Rotasını Kapadokya'ya çeviren Tarihçi ve profesyonel rehber Saffet Emre Tonguç, dünyevi işleri bir yana bırakıp kendilerini dine adayan ilk Hristiyanların neden Kapadokya'yı seçtiğini 2017 yapımı NTV de anlatıyor.
Doğrusu yanlışı tartışılır..!
Videoyu izlemek için TIKLAYINIZ!
Kapadokya :
Günümüzde Kapadokya: “kapadokya” adı, gelişen turizm etkinliklerine koşut olarak çok dar bir bölgeye indirgeniyor günümüzde. İl temelinde ele alındığında Nevşehir ile sınırlandırılıyor. Yöre olarak kapsam daha da daraltılıyor: Nevşehir’in iki ilçesi Ürgüp ve Avanos, bir de aynı yörede göreme, Uçhisar, ortahisar gibi kasabalar. Gözalabildiğine uzanıp giden vadiler, peribacaları insanda sanki Ay’ın yüzeyindeymiş duygusunu uyandıran ve uzayın derinliklerine fırlatılmayı bekleyen füzeler örneği doğal piramitler, inanılmaz güzellikte bir görsel şölen sunuyorlar, onları hayranlıkla seyreden bakışlara. Bu olağanüstü şekiller bir de tarih, sanat ve inançla da kucaklaşıyorlar üstelik.
Tarihin ve inançların Kapadokyası: bir de tarihin kapadokyası varve çok eski zamanlara değin uzanan bu kapadokya günümüzdekinden çok daha bir geniş alana yayılıyor. Antik dönemin bölgeleriyle tanımlamak gerekirse Kommagene, Armenia, Pontos, Kilikya, Frigya, ardından Galatya, onun ardından da Likaonya ile komşu olmuş. Günümüz yönetim bölgeleriyle tanımlamaya çalışırsak Kayseri, Nevşehir, Kırşehir, Niğde, Aksaray, Yozgat, Malatya illeri tümüyle Kapadokya sınırları içinde bulunmaktaydı. Ankara, Sivas ve Adana’nın kimi bölümleride bu sınırlar içinde yer alıyordu.
Kapadokya sözcüğü ne anlama geliyor acaba?
Sözcük, ünlü Pers kralı Darius’un büstündeki yazıtında “katpatuka” biçiminde görülüyormuş. Bununda Zend dilinde “hvaçpa dakhin” sözcüklerinden kaynaklandığı ileri sürülüyor. “güzel atlar ülkesi” demekmiş. Ama Kapadokya adı gerçektende “hvaçpa dakhin” sözcüklerinden mi kaynaklanıyor, o da kesin değil. Ayrıca Hitit ve Luvi kökenli isimlerde ileri sürülüyor.
Neyse, biz bu tartışmaları etimolojik kavramlar yumağına dolayıp iyice içinden çıkılmaz duruma getirmeden ana konumuza dönelim.
Kapadokya ikibininci yüzyıldan başlayarak Hitit, Pers, Selevkos, Roma egemenliklerini tanıdı. Persler döneminde yöre Satraplık yani İran imparatorluğuna bağlı bir “eyalet” sistemiyle yönetildi. Satraplık merkezi Mazaka (Kayseri)idi. İ.S.17.yüzyılda Roma imparatoru Tiberius bir Roma eyaleti yaptı Kapadokyayı. Hıristiyanlığın ise oldukça erken bir dönemde girdiğini görüyoruz Kapadokya’ya. Bu tarihin İ.S.1. yüzyıl olduğu sanılıyor. Bu ilk Hıristiyanlar da aynı dönemlerde başka yerlerdeki kardeşlerinin uğradıkları koğuşturmalara, baskılara, dahası işkencelere uğradılar. Onlarda çareyi sayıları pek çok olan mağaralara sığınmakta ve yeni inançlarının gerektirdiği ibadetlerini orada yapmaya başladılar. Sayıları arttıkça kayaları oyarak Kiliseleri ve Manastırlarıyla dinsel merkezler oluşturmaya başladılar.yalnızca Nevşehir ili sınırları içinde büyüklü küçüklü olmak üzere bu Kiliselerden sayısız denecek kadar çok vardır. Özellikle Göreme vadisi, Kiliseleri, manastırları ve yemekhanesiyle bu dinsel merkezlerin çarpıcı bir örneğini meydana getirir.
