ANADOLU MEKTEBİ
MUSTAFA KUTLU PANELİ
CORONAYLA HAYATIMIZA GİREN YENİLİKLER
Sosyal medyanın dünya ve ülkemizdeki etkisini söylemeye bilmem gerek var mı? 1995 yılıyla etkin bir şekilde hayatımıza giren sosyal medya, kamu ve halk olarak her kesimin en aktif kullandığı bir unsur haline geldi. Her geçen gün yenilenerek, hızlı ve gelişerek devam etti. Artık öyle bir noktaya geldi ki, sosyal medya özellikle akıllı telefon sanki bir uzvumuz gibi oldu. Bu yönüyle de dünya herkesin herkesi tanıdığı büyük bir köy haline geldi. Dünyanın en ücra köşesinde söylenen bir söz, yapılan bir iş her yerde görülür, her yerde bilinir oldu.
Nerede nasıl duracağı belli olmayan bu gidiş lise yıllarımızda sıkça yaptığımız münazaraları hatırlatıyor. Münazara da tartıştığımız konular genellikle iki tezin de savunulur olmasıydı. Mesela; “sözlü tebliğ mi, yoksa yazılı tebliğ mi daha etkilidir.” Günümüzde de münazara yapılacak olsa sanırım konusu; “tebliğ de sosyal medyanın faydası mı çoktur, zararı mı çoktur?” olurdu/olur.
Bugün dünyada yediden yetmişe pek çok insanın akıllı telefonu vardır. Akıllı telefonun olması demek dünyanın elinin altında olması demektir. Görmek istediğini görüyor, işitmek istediğini işitebiliyorsun. Dünyayı esir alan korona-virüsle beraber tedbir amaçlı evlerimize mahkûm olduk. Ev mahkûmiyetiyle beraber de birçok şeyi test etme imkânı bulduk. Kimi çoluk çocuğuyla beraber olmayı, kimileri çoluk çocuğuyla ayrı kalmayı; (benim gibi) kimi kamu görevi yapanların da emeklilik sonrasını test etme imkânı bulurken kimi de okuyamadıklarını okuma, yazamadıklarını yazma imkânı buldu/buluyor.
Bu tür mevzuları daha da çoğaltmak mümkündür. Konu buraya gelmişken birkaç hususa değinmek istiyorum. Bunlardan biri her akşam saat 21.00’de Nevşehir Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Âdem Çatak Bey’in Nevşehir’den “Ramazan Sohbetleri”, Kâtip Çelebi Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Saffet Köse Bey’in İzmir’den “İbadetlerin Ruhu” konulu sohbetlerini Ankara’dan dinleme imkânı buldum/buluyoruz. Hem de bu sohbetlere şehirler, hatta ülkelerdeki insanlar bile katılabiliyor.
Bunları daha da çoğaltmak mümkün. Tüm bunların ötesinde çıktığı 2012 yılından bu tarafa çığ büyüyerek Türkiye’ye yayılan “Anadolu Mektebi” faaliyetlerinden birisi de bugün online (çevrimiçi) sistemiyle gerçekleştirdi. Size bu etkinlikten bahsetmek istiyorum. Kişiselliğinden bahsedilmesini istemeyecek kadar mütevazı Prof. Dr. Sami Güçlü’ nün, yıllarca öğretim üyeliği yaptığı Sakarya Üniversitesinden 4-5 gençle başlattığı ‘kitap okumaları’ bugün Milli Eğitim/Kültür ve Turizm/Gençlik ve Spor Bakanlığının da desteklediği bir etkinlik haline geldi. Bugün itibariyle yaklaşık 35 şehirde örgütlenen, gittikleri her ilin valisinden milli eğitim müdürüne bütün yetkililerin sahip çıktığı, binlerce talebenin iştirakiyle yürüyen bu faaliyet yeni yepyeni gençlerimizin temerküz etmesine vesile oluyor.
Yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da bir dizi faaliyetlerde bulunan bu ekip, ülkemizin gizli hazinelerini gün yüzüne çıkartmaya çalışıyor. Şimdiye kadar, Cengiz Aytmatov, Nurettin Topçu, Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Cemil Meriç ve Mustafa Kutlu gibi alanında özgün yazılarıyla bilinen mütefekkirlerimizin kitapları okundu/okunuyor. Her bir yazarımızla alakalı belirlenen illerde, belirlenen okuyucuların ve salonları dolduran dinleyicilerin katılımlarıyla paneller düzenleniyor.
Kıymetli Bakanımın ramazanını tebrik etmek için aradım ve biraz sohbet ettik. Sohbetimizin sonunda ‘size bir müjde vermek istiyorum, yarın saat 15.00’de Kayseri’de Mustafa Kutlu Paneli olacak. Size lingini atacağım’ dedi. Belirlenen saatte panele online olarak katıldım. Yaklaşık bir buçuk saat süren panele Kayseri Milli Eğitim Müdürü, Yardımcıları ve yazar Mustafa Kutlu’ da İstanbul’dan katıldı.
Panelist yavrularımızı gurur ve gözyaşıyla dinledim. Geleceğimize daha iyi bakmamı sağladıkları için kendilerine teşekkür ediyorum. Hepsini yavrularımı kucaklar gibi kucaklıyor ve alınlarından öpüyorum. Onlara bu öz güveni veren, bu imkânı sağlayan kıymetli Bakanıma da hürmetlerimi arz ediyorum.
