ÜRGÜPLÜ AYDIN İLHAN ERTAN

               ÜRGÜPLÜ AYDIN İLHAN ERTAN

“ Yokluğun, yoksunluğun, kıtlığın yoğun olduğu savaş dönemi…Her askere ancak üç bazlama vermişler; her gün bir bazlama yenilmek üzere. Ama Ahmet Efendi çevik, atik, hareketli babayiğit bir asker; üç bazlamayı iki günde bitirmiş…İkinci günün akşamüzeri ve üçüncü gün açlık fena vurmaya başlamış, beti benzi sararmış. Ayakta güç durduğunu gören komutanı, tanıdığı bu askerin halini anlamış ve arkadaşlarından O’na el kadar bir bazlama bulup yedirmiş de, Ahmet Efendi kendine gelebilmiş.’’

Ürgüp Devlet Hastanesi’nde görevli Diş Hekimi Dr Ferit İlktürk’ün anlattığı kişi,  İstiklal Harbine katılmış Ürgüplü nefer Karakullukçuoğlu Ahmet Efendi, İlhan Ertan’ın babasıdır; 1899 ile 1959 arasında yaşamıştır.

 

İlhan Ertan kimdir? 1971 şubatında Ürgüplü Ünlü ailesinin kızı Öğretmen Hatice ile nişanlanınca elbette bir ayağımız ol güzel beldededir artık. Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne uğradığımda Müdür Mustafa Güzelgöz amca ile sohbet ediyordum. Bir kişi dikkatimi çekiyordu. Tuğla kalınlığında tarih kitaplarına gömülüp okuyor, notlar çıkarıyordu. Sormaya da çekiniyordum, kimdir, nedir, necidir  ?

 

Nişan yüzüğümüzü takan Türkçe öğretmeni Osman Aydoğan Bey, PTT karşısında bir kitapçı dükkanı açmıştı. Ürgüp’e her gelişimde uğradığım bu küçük mekanda, gözleri şehla bir adam görüyordum. Benden on yaş ilerdeydi. Sürekli kitap karıştırıyor, derin derin, dalgın okuyor, notlar alıyordu cep defterine. Osman Bey’in oğlu Mustafa’ya sordum: “Kimdir?” Gülümsedi. “ İlhan Bey,” dedi. “ Belediyede memurdur kendisi.”

 

Bir beldede bir yerel yönetim görevlisinin böyle ciddiyetle  kitap okuması, notlar çıkarması pek alışık olduğumuz bir durum değildi. Mustafa beni O’na tanıttı. İlhan Bey gülümsedi.”Adınızı duyuyorum,” dedi. Kucaklaşarak tanıştık. O günlerde Ulus gazetesinde “Gün Görmez Gündoğu Elleri” adlı  yazılarım günbölük yayımlanıyordu. Onları okuyormuş, merak etmiş, kimdir bu yazıları kaleme alan?  

 

O günden sonra, Ürgüp , artık yalnızca nişanlının ziyaret edildiği bir belde olmaktan çıktı; aydın bir insanın “sohbetinden müstefid olunan” bir mekan olma özelliği de kazandı.

 

Yarenliğimizde, söyleşilerimizde beni hayrete düşüren bir yorum gücü vardı O’nda. Genel tarih bilgisi yanında Ürgüp, Kayseri, Aksaray, Niğde, Nevşehir , Kırşehir tarihini de iyi öğrenmişti. Bu konuda yazılmış kitaplardan okumadığı kalmamıştı. Kitaplar arasındaki tutarsızlıkları, yanlış bilgileri de iyi irdelemişti, biliyordu.

 

Şunu rahatça söylemek yanlış olmaz: Tarihçi olduğunu ileri süren, adının başında akademik unvan olan pek çok kişiden daha köklü, daha doğru bilgilere sahipti İlhan Bey.

