Kocaeli'de yaşayan Nevşehirli hemşehrimiz Sedat Yücel, geçmiş dönem anılarını "Zamanın Nevşehir'inde Gerçek Ve Hüzünlü Bir Hikaye..." başlığı ile muhteşem bir yazısını kaleme aldı...

İşte Sedat Yücel'in o yazısı;

Zamanın Nevşehir'inde Gerçek Ve Hüzünlü Bir Hikaye...

Gerçek hayattan bir anıyı da konsept ve içerik açısından buradan sizlerle paylaşmanın doğru olacağını düşündüm.  

Yazımda geçen konuyu bizzat babam rahmetli Mehmet YÜCEL'den ( Üzümcü Karamehmet) ve şimdiki tabirle babamın kuzeni rahmetli Palancı Osman YÜCEL'den de dinledim.

Bana bunları anlatırken ilk ve son defa babamın ağladığına şahit olmuştum.

1940 lı yılların başı; HERİKLİ AŞİRETİ, KALFAOĞLU sülalesinden dedem Kara Mustafa YÜCEL ve kardeşi İzzet YÜCEL. Her iki kardeş de hayatın zor koşullarında birlikte çalışırlarken (muhtemelen köyleri dolaşıp kalaycılık yaparken) şiddetli üşütme sonucunda hastalanırlar.
Yüksek ateşle yanıp kavrulan iki insanı doktora götürürler. Nevşehir'de o zaman görev yapan tek doktor vardır.
Doktor kendisine getirilen bu iki hastayı muayene eder ve teşhisini koyar:
Halk dilindeki adıyla ifade ederek,  bu iki hastamızda maalesef SATLICAN olmuşlar (zatüre geçiriyorlar) der.
Sağlık hizmetlerinin çok yetersiz, fakirlik, kıtlık ve hastalıkların çok olduğu yıllardır.
Dedelerimizin karşı karşıya kaldığı bu talihsiz olayın yaşandığı dönemde; babam diyorki ben  henüz 17 yaşında ve nişanlıydım, Kardeşim yani Halan 10 yaşındaydık.
Annemiz de beş yıl önce 34 yaşında  bir karın ağrısı ile ölmüştü.

O yıllarda zatürenin çok tehlikeli ve korkulan bir hastalık olduğu  herkes tarafından biliniyordu.
Bu yüzden başta  bütün aile, bildik tanıdık herkes çok üzgün, endişeli ve heyecanla hastaların durumunun ne olacağını merak ediyordu.
Doktor bey hasta yakınlarını çağırıp:
Hemen Niğde'ye bir adam gönderin yeni bir ilaç var reçetedeki yazdığım şu ilaçları alsın gelsin." Diyerek reçeteyi uzatır.
Niğde'nin vilayet, Nevşehir'in ilçe olduğu dönemler.
Reçetede yazılan doktorun yeni çıktı dediği ilacın ismi, gerçekten yeni yeni duyulmaya başlamış ve hiç antibiyotik kullanmamış vücutlara girdiğinde yüksek etki gösterip bir çok hastaya şifa vermiş, ölümden döndürmüş olan "PENİSİLİN" di diyor babam.
Nevşehir-Niğde 80 Km.
Gidecek araçmı var!
Elbette yok.
Hemen sülaleden bir kişi at ile kuşanır ve Niğde'ye doğru yola çıkar.
Herkesin ve doktorun gözü kulağı yoldan gelecek adamda; çünkü hastalar yüksek ateşten yanıyor. Suyla, ıslak bezlerle hastaları rahatlatmaya çalışıyorlar.
Giden adam ikinci gün Niğde'den döner. Herkes merak içinde, doktorda merak içinde sorar.
İlaçları getirdinmi oğlum?
Doktorun istediği penisilin iğnesinden bir tane bulunabilmiştir.
Hasta iki tane, Penisilin iğnesi bir tane.
Ne olacak şimdi?
Doktor diyorki; evladım ben iki tane yazmıştım sen bir tane getirdin. Ne yaptın, kırdın mı?
Düşürdün mü?
Giden kişi diyor ki: Doktor bey, bütün Niğde'yi alt üst ettim ancak bir tane penisilin bulabildim.
Doktor çok şaşkın ve üzgün, hasta yakınları perişan.
Doktor hasta yakınlarına diyorki; bu bir tane gelen Penisilin iğnesini kural gereği (şimdiki tabirle tıbbi etik gereği) yaşı en küçük olan hastaya tatbik etmem gerekiyor.
Herkes çaresiz ve üzgün, yapacak bir şey yok. 
O tek penisilin iğnesi dedemin küçük kardeşi İzzet emmimize vuruluyor.

Ertesi gün dedem bir tane oğlunun eşi olacak gelini Hediye'yi görmek istiyor. 
Annemi getiriyorlar, dedemin elini öpüyor. Dedem hiç konuşmadan anneme bir müddet bakarken gözletinden yaşlar süzlüyor.
O anda odadaki herkes hıçkırıklara boğuluyor.
O günün gecesinde de dedem vefat ediyor.
Kardeşi İzzet Emmimiz bir süre hastalıkla mücadele ettikten sonra sağlığına kavuşup hayata tutunuyor.
Savaştan çıkmış Türkiye'nin kıtlık, yokluk, yoksulluk yılarında bir de yaşama böylesi çaresizlikler eklenince, atalarımız kimbilir daha ne acı travmaları yaşadığını insan düşünmek bile istemiyor.

Tabi doktor penisilin iğnesinin vurulması esnasında ve dedemin vefatı esnasında; neden ilaç yok, bu nasıl devlet kardeşim  diyerek sülalenin tüm erkekleri ve kadınları hastanenin altını üstüne getirip darmadağın ediyorlar. Zavallı doktora hemşireye saldırıp darp ve hakaret ediyorlar.
Sağlık personeli canını zor kurtarıyor. 

İRONİ!!!

Şimdi olsa böyle olurdu değil mi?

Bir Nevşehirli kendine zarar verir; ama asla devlete ve devletin malına zarar vermez, verdirmez. 
Şahit olmuşuzdur ki, bizlerin büyükleri bir devlet memurun karşısında şapkasını çıkartıp beklerler, meramını adeta hazırolda anlatırlardı. Korkaklığından, tırsaklığından, özgüven eksikliğinden değil; devletini makam, mevki ve görev olarak temsil eden o zata idi saygılı duruşları.
Bu saygılı duruş ve davranış daha sonraları istismar çok istismar edilmedi değil...
Her neyse, bu konu ayrı ele alınması alınması gereken bir konu.
Ben herkese sağlıklı, huzurlu bir ömür diliyorum.
Bütün ölmüşlerimize Allah rahmetiyle muamele etsin.
En kalbi selam ve Saygılarımla.
Sedat YÜCEL
İZMİT/ KOCAELİ