Daha 3. yüzyılda Hıristiyanlığın önemli bir merkezi olmaya başlayan Kapadokya bu inanca Kilise babaları da armağan etmiştir. Hıristiyanlık dünyasının bu kutsal ve saygın kişilerini tanımaya çalışalım kısaca.
Büyük Basileios :
329 yılında Kaisareia (Kayseri) da doğan ve 379 da yine aynı şehirde ölen Basileios Kayseri’den sonra İstanbul ve Atina’da öğrenim görmüştü. Kendisi Ariusculuğa karşı tutumuyla tanınır. 370 yılında Kayseri Piskoposu oldu. Bir çok kitaplar yazan bir din bilginiydi de aynı zamanda. Kilise örgütünü ve kurallarını düzenleyen çalışmalar yaptı. Ölümünden kısa bir süre sonra azizler sınıfına alındı. Ortodoks Kilisesine göre yortu günü 1 Ocaktır. Katolik Kilisesi bu günü 2 ocak olarak kabul ediyor.
Göreme vadisinde bu azizin anısına adanmış küçük bir Kilise vardır. Yöredeki başka Kiliselerde bu ermişin tasvirleri bulunmaktadır. Kapadokyalı Hıristiyanlar bu aziz hemşehrilerinin anısını kutsal bir miras olarak yüzyıllar boyu saklamışlar demek ki.
Ariusçuluk : İ.S. 318 yılında İskenderiye Kilisesi Arius’un İsa’nın Baba ile aynı özden olmadığını dolayısıyla İsa Mesih’in Tanrı olmadığını iddia ettiği sapkın bir akımdır. Y.N.
Nyssa’lı Gregorios :
Bu Tanrı adamıda Basileios gibi Kayseri’de doğmuş (İ.S.335) Büyük Basileios’un kardeşi zaten. Ağabeyi tarafından yetiştirilmiş, yetenekli bir hukukçu ve Kilise yöneticisi olmuş. Onun din alanında yetişmesinde ağabeyi Basileios’un yanısıra Nazianze’li Gregorios’un etkili olduğunu da görüyoruz. 371 yılında Nyssa (Nevşehir) piskoposu olan Gregorios da sapkın sayılan akımlara karşı savaşım vermişti. 394 yılında ölen Nyssa’lı Gregorios’un yortu günü 9 Mart olarak kabul edilmiştir.
Nazianzos’lu Gregorios :
4.yüzyılda yaşayan ve hepsi de birbirlerinin yakını Kapadokyalı üç Kilise babası ve azizden üçüncüsü yine bir Gregorios. Bugünkü Aksaray ilimiz yakınlarındaki nazianzoz kentinde 330 yılında doğmuş, doğduğu yerin yakınlarındaki Arianzos’ta 389 yılında ölmüş. O da yakın dostları Büyük Basileios ve kardeşi Nyssa’lı Gregorios gibi ariusçuluk akımıyla savaşmıştı. Doğu Kilisesinde yortu günü 25 ve 30 Ocak olarak kabul edilmiştir. Batı Kilisesinde ise yortusu 30 Ocak olrak kutlanıyor.
Aziz Georgios’un öyküsü :
Kapadokya’da “yılanlı Kilise” adıyla bilinen bir çok Kilise vardır Göreme, ıhlara, soğanlı vadilerinde olduğu gibi. Bu Kiliselere böyle denilmesinin nedeni duvarlarındaki yılan tasvirinden dolayıdır. Bu devasa yılan kimi zaman elleri kargılı, at üzerindeki iki savaşçı arasında görülür. Kimi zamanda yine atlı tek bir yiğit kargısıyla bu koca ejderhanın hakkından gelmeye çalışmaktadır. Adları “yılanlı” olmasa da daha pek çok Kilisede vardır bu tasvirler.