 

 Fakat, zamanla daha iyi öğrendim ki, O bir Bağımsızlık Savaşı gazisinin oğlu olarak, özellikle “İstiklal Harbi mütehassısı”  olmuştu. Kronoloji bilgisine hayran kalıyordum: Gün, ay, yıl… Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Paşa, Kazım Paşa, Halit Paşa, Rauf Bey…Türk ordusunda kaç general vardı? Kim hangi tümende, kolorduda, yugayda komutanlık yaptı? Bu arada tek yanlı da değildi bilgisi. Kazım Karabekir Paşa’nın “İstiklal Harbimiz” kitaplarını da okumuştu, Ali İhsan Sabis’in “Hatıraları”nı da, Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam, İkinci Adam ciltlerini de… Hangi kitabın neresinde ne anlatılıyor, hepsini biliyordu.

 

Seferberlikte ordularımız hangi cephelerde çarpıştı? Galiçya neresi, Kutülamare neresi? Filistin cephesinde kumandanlar kimlerdi, Kafkas Cephesinde ne gibi gelişmeler oldu? Batum-Baku hattını niye elimizde tutamadık ? Kim bizi çekilmeğe zorladı ? Almanlar gerçekten Türk yanlısı mı idiler, Liman von Sanders kimdi, Harb-i Umumi’de rolü ne olmuştu ?

 

Sor bunları İlhan Ertan’a; bir tarihçi ciddiyetiyle, derinlemesine anlatsın.

 

Meclis-i Mebusan’ın son toplantısında alınan Misak-ı Milli kararı! Birçok kişinin bunu Ulusal sınırlar olarak anladığını biliyorum. İlhan Ertan, Misak-ı Milli’nin tümünü madde madde biliyordu. 16 Mart 1920’de Britanya ordusu Dersaadet’i nasıl işgal etti? Şehzadebaşı Karakolunda şehit düşen askerlerimiz…Meclis-i Mebusan’ın basılıp, yakalanan mebusların Malta’ya sürülmesi…Buna neden gerek gördü İngilizler…Tutsak düşmekten kurtulan mebuslar Ankara’ya, Mustafa Kemal Paşa’nın çağrısına uyup nasıl gittiler ? 23 Nisan 1920’de toplanan Milli Meclis…Mebuslar nereden gelmişti? Hangi vilayet, hangi sancak kaç kişi göndermişti? Batum mebusları neden kısa süre sonra ayrıldılar?

 

15 Mayıs 1919 günü İstanbul’dan hareket eden Bandırma Vapuruyla o kutlu yolculuğa çıkan Kemal Paşa’nın maiyetinin tam listesini, rütbelerine göre anlatıyordu. Herkesin tek tek biyografilerini sorun ; tüm bunların yanıtını İlhan Bey veriyordu. Kronolojik tutarlılıkla,sağlam bilgilerle…

 

“General Kazım Sebüktekin”…Kim tanıyor? İlhan Ertan’a sorun; hangi Kolorduda komutanlık yapmış, anlatsın. Savaşlardaki rolünü söylesin. Milli Mücadele süresinde kaç Kazım Paşa’nın adı geçer, hepsini bilirdi. Özalp, Dirik, Orbay…Tek tek öğrenmişti ve sohbetlerinde de yerli yerinde anlatırdı. Elinin altında “Nutuk” olduğunu söylerdi. Sağlam bilgisinin nereden geldiği böylece anlaşılıyordu. Büyük hayranlık duyduğu İstiklal Harbi zabitanının yalnız asker yönlerini değil, insancıl özelliklerini, duygusal niteliklerini de fıkralarla anlatmayı severdi.

 

‘’ Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır ve o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı kanla sulanmadıkça düşmana terk olunamaz.” Sakarya Melhamei Kübrası’nda babası da Yunan ordusuna karşı durmuştu. Bir kurmay subayı ciddiyetiyle ,İlhan Ertan ,22 gün , 22 gece süren bu korkunç kapışmayı ayrıntılarıyla biliyordu. Gazi Paşa’nın “Nutuk”ta anlattığı gibi aynı sözcük ve terimlerle öğrenmişti. Hangi tepe hangi gün kimin elindeydi, Alagöz köyünde Türk Ali Ağa’nın konağını Karargah yapan TBMM Orduları Başkumandanı’nın günlük yaşam düzeni nasıldı?  Atına binerken dalgınlıkla üzengiye değil, boşluğa basarak düşen Büyük Önder’in kaburga kemiğinin kırılması, hekimin “mutlak istirahat” emrini dinlemeyip Cephe’de kalışı…Her şeyi biliyor, anlatıyordu. Gözyaşlarını tutamadığı da oluyordu o sırada.

