ALİ PÜSKÜLLÜOĞLU : Değerini bilemediğimiz bir şair ve sözlük yazarı

Buğdaylar diz boyu yine

Başağa durmuş birdenbire

 Sığır güden çocuklar

Oyunlar, türkülerle

Geçiyorlar çiyli tarlalardan

Günün ilk ışıklarıyla

 Bir turaç

Ötüyor ötüyor ötüyor

Sesi dolduruyor göğü

 Çay boyunca uzanan

Hayıtların çiçekleri, ışkınları

Yel vurdukça ırgalanıyor

Bir balıkçıl

Gökten hışım gibi sulara atlıyor

Ve ağzında çırpınıyor küçük bir balık

 Bir çocuk

Koşuyor koşuyor koşuyor

Kuşlara doğru

 “Şiir, yazınsal türlerin anası. Sözün kanatlı olanı. Üstelik de tanıma gelmeyeni. Onun için, tanımlamak gerekmez onu; okumak, sevmek gerekir.  Okundukça daha anlaşılır, daha sevilir o. Anlaşılması için, sizden de çaba bekler. Ne denli açık, anlaşılır olursa olsun bir şiir, ancak onu okuyanda yansımayla “şiir” olur, yani ona, sizdeki düşgücünün yardımı gerekir, bu katkı ona “şiirlik” verir. Bir bakıma, şiiri siz de yeniden yazmış olursunuz. Şöyle de diyebiliriz: Şiir ozanla okurun ortaklaşa ürünüdür.!”

 Kurt kuş börtü böcek

İnsan ve siyasal ekonomi

 Gözleri dolu dolu

İki yanında elleri

 Daha dündü oturup konuşmuştuk

Unutmuş geçenleri

 Dağ taş geçmiş gelecek

İnsan ve siyasal ekonomi

 Yıllar var ki gidememiş

Gelememiş sevenleri

 Daha dündü oturup konuşmuştuk

Anlayamamış şu dünyayı

 Eş dost ne diyecek

İnsan ve siyasal ekonomi

Çok konuştuk bunları vaktiyle

Yine de bir şey var ki

 Sevdanın bir yüzü yalım

Tek yol : Sevgi

 Ali Püsküllüoğlu 1935’de Kadirli’de doğdu. “ O zamanlar Kadirli, 3 585 kişilik bir yerdi. Evlerin arsaları ( bahçe diyemiyorum, çünkü çoğu bakımsızdı, boştu, otlarla dolu idi) genişti. Çevrelerinde çit yoktu. Evimizin geniş bir avlusu vardı, her şey ekiliydi içinde, hayvanlara yedirilecek otlar bile vardı. Boyumu geçerdi otlar, ısırganlar, ebegümeçleri, gelincikler, gazelyağlar. İlkyaz doyulmaz olurdu  bizim kasabada. Oyunlarımızı oynayacak çok geniş alanlar vardı yani. Doyulmaz oyunlar oynardık. Mahallede herkes sığır beslerdi ve mahallenin bütün çocukları sığır güderdi. Alacakaranlıkta yola düşerdik, belimize bağlanmış azığımızla. Azıkta biraz soğan, birkaç  yufka ve belki de bir iki yumurta bulunurdu. Kırlar çok güzeldi, doyamazdınız. Çiyli çimenler, sığırlar yerken kokardı, çok güzel olurdu çimen kokusu. Turaçlar öterdi çevrede. Çok hoşuma giderdi turaç.  Hözülü adlı bize çok süt veren bir ineğimiz vardı . Gün kuşluk olunca sıcak çökerdi. Sığırları öğleye doğru Savrun Çayı kıyısına getirirdik. Sığırlar orada o sarı sıcağın altında yatar kalırdı, geviş getirerek. Biz de sulara dalardık. İkindiye değin çıkmazdık sudan. Yanar, kapkara olurduk. Analarımız çok dövünürdü buna, sayrılanırız diye.”

