YÖRESEL TARİHİMİZDEN SİYASİ NOTLAR

Anadolu’da siyasi yapıyı anlamak için, insanlarımızın olmazsa olmazlarını iyi bilmek gerekir. Dinini ve milli yapısını kendi canından daha aziz bilen insanların yurdudur Anadolu… Siyasetçilerimiz bu yapıyı iyi bildiği için çok iyi oylar alırlar, alırlar lâkin dediklerini yapamadıkları için siyasi partilerin ömrü de çok uzun olmaz. Kominizler ta başından dini ret ettikleri için Anadolu’da başlamadan bitmelerinin en büyük nedeni de budur.

Bunun yanında hayat zaten zordur. Osmanlı 1700’lü yıllarda Nevşehir’e Üniversite (Medrese) yapsa da zor günler yaşamış ve yıkılmıştı. Cumhuriyet zamanında Nevşehir’de Lise yoktu, 1954 yılında insanımızın da katkılarıyla yapılmıştı. Enteresandır belli bir yaşın üstündeki kimseler hep ortaokul terk veya mezunu idi… Nevşehir Lisesi binası ve devlet Hastanesi (Bugün avm) Nevşehir’in İl olma isteğini tahrik eden en büyük etmenlerdir. Zira heyetler toplanıp Ankara ziyaretleri yapıyorlardı. Tabi sonunda başarılı oldular. 20 Temmuz 1954.

Yöre isimleri de bu toprakların zor topraklar olduğunu tarih ve coğrafyaya adeta kazımıştır. Nevşehir’in eski ismi MUŞKARA Muş un yara anlamına geldiğin tesadüfen bir kitapta okumuştum. Kavga aleti olan muşta da demek ki ismini buradan almış olduğuna inanıyorum. Muşun sonuna eklenen kara sıfatı da oldukça ürkütücü durmaktadır. Rahmetli Damat İbrahim Paşa şehri kurar kurmaz ismini değiştirmesi tesadüf olmasa gerek…

Bu örnekler bitmez, Kaymaklının eski ismi Enegü’dür. Sıcak topraklar ülkesi anlamına geliyor. Derinkuyu Melagübü “Zor topraklar ülkesi” Bunun yananda kim bilir ne isimler vardır? Bu isimler unutulduktan sonra da insanlar içerisinde ve civarında yüzlerce yıl yaşamışlar. Anlamlarını bilseler dahi, bilenler gidince, kalanlar kayıta almamışlar. Borus çayına adını veren “Borus” kelimesinin üzerinde çalışmıştık. Çalışmamız sadece mantıksal akıl yürütmede kalmıştı.

Bu konular bir yana yörem dahil tüm Anadolu’da; Türk’ü, Rum’u, Ermeni’si, Levander’i gül gibi geçinip gidiyormuş. Ciddi bir sorun yaşanmıyormuş. Yaşansa dâhi yine birlikte çözüyorlarmış. Bu konu ile ilgili İbn-i Battuta’nın seyahat namesini okuya bilirsiniz. Üstelik en zor günlerde Türkmen Sürgünleri de yaşanmış ve barışı hiçbir zaman kötü yönde etkilememişti.

Yazılı ve yazısız tarihimizde particilik CHP ve DP ile başlamıştı. Bizleri idare eden büyüklerimiz sosyal düzeni ve insanlarımızı iyi ve samimi bir şekilde okuyamadıkları için yürüttükleri politikalar günlük olmuştu. Taraftarlarını elinde tuta bilmek için hamaset ve istismar kokan söylem ve fiiliyatlar nedeniyle halkımız ayrıştırılmaya çalışılmıştı. Oysa her şey çok güzel ola bilirdi. Burada suçlu da aramaya gerek yok. Bu da bakış açısıyla alakalıdır.

