyede-baskanlik-sistemi/haber-995622