 Anımsadın iyice

Eğreltiotlarını

Boruçiçeklerini

Ayva kokulu

İşte o küçük evi

 Anımsadın iyice

Çekilen acıları

Durgun akan suları

Tan mavi gözkapağını

Onun üstüne  açtı

 Unutmadın unutma

O yılları

 Ali okumayı nasıl öğrenmişti ? “Alfabeyi Yusuf öğretti bana. Köyünde okul bulunmadığı için kasabada okumak zorunda kalan ve bizde yatıp kalkan bir akraba çocuğuydu Yusuf.  Otların arasına yatar, okumaya çalışırdım. Okumayı kendi kendime söktüm. Heceleme, kekeleme…derken söktüm okumayı kendi kendime. Okuma kitabımı çok sevdim. Bir dünya açıldı önümde. Kitabımdaki “Bahar”, “Kelebek” gibi şiirlere bayılıyordum. “İlerde ben de böyle şiirler yazacağım” diye geçiyordu içimden.”

  Bir gün gidersen oraya

Çakırdikenlerine sor

Sincaplara, ceviz ağaçlarına

Sincaplara

Bir gün gidersen

 Ne kuş uçar ne kervan geçer

Gökyüzünden yalnız bulutlar geçer

İşte orda o dağ başında

İşte orda

Ne kuş uçar

 Nice karacalar suya inmiştir

Çok yıllar olmuştur

Yollar aşılmış beller geçilmiştir

Güneşsiz günler gelip çatmıştır

Ve kapılar kilitlenmiştir

 İlk şiiri 16 yaşında iken Hisar dergisinde çıktı. (ocak 1951). Liseyi bitiremeden ayrıldı, pek değişik işlerde çalıştı. Ulus gazetesinde sanat-edebiyat sayfasını yönetti.1979’dan başlayarak iki yıl boyunca Yusufçuk şiir dergisini çıkardı. TDK’nda uzman oldu (1960).

 Ali  Püsküllüoğlu önce  şiirleriyle adını duyurdu. Çok sayıda şiir kitabı yayımladı: Pembe Beyaz ( 1955), Aydınlık İçinde (1956), Karanfilli Saksı (1958), Uzun Atlar Denizi (1962),, Sırtımızda Kızgın Güneş(1965), Unutma Onları (1976), Gül Sevgili Yurdum (1984), Babadat (1998).

 Unutma Onları, Ali Püsküllüoğlu’nun sanatında yeni bir atılım ve aşama olarak karşılandı.

 Dil üzerine radyo konuşmaları hazırladı. Öz Dilimiz (1966), Konuşmalar (1966).

 Sözlükler alanında uzmanlaştı : Öztürkçe Sözlük (1966, 1971), Yaşar Kemal Sözlüğü(1974).

Her öbekteki öğrenciler (ilk,orta,lise,üniversite), aydınlar için yazdığı sözlüklerin sayısı 20 kadardır. Bunların içinde edebiyat, argo, deyimler , Türkçedeki yabancı sözcükler gibi eserleri de vardır. Bazıları resimlidir. Bunlardan biri de Almanya’da Türk çocukları için yayımlanmıştır.

 Güldesteler hazırladı : Sevgi Şiirleri Antolojisi (1955),Şiirimizin Dört Ahmedi (1959),  Türk Halk Şiiri Antolojisi (1975).

 Tiyatro eseri de vardır: Yeni Türk Tiyatrosu (On kısa oyun ).

 Anadolu söylencelerinin bazılarını yeniden yazdı: Efsaneler (1972).

 Nasreddin Hoca çalışmasıyla TDK Çocuk Yazını ödülünü kazandı (1981). Gül Sevgili Yurdum adlı şiir kitabıyla da 1983 Toprak Şiir Ödülü’nü aldı. “  Çok ayrı, çok değişik bir kitap mı bu? Değil. Şiirimin  süreği. Son iki kitabıma daha bir bağlı. Doğasıyla, insanıyla, çelişkileriyle yurdumu koydum içine şiir olarak. Biçimci bağnazlıktan uzak, yalın, kendimce söyleyişlerdir bunlar. Günün tanıklığıdırlar.”