Sonuçlar çok acı olmuştu. Kahvehaneler dâhi ayrılmıştı. Birbirlerinden kız alıp verme de çok nadirdi… Kültürümüze ve sosyal düzene adeta bir dinamit sokulup patlatılmıştı. Günümüzde tanınmış bir Adalet Partili ile sohbet ediyorduk. Zamanında tanınmış CHP’li bir babanın oğluymuş. Yaşadığı bir olay onu daha çocukken Demokrat Partili yapmış, bu konu yüzünden de babasıyla tartışmışlar. Partizanlık CHP’liyi sadece CHP’liler, DP partililer de sadece DP taraftarlarını korur ve kollar hale gelmişler. O günlere baktığımız zaman adı konmamış cemaatler gibi hareket ediyorlardı.

Usul-Furide (Dededen toruna nesiller) tepkiler neticesinde partilerini belirleyenlerde vardı. Örnek menderes isminde bir arkadaşım vardı. Kendisi solcuydu. Siyasi partilerin, halkın tepki verecek söylemlerine, hareketlerine ve fiillerine çok dikkat etmeleri gerektiğine inanıyorum.

Anlaşmazlıklar her kesimdeydi. Günümüzde çarşıdaki ana yol belediyelerin başına bela olmuştur. Oysa zamanında Ada Mahallesi caddesini de içine alacak kadar genişletmeyi düşünürler ve konu Belediye meclisine gelir. Muhalefet “Uçak mı? İndireceksiniz” gibi mesnetsiz bir karşı koyuş sergilediler. Sonuçlarına bugün katlanmaya çalışıyoruz ve çözümler üretmeye çalışıyoruz. Oysa o günlerde cadde bomboştu. İş bankasının yerinde eski bir han vardı. İstimlak kolay, yolun genişlemesi hiçte zor değildi. Rahmetli Belediye Başkanımız Şükrü Süer; Eski Hükümet binasını, Halk evini (Eski adliye) ve Cumhuriyet İlk okulunu yoldan geri çekip yapması oldukça manidardır. Kültürümüzde buna ileri görüşlülük denmektedir.

Efendim yukarıda da bahsettiğim gibi hangi partiden olursa olsun yöneticilerimizde ileri görüşlülük, yöremiz insanın kullandığı “Fen fikir” olması gerçekten elzem bir durumdur. İnsanımın da bir şeye karar verirken baştan bilgi sahibi olması gerekir. Zira bilgin varsa fikrin kıymet kazanır. Zamanla bu dediğim dedik sözü geçen inatçı insanların memlekete verdiği zararları çekiyoruz. Başka bir örnek vereyim. Zamanında Nevşehir’e tren gelecekmiş. Bizim yöneticimiz At arabalarının ekmeği ile oynamayım diye trenin gelmesini kabul etmemiş ve bunu devlete de kabul ettirmiş. Yine bir örnek, 1960’lı yıllarda Nevşehir’e Üniversitenin kurulmasını garip bir şekilde kabul ettirmişler. İstemeyenler de çabalamış ve kazanmışlar.

Efendim biz bize yeteriz. Bize düşman gerekmez. Düşman sadece milli birlik ve beraberliğimizi pekiştirir. Politikacılımızın böyle konulara dikkat etmesinin önemi her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.

1968-69 Yıllarıydı. Eski Halkevi Adliye binasına çevrilmişti. Osmanlıca birçok belge yazı kamyonlara yükleyip götürüldü. Bu belgelerin tarihimizi yansıtıp yansıtmadığını bilmiyorum. Kıymetli olup olmadığını da bilmiyorum. Hani derler ya İsmet Paşa’da Osmanlı arşivlerini kâğıt fiyatına satmış diye… Neyse günün birinde Nevşehir hakkında belge toplamak için eski vilayetimiz olan Niğde’ye gitmiştik. Oradaki evrakların da yok edildiğini örendik. Demek ki bir zamanlar belge yakma alışkanlığı varmış. Ah Osmanlı her şeyi ne güzel muhafaza etmişsin. Evkaf defterleri, Mühimme defterleri ve daha niceleri…

