Yılmaz Özdil’den niçin bir cacık olmaz?
Gazeteci ve yazar Yılmaz Özdil’in dünkü “Ukrayna halkı yazık etti Ukrayna’ya” başlıklı köşe yazısını sosyal medya hesaplarımdan eleştirerek “Yılmaz Özdil’den bir cacık olmaz” dediğim için bazı arkadaşlar bana kızıyorlar. Eleştirimin gerekçelerini buradan izah edeyim.
İşgale işgal, zorbaya zorba deme erdemini gösteremeyip Ukrayna halkına ve %74 oyla seçtikleri Cumhurbaşkanları Volodimir Zelenski’ye laf eden Özdil, bundan daha fazlasını hakediyor. Zelenski’nin bir komedyen olması (ki kendisi Kiev Ulusal Ekonomi Üniversitesi mezunudur) ülkesinin işgaline bir gerekçe olamaz.
Ben silahın da savaşın da işgalin de her türlüsüne ilkesel olarak karşıyım. Ne Amerikancıyım ne de Natocuyum. Batı emperyalizminin de Rus ve Çin sosyalizminin de karşısındayım. Ancak hayal aleminde yaşamadığım gibi dünyanın bir cennet olmadığının, insanın da çiğ süt emdiğinin bilincindeyim.
Geçmişte SSCB’nin Afganistan’ı işgaline, ABD’nin Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı işgaline nasıl karşı çıkmışsam bugün de Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşı çıkıyorum.
Yanıbaşımızdaki Rusya yönetimine hakim olan zihniyetin henüz evrensel insan hakları, uluslararası hukuk ve demokratik değerleri gerçek anlamıyla özümsemediğini, Çarlık Rusyası ve SSCB döneminden beri devam eden yayılmacı politikalarından ve sıcak denizlere inme emellerinden vazgeçmediğini, Karadeniz’i bir Rus gölü yapma, Boğazları, İstanbul’u ve bazı Doğu vilayetlerimizi ele geçirme hevesinin devam ettiğini ve her an tarih sahnesine yeni bir Stalin çıkarma potansiyelinin devam ettiğinin de çok iyi biliyorum.
Öte yandan izlediği Suriye politikası sayesinde Rusya, neredeyse Güney komşumuz haline gelmek üzere. Bu tarihi perspektif doğal olarak Türkiye’nin geleceği ve güvenliği için NATO üyeliğini zorunlu kılmaktadır.
Ukrayna örneğinden hareketle “NATO’nun eski gücü ve caydırıcılığı kalmadı” diyenler şu gerçeği bilerek ya da bilmeyerek gözden kaçırıyorlar. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal gerekçelerinden birisi de Ukrayna’nın da NATO’ya üye olmak istemesidir. Yani Rusya, sınırında bir komşu NATO üyesi görmek istemiyor. Bir başka deyişle Rusya’ya komşu NATO üyesi ülkeler aynı zamanda Rusya’nın siyasi sınırını çiziyor ve tarihi emellerine set çekiyor.
Rusya yüzölçümü, eğitimli nüfusu, zengin yeraltı ve yerüstü enerji ve maden kaynakları, buğday üretimi ile dünyanın en büyük ülkelerinden birdirbir. Ancak tüm bu imkan ve zenginliklerini evrensel değerlerle, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi ile taçlandıramadığı için kişi başına düşen milli gelir yaklaşık 12 bin dolardır. Ülkenin mevcut üretiminden hasıl olan kaymağı da eski SSCB kalıntısı bir avuç milyarder oligark yemektedir. Rusya, sahip olduğu nükleer güç sayesinde savaşı, işgali ve zorbalığı bir dış politika enstrümanı olarak kullanmaktan çekinmemektedir. Artık 21. Yüzyıldayız; geçmiş yüzyılların köhne ideolojileri ve soğuk savaş stratejileri insanlığın hiç bir derdine çare olmaz.
Bu şartlarda Türkiye, elbette Rusya ile başta iyi komşuluk, ekonomik, bilimsel, ticari, sanayi, kültürel ilişkilerini sürdürmelidir ancak Türkiye, Batı’ya sırtını dönerek, geleceğini Rusya ve benzeri ülkelerle stratejik işbirliği üzerine inşa edemez.
Her zaman vurguladığım gibi Türkiye için Lozan Antlaşması, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ne kadar tarihi ve kilit bir rol oynuyorsa, NATO üyeliği de aynı derecede stratejik bir öneme sahiptir.
Sonuç olarak konuya Yılmaz Özdil ve diğer “Romantik Türk tipi sol” perspektifinden bakacak olursak, bugünkü Rusya’nın içinden Çarlık Rusyası ve SSCB, Putin’in içinden de yeni bir Lenin ya da Stalin hortlarsa hiç şaşırmayalım.
27 Şubat 2022
Av. Mehmet BİÇER