 Kim

Düşünür

Karıncaları şimdi

Buğular çıkarken yerden

Yağmurdan sonra

 Kim

Bakar

Sabah çiyinde

Şu iğdenin

Islanmış yapraklarına

 Kim

Üstlenir

Sorumluluğunu

İnsan olmanın

Yüzyılımızda

 Şiir sanatı hakkında neler demiştir şairimiz  ?  : “ Benim şiirimin kökleri yaşamıma ve genel olarak “yaşama” uzanır. Şiirim doğayla, kentle, insanla iç içedir. Doğa soluk alıp vermek başta olmak üzere tensel duygulanımlar, hoşnutluklar; toplumsal çalkantılar, acılar, sevinçler ozanın vazgeçemeyeceği kaynaklardır. Şiirimi kurarken, ben de öncelikle bu kaynağı kullanırım. Şiir duyarlığımın bir yerinde bu “öz”ün birikişi gibi, bende birikmiştir. Bu dile yerel de diyebilirim. Ama ben onu kullanırken, bakarım ki o “yazınsal” olmuş. Burada “muş”lu konuşmam sözün gelişi; gerçekte, onu “yazınsal” kılmaya yöneliktir bütün çabam. Yerel öz ve dilden, yazınsala ulaşmak; bunu da “biçim”in yardımıyla sağlamak, başlıca kaygım olur. Şiirimin yadırganmasını istemem. Bence şiir, okura güçlükler çıkarmamalıdır , ona tanış çıkmalıdır, özüyle, diliyle, biçimiyle. Ama onu, yani okuru, aynı zamanda, olduğu yerden alıp daha ileriye götürmelidir. Onun yaşamında bir yer edinmelidir, onun bir yanını bütünlemelidir, gereksemesini karşılamalıdır. Şiir okura o denli bildik gelmelidir ki, ona sevinçten çığlık attırmalıdır.”

 Bakıyorum göğe : Kuşlar uçuyor gökte.

Bakıyorum göğe : Bulutlar.

Bir helikopter

Kentin üstünde

 Bakıyorum göğe : Uzak

Çok uzak gök.

 Nice istekler gibi uzak

Nice sevgiler gibi.

Nice umutlar gibi uzak

Nice gerçekler gibi.

 Bakıyorum göğe : Çılgın bir boşluk

Uzanıyor önümde.

 Beni alıyor içine

Ülkemi alıyor.

Dünyayı alıyor içine

Evreni alıyor.

 Gelecekler geçmişlerden daha iyi

Biliyorum.

Böyle diyenlere

Şapkamı çıkarıyorum.

 “ Bir sözcük, bir kitap, bir insan, bir ağaç, bir öfke, bir sevinç, bir acı, bir gökyüzü vb. şiirimin devindiricisi olabilir. Örneğin  bir eleştirmene öfkelenmişsem, onu şiirime sokarım. Şiir bende, önce  bir imge, bir sözcük, bir dize olarak kımıldar. Örneğin, “Yüzün nilüferlere benzerdi” gibi bir söz dizisi gelir takılır kafama. Ardından şiir çıkmaya başlar ortaya:

 Ey sen ki yüzün nilüferlere benzerdi

Abant’ta göl içinde yüzen

Gün vuranda gülen

Yel esende sallanan

Dokunsan bozulan

Küçük bir dalgayla eğilen.

 “ Şiirde bütünlük gözetirim, dizeler, bölümler birbirine sıkıca kenetlensin isterim. Bunu sağlamaya çalışırım. Bununla da yetinmem, şiirimde sözcüklerin de birbirini itmemesini sağlamaya çalışırım, birbiriyle uyuşmayan sözcükleri kullanmam. Birbiriyle uyuşmayan imgeleri de kullanmam. Şiirimin her yönden sağlamlık taşımasına uğraşırım. Bu “her yönden”in içine “biçim” de girer doğallıkla. Şiirin alt alta yazılmış satırlar yığını olduğunu düşünenlerden değilim. Şiiri “kalıp”larla düşünmem, ama şiirin biçimini  almasını da hiç savsaklamam. Şiirde sözcüklerin sıralanışı denli, dizelerin, bölümlerin durumu da okura tad vermelidir. Yazdığım şiir bütün bu söylediklerimin ışığında, bana mutluluk verirse, onu yazmış olmaktan ben de tad alırsam, onun artık son biçimini almış olduğunu düşünürüm.”