Eski PTT binası dedikte orası ta Pazar yerine kadar giden kabristanmış. Aynı yıllarda ptt ek binası yapılıyordu kazıda onlarca kafatası çıkmıştı. Sadece orası mı? Hayır. Tekstil Fabrikası da eski kabristandı. Bir gün oradan geçerken eski bir öğrencimizin güvenlikçi olarak görev yaptığını gördüm. Sohbetimiz sırasında bu mekânda ters giden bir şeyin olup olmadığın sordum. Bana köpeklerin bir yeri kazdığını söyledi. Merak edip gitmiş bakmış ki, insan kemikleri…. Kardeşlerim onlar bizim ecdadımız. Onlar buraya gelmeyecekler lâkin bizler oraya gideceğiz. Fabrika yapımı için kabristanımızdan vaz geçtik. Şimdi ne olacak belli değil. Yaşayanların kabristanları koruması gerekir diye düşünüyorum ve bu da elbette ki siyasilerin, halkımızın onlara verdiği güçle koruması gerekmez miydi? Ha sonuç insanlarımız mevtalarını bağlarına defnetmeye başladı. O da başka sorunlar getirmişti. Neyse günümüzde kabristanlar tapulu da mezar ehli rahatsız edilmiyor.

Yeri gelmişken biraz da Tekstil fabrikasından bahsetmek isterim. Zira kurulduğu günleri bilirim. Cüceden biraz daha irice Japon bir mühendis vardı. Adı Taka idi. Adeta makinalarla güreş tutuyordu. Bizimde orada 3-5 Mühendisimiz vardı. Ne zaman gitsem takım elbiselerle ve kibar duruşlarıyla hatırlarım. Taka’yı seyredip dururlardı.

Tekstil fabrikası 1960 ihtilalinden sonra bazı kendini bilmezler yüzünden zarar görmüş ve sonradan tekrar onarılıp faaliyete sokulmuştu. Yetişmiş bir usta çalışanına en fazla bir hafta bakar, iş görecekse görür, görmeyecekse bundan bir cacık olmaz dermiş.

Liyakat hakkında bir anıyı anlatmadan geçemeyeceğim. Bunu bana Rahmetli Yahya Yılmaz’ın Belediye ye işçi olarak işe aldığı bir vatandaşım anlatmıştı. İhtiyaçtan Belediye ye beton ve toprak işlerinde çalıştırılmak işçi alımı yapacaktı. Tüm adayları Belediye’nin önüne toplar, önce avuçlarına bakmış. Bazı vatandaşları orada elemiş. Daha sonra önceden hazırlattığı yere gidip adaylara toprağı kazdırmış ve kürekle toprakları toplatmış. Son elemeyi de orada yapmış. Liyakatin hakkını böyle vermiş ve denetlemiş.

Çin devletini sevmem lâkin liyakatli ve planlı çalışması onu dünya devi yapma yolunda hızla ilerlediğini görüyoruz. Efendim işte hatır olmaz, tanıdık olmaz. İş sadece o işi yapa bilene verilir. Ancak o sayede verim alına bilir.

Sayın Alparslan Türkeş’i tanıdığımda daha 9-10 yaşlarındaydım. Yıl 1968-69 Daha MHP yoktu, Ülkü ocakları yoktu. Mükemmel bir çalışma vardı. Hali hazırdaki partinin adı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisiydi. Parti binası da yoktu. Eski sanayide Motor tamiri ve tornacılık yapan Bursalı usta olarak tanınan bir ağabeyimizin atölyesiydi. Günümüzde yaşını başını almış eski ustaların orada kalfalık ettiğini görmüştüm.