Bu atlı ve kargılı savaşçılardan biri Aziz Theodoros, öteki ise Aziz Georgios. Bizim le alacağımız kişi bu ikincisi. O da bir kapadokyalı ve sonradan bir efsane kahramanına da dönüşen bu Tanrı adamının yaşamıda bir hayli ilginç. Biz önce efsaneleşen yanını anlatmaya çalışalım bu sonradan azizler katına yükseltilen kişinin.
“bir gün Aziz Georgios Libya’da silene adında bir şehirden geçmekteymiş. O şehre yakın bir gölde korkunç bir ejderha yaşamaktaymış. Ordular bile başedemiyorlarmış bu ejderha ile. Kaç tanesi bozulup perişan olmuş karşısında. Canavar kimi zaman şehrin duvarlarına yaklaşırmış ve soluğunun eriştiği yerde kim varsa zehirlermiş üfürmesiyle birlikte.
Bakmışlarki ejderha bu gidişle şehrin altını üstüne getirecek, onun öfkesini yatıştaracak bir yol düşünmüşler ve çareyi her gün iki koyun vermekte bulmuşlar. Böylece bir süre rahat etmişler ama gitgide koyunların sayısı azalmış da azalmış. Bu kez sıra insanlara gelmiş ve aralarında kura çekmeye başlamışlar o gün ejderhaya yem olma sırası kime gelecek diye. Canavar ülkenin gençlerini her gün yiye yiye neredeyse tüketmiş hepsini de, sıra Kralın biricik kızına gelmiş. Genç Prensesi bir kayaya bağlayıp çekilmişler oradan.
Korkunç ejderha başını gölün yüzeyine çıkarıpta kızı görünce yavaş yavaş ona doğru ilerlemeye başlamış. İşte tam da Georgios’un oradan geçtiği anmış bu. Hemen atını ejderhanın üzerine doğru sürmüş ve kargısını savurduğu gibi onu yere serivermiş. Saonra da güzel Prensese: “korkma yavrum kuşağını şu canavarın boynuna dola” demiş.
Kız ermişin dediği gibi yapmış. Ejderhada kendisini toparlayıp yattığı yerden doğrulunca, sahibini izleyen küçük bir köpek gibi Prensesin ardısıra yürümeye başlamış.”
Hıristiyanlık döneminde Aziz Georgios’a bağlanan bu öykü iki kez de Yunan Mitologyasında tekrarlanır. Birinci öykünün kahramanı Herakles’in de atası olan yiğit Perseus’tur, kız da Habeşistan prensesi Andromeda. İkinci öykünün kahramanı ise mitologyanın en güçlü yiğidi Herakles’tir. Genç prenses de, Troya Kralı Laomedon’un kızı, hesione.
Georgios ejderhaya karşı savaşımında kargısının yanısıra haç işaretinden de yararlanıyor ve onu asıl güçlü kılan da kutsal haç zaten. Kapadokyalılar Kiliselerinin pek çoğunda bu öyküyü resmederek hemşehrilerinin anısını ölümsüzleştirmek istemişler besbelli.
Burada simgelenmek istenen Hıristiyanlığın putataparlık karşısındaki zaferi. O korkunç yılan ya da ejderha putataparlık inancını temsil ediyor ve Hıristiyan bir Tanrı adamının önünde yenik düşüyor. Bu tablo batı Kiliselerinde de sevilen bir simge. Venedik’te üç kilise ona adanmış. Masalsı yaşamöyküsü ve ejderhaya karşı yiğitçe savaşımı onu daha sonraki yüzyıllarda “şövalyelerin piri” onuruna yükseltmiş. Bir yoruma göre bu Tanrı adamı bir şövalye romanının kahramanı olup çıkmış nerdeyse. Saygınlığı da pek büyük.
Gerçi batıda Kilise, doğuda ise daha çok Kapadokyalı hemşehrileri sahip çıkmışlar Georgios’a. Özellikle de Kapadokyalılar Kiliselerinin içlerini süslerken onur payını unutmamışlar onun.