 

 Kemal Atatürk’e, İsmet İnönü’ye, Kazım Orbay’a, Kazım Karabekir’e, Fevzi Çakmak’a derin saygısı  vardı. Anlıyordum ki, babası Ahmet Ağa, daha İlhan küçük bir çocuk iken savaşta çekilen yoksulluğu, mühimmat eksikliğini iyi anlatmış. İlhan, büyüdükçe yalnız duyduklarıyla yetinmemesi gerektiğini anlamış. Sanırım ortaokulu bitirmiş yalnızca, sonra da  Belediye’de görev almış. Fakat, sürekli okumuş; donanımlı, ekinli bir insan olarak dikkat çekmiş.

 

Ne mutlu ki, 16 Ağustos 1971’de nikah töreninde Belediye Başkanını temsilen yine O hazır bulundu, nikahımızı kıydı ve imzasını taşıyan Nikah Cüzdanı’nı bize kendi elleriyle sundu.

 

Dostluğumuz ilerledikçe daha iyi tanıma olanağını bulduk İlhan Bey’i. Kitaplığı pek varsıldı. Yalnız tarih de değil, edebiyat, toplumbilim, ruhbilim…Ürgüp’te bulamadığı kitapları Ankara’dan, İstanbul’dan getirtiyor, Kayseri’ye gidenlere ısmarlıyordu. Sınırlı aylığını kitaplara ayırıyordu. Bağı,bahçesi vardı; tutumluydu da.

 

Ürgüp Lisesi’nde görev yaptığım süre içinde de en iyi anlaştığım , sohbetinden müstefid olduğum kişilerin arasında Mustafa Kaya gibi, Mustafa Güzelgöz, Berhan Avcı gibi, İsmet Aksoy gibi dostlar yanında hep İlhan Ertan da vardı.

 

Ürgüp’ten ayrılıp Elazığ’da görev yaptığımız yıllarda da yaz dinlencesinde yine buluşuyor; Kurtuluş Savaşı’nı konuşuyorduk. Bağlara gidiyor, üzümlerin tadına bakıyorduk Ağustos sonlarında. Okuduğu kitapları anlatıyor, doğruları, yanlışları dile getiriyordu. Yıllık iznimizi Ürgüp’te geçirmekle kazançlı çıktığımızı anlıyordum.

 

Diyarbakır’da görev yaptığım yıllarda da İlhan Bey’le mektuplaştık, bağlantımız hiç kesilmedi. Bilmediğim pek çok konuyu O’na sorar, öğrenirdim.

 

Gelinlik yaşta ergen kızının, ne olduğu anlaşılamayan bir hastalık sonucu ölümünün acısını, yine derin kitap okuma alışkanlığı yardımıyla bastırabilmişti.

 

2010 yılının Temmuz ortalarında Ürgüp’e vardığımızda, ben yine İlhan Ertan ile konuşup görüşeceğimi düşlüyordum. Arkadaşlarım gizlemişler meğer. Bir ay kadar önce Ürgüp’te bir araba çarpmış; ağır yaralanmış. Kayseri’de hastaneye yetiştirmişler. Ama, birkaç gün ancak yaşamış.

 

İlhan Ertan’ın aramızdan ayrılmasıyla, Ürgüp’ün renklerinden biri daha solmuştu. İsmet Aksoy’un 2004’teki yokluğundan sonra  İlhan Ertan da sonsuzluğa yürümüştü  . Giderek çekiciliğini yitiriyordu Ürgüp…