Rahmetli Türkeş’in Nevşehir’e geldiğinde hemen yanında duruyordum. Ufak tefek yumuşlarını tutuyordum. Konuşmalarına kaynaktan şahit oluyordum. Allah kandım diyene kadar rahmet eylesin. Parti müfettişi Sabahattin Çankaya vardı. Hayatımda öyle bir edip kişi daha tanımadım. Konuşmalarına bayılırdım. Nevşehir’e geldiği zamanlar onunda yanında bulunurdum. Kendisi 70 yaşının üstünde zayıf ve oldukça kibar bir insandı. Onunda asker olduğuna inanıyorum. Bana kendisinin yazdığı bir şiir kitabını imzalayıp hediye etmişti.

Bir gün Sabahattin Çankaya, Türkeş’in de bulunduğu bir ortamda Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a girişini anlatmıştı. Dinleyenlerin bazıları tekir getiriyorlardı. Birkaç kişi ağlıyordu. Herkesi mest etmişti. Sadece Türkeş kızmıştı. Konuşma bitince Türkeş topluma hitaben; Sabahattin bunu niye anlatıyorsun ki? Bende askerim. Fatih Sultan Mehmet bir vezirini, bir komutanını da görevlendire bilirdi. Edebiyatın çok güzel bilirim. Lâkin senin anlatman gereken Fatih’in İstanbul’u fetih etmek için yaptığı çalışmalar, çabalar olmalıydı. Bu konuları işlemeni beklerim. Demişti.

Başka bir zaman Ankara’da yaşanan bir kavgayı Türkeş’e anlattılar. Ben dâhi Tarkan’ın filmleri gerçekmiş demeden kendimi alamadım. Hamasetle, kavgayla yaşayanlar için “Helal olsun be” Dedirtirdi. Bu olaya Türkeş çok sinirlenmişti. “Siz ne yapıyorsunuz? İnsan kardeşini döver mi? Bir tek solcu çocuğumun bir tek saçının telinden vaz geçici değilim.” “Biz bu yola Milli birlik ve beraberlik için girmedik mi?” Rahmetli Türkeş’in bu kavgayı Ankara’da derinlemesine analiz ettiğine inanıyorum. Sonraki yıllarda kraldan çok kralcılar peyda oldu, eğitimsizler sahalara indiler. 5. Kol faaliyeti yürüten yabancılar gerçekten çok iyi hazırlanmışlar. İpin ucunun kaçtığına inanıyorum. Yine de her kesimden ileri gelenlerin toplanarak kavgalara ve ölümlere çare bulacağına ta o günlerden beridir inancımı kaybetmedim. Zira benim solcuda arkadaşlarım vardı. Son tahlil benim görüşüm; İyiler ve kötüler her yerdeydi. Hem sağcısında hem solcusunda hem de dincisinde durum değişmiyordu. Bu yüzden herkes kapısının önünü temiz tutmak zorundaydı. Kendimden örnek vereyim. Üniversite sınavlarına ailemden habersizce baş vurdum ve suçüstü yakalandım.

Hayatın akışı enteresandır. En zor zamanlarda bile hayat gülücükler dağıtıverir. Bu güzellikleri okuya bilenler de sohbetlerinde yarenlik olsun diye kullanırlar. Nüktedanlıkla tanınmış bir esnafımızın yolu Ankara’ya düşer. Issız bir caddeden geçerken tiplerinde şer olduğunu anladığı gençlerle karşıla şı verir. Hemen yolunu değiştirmek ister ama gençler adamcağızı durdurmuşlardı. İçlerinden biri sorar; “Dayı sen sağcımınsın, solcumunsun bize cevap ver bakalım.” Derler. Neci olduklarını anlamak için üzerlerinde bir şeyde göremez. “Oğlum ben sağcılıktan ne anlarım, solculuktan ne anlarım.” “Konuş bakalım.” “Efendim benim dört oğlum var. Biri ülkücü, biri Erbakancı, ikisi solcu lâkin hiç geçinemezler.” “Hadi hacım yine iyisin biri mutlaka bizi tuttu değil mi?”