 Yurdum! dedim

Sabahla

Üstüne güneşler doğdurdum

 Irmaklarını kaynaklarla

Denizlerini  ırmaklarla besledim

Dağlarını

Ağaçlarla

 Seni ben de bilmezsem

Kim bilir

 Anmak için adını

Bir taşa yazmam mı gerek

Bir ağaca

Bıçakla çizilen adlar gibi

Bir sıraya

Çizilen adlar gibi

Birkaç sözcük, duyulan

Uzaktaki kayalardan

Adını söyler gibi sevilen birinin

İşte diyorum bak bana

Çınlasın kayalar

Senin adınla

Kim durabilir, uzaktan

Geçerken sen

Kim durabilir yerinde

Varken solurken yürürken

Mavi bir aydınlıkta

Dökülen sular gibi

 Ansın diye

Bütün insanlar

Adın yazılı

Taşlarda şimdi

 Ali Püsküllüoğlu bir dil, yazın eri, özenli bir bilim emekçisidir. Türkçemizle ilgili kaygıları vardır : “Şiirin bir dil işi olduğunu bilen genç ozanlar için bir şey diyecek değilim. Ama ben, genç ozanların Türkçelerinin çok savruk olduğunu gördüm, görmekteyim. Biliyorsunuz Türk dili dergisinin mutfağındayım yıllardır. Gördüğüm hep bu olmuştur. Söyleyeceklerini aktaracak yazınsal bir dil edinemiyorlar. Öze verdikleri önemi söze, dile vermiyorlar. Şiir ozansılık değil ama, ozanca söz söyleme sanatıdır. Sanatlı olmayan sözü, içeriğinden dolayı şiir saymak güçtür.”

 Yusufçuk, Türk dil ve yazın dünyasında bir yıldız dergi oldu. Ancak 24 sayı yayımlanabildi. İlgi gördü, sevgiyle sözü edilen bir yayın oldu. Ekonomik zorluklar yüzünden kapanmadı Dergi. İlgi gördüğü halde, kendi kendini kapatan tek dergi oldu yayın dünyamızda.  “Yusufçuk’ta, şiire yeni başlayanlar için de yararlı olmaya çalışmıştık. Nitekim, Yusufçuk’la birlikte, öteki dergiler de, şiire daha saygın bir yer ayırmaya yöneldiler. Bugün de sürüyor bu etki. Yine de, dergilerimizin şiirle ilgili eleklerinin sık gözeli olmadığı söylenebilir. Yusufçuk’ta gençlere gereğince yer ayırma olanağını bulamadık belki, ama onların şiire olan sevgilerini pekiştirmede yararlı olduk sanıyorum. Bir de şiirin iyisini ayırmada yararlı olduk belki. Bu da az şey olmasa gerek. Şiirin bir dil işi olduğunu bilen genç ozanlar için bir şey diyecek değilim. Onların ürünleri Yusufçuk’ta olduğu kadar öteki dergilerde de yer almıştır.”

 Çukurovalı şair, sözlük yazarı, dil ve yazın eri, dostluğu sağlam, zarif insan, çelebi  Ali Püsküllüoğlu, 24 Haziran 2008 günü Ankara Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları bölümünde solunum yetmezliği sonucu aramızdan ayrıldı, sonsuzluğa yürüdü. 73 yaşında idi. Ertesi gün gazetelerin en arka sayfalarında  birkaç satırla anıldı. Bir gazete yalnızca, bir vefa örneği verdi : Sözlükler Ustasız Kaldı.

………………………