Başka bir büyüğümüz beni her gördüğü yerde nasihat verir. Aman oğlum hiçbirine karışma, sorarlarsa ben ekmek partisindenim de tamam mı? “Ekmek partisinin solun acımasız bir fraksiyonu olduğunu biliyor musun? Ekmek partisini solcular dahi sevmezler.” “Aman Allah’ım bunu bilmiyordum, sorduklarında hep bunu diyordum. En iyisi hiçbir şey dememek.” Halbuki böyle bir şey yoktu. Hiç olmadı da….

ANAP’ın düşüş, DYP’nin tırmanış günleriydi. Zenginin biri bağıra bağıra DYP propagandası yapıyordu. Civarında bulunan kimselere de onaylattırmaya çalışıyordu. Bense sessizce adamı izliyordum. Adamcağız hızını alamadı, ANAP’tan istifa edip DYP’ye kaydolmaya giderken davul zurna tuttum. Onlar çaldı ben yürüdüm. Sessizliğimi daha fazla tutamadım ve sordum: “Özür dilerim. Niye böyle bir şey yaptın.” Dedim. “Herkes görsün, aleni olsun diye yaptım.” Dedi.” Parti ne işine yarayacak sanki...” “İhalelerde gerçekten işe yarıyor.” Bu cevaba sadece “Vay be.. ” Diye cevap verdim. Gerçekten sinirlenmiştim. Adam sadece cebi için çalışıyor ve ANAP’a vefası bu kadardı. İnanın DYP’ye de farklı olmazdı. Ah partiler ah demeden kendimi alamıyorum. Bu gibi küçük insancıklara değer verirsin sonun tabela olursun. Böyle durumlar partilerin hayatlarını kısaltmaktadır. Ta başından şeffaf olsalar, adil olsalar o zurna orada ötemezdi. Zararı milletime…. Bu adama bir eşek şakası yapmaya da karar vermiştim. “Genç senin partin nedir, fikrin var mı?” “Ben komünistim, eylemci değilim lâkin arkadaşlarım var. Seni arkadaşlarımla konuşacağım. Demek ihale ha…” Tam tahmin ettiğim gibi adamın eli ayağına dolaşmıştı. Kendi kendine ben ne yaptım böyle. Deyip duruyordu. Bana “Yavrum sana para vereyim.” “Rüşvet ha…” Elimi masaya vurdum ve mekânı terk ettim. Gıcıklık cuk diye oturmuştu. Oradakilere benden için çok tehlikeli bir genç diye bahis etmiş, Beni şikâyet etmeye kalkmış, yine kendisi vaz geçmiş, eğer şikâyet edersem işler iyice çığırından çıkar, kim bilir nerelere varır.” demiş ve oradaki herkese KDV için 3 aylık yakıt faturası vermiş. Bana verilmek üzere de oradaki birine faturayı vermiş. Bu olayı güler anlatırdık.

Efendim bu örnekleri çoğalta biliriz. Sevgiyi saygıyı çocuklarımıza çok iyi anlatmamız gerekmektedir. Anlatırken aynı kıstaslara kendimizin de uyması şarttır. Bu yüzden çocuklar sevgiyi, öz güveni ailelerinden görmeleri gerekmektedir. Dışardan, karanlıklardan öğrenirlerse başka şeyler de öğrenirler. Milletimi, yurdumu kurtaracağım diyen bir kimse baştan kendisin kurtarması gerekmektedir. Fikir partileri bile böyle konularda devamlı sınıfta kalıyor. İnsanlarımız bu partilere gönül verip gençliğini ve hayatını heba ediyor. Sonra vekil ol, başkan ol diye baştan kendisini kurtarmış kimselere taleplerde bulunup onların yükselmesi için gönüllü merdiven basamakları olmuyorlar mı?

Saygı ve sevgilerimle….