Yazarını bile lal eden, henüz lise de okuyan bu yavrularımız panelde neler söylediler? Panelin bu kısmına fazla girmek istemiyorum. Zira isteyen “YOUTUBE” den izleyebilir. Panelin genel seyri hakkında kısa bilgiyi vermeden önce, ülkemizin istisnasız en iyi hikâyecilerinden Mustafa Kutlu’nun hayatına kısaca bakalım. Mustafa Kutlu, (…) Hikâye ve denemeleriyle tanınır. 6 Mart 1947 yılında Erzincan'da doğdu. 1964 yılında Erzincan Lisesini, 1968 yılında Erzurum A.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümünü bitirdi. Tunceli Lisesinde ve İstanbul'da Vefa Lisesinde edebiyat öğretmenliği yaptı. 1974'te mesleğinden ayrılarak Dergâh Yayınlarında çalışmaya başladı.
Kitaplarından filmlerin yapıldı, daha da yapılacağını umuyorum. (Uzun Hikâye) Aldığı birçok ödülün yanı sıra 2016 yılında da Türkiye Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünün de sahibidir. Kutlu’nun otuzun üzerinde kitabı, çok sayıda da makalesi var.
Panele tekrar dönecek olursak, sorunsuz ve ahenk içinde ifa edildi. Panelin ardından Mustafa Kutlu’ya Sami Güçlü Bey iki, panelistler de birer soru sordular. Bütün sorulara içtenlikle cevap verdi.
Sami Güçlü I: Hayatınızda Nurettin Topçu, Orhan Okay ve Ezel Everdi’nin etkisinin olduğunu biliyoruz, bunların dışında bilmediğimiz başkaları da var mıdır?
Sami Güçlü II: Resimle uğraşan biri olarak, Akademiyi o günün şartlarında Erzincan gibi bir şehirde nasıl kazındınız? (Akademiye girmeyerek Erzurum A.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Fakültesini bitirdi)
Mustafa Kutlu: Otuz bin nüfuslu Erzincan’da yaşıyordum. Çok parlak bir öğrenci de değildim. Amcamın oğlu Ruhi Kutlu ve onun hazır elbise satan Turgut diye bir arkadaşı vardı. Bazen o dükkâna giderdim. O yıllarda çıkan Milliyetçi Mukaddesatçı dergiler o dükkâna gelirdi. Ben de onlara bakar ve okurdum. Hareket Dergisindeki Nurettin Topçu’nun yazıları çok dikkatimi çekiyordu. Bu anlamda amcaoğlum ve Turgut ağabeyimin etkisi var denebilir.
Topçu’nun yazılarımı her ne kadar dikkatimi çekse de resim yapmayı sevdiğimden aklımda hep Güzel Sanatlar Akademisi var. Nitekim liseyi bitirdikten sonra bir arkadaşımla imtihana girmek için üç günlük tren yolculuğundan sonra İstanbul’a gittik. İmtihan öncesi okuyacağımız okulu görmeye gittik. Biz mazbut kadın-erkek ilişkilerinin son derece düzeyli Anadolu şehrinden geliyoruz. Akademiden içeri girdik ki, ne göreyim! Kız-erkek beraber oturuyor… Bir anda nevrim döndü. Yeterince gezmeden hemen dışarı çıktık. Biz burada mı okuyacağız!
Beyoğlu’nda kapıcılık yapan akrabamızın evine gittim. Ertesi gün imtihana gireceğim. Gelirken eski ismi İnönü şimdiki ismi Beşiktaş Vodofon stadyumunda Galatasaray antrenman yapıyordu. Maç bırakılıp ta imtihana gidilir mi?
Resim tutkum içimde bir ukdeydi. Sevgim ve ilgim hala devam ediyor. Tabiatı çok seviyorum. Modern çağda insanlık tabiata savaş ilan etti. Kazandığını sanıyor…
Korona bana çok etki etmedi. Zaten üç-dört yıldır evdeyim. Belki hafta bir iki saat yayın evine uğrayıp geri dönüyorum. Rahatsızlığımdan dolayı fazla dışarı çıkmıyorum. Fakat hastalıktan dolayı sızlanmayı da hiç sevmem. Bazen hatıralarımı yazmamı istiyorlar. Gereksiz olduğunu söylemiyorum ama geriye bakmayı hiç sevmiyorum. Hep ileri bakarım/bakıyorum.
Milli Eğitim Müdürü: Eski bir öğretmen olarak bize bir hatıra anlatır mısınız?
Mustafa Kutlu: Hint filmlerinde (“Hıçkırık”, “Her Çocuk Özeldir”) gördüğüm/izlediğim ideal öğretmene benzeyen şu hatırayı anlattı. Bir kere şunu söylemeliyim, her ne kadar öğretmenliğe başlasam da Hareket Dergisinde çalışmayı kafama koymuştum.
İlk öğretmenliğim Tunceli’ye çıktı. Derse ilk girdim, arka sırada oturan bir grup talebenin haylazlığı dikkatimi çekti. Ders sonrası yanıma çağırdım. “Arkadaşlar ben de sizdenim. Siz beni rahatsız etmeyin, ben de sizi rahatsız etmeyin. Uslu durun. İmtihanlarda boş kâğıt vermeyin. Camdan dışarı bakın ne görüyorsanız yazın. Siz sınıftan geçeceksiniz endişe etmeyin.” Dedim. Durumu Müdür Bey’e anlattım. Müdür de onlardan rahatsızlığını söyleyerek, okuldan atacağından bahsetti. Ben mani oldum. Biliyor musunuz? Onlar beni, ben de onları çok sevdim. Okul bünyesinde her birine değişik görevler verdim. Çok güzel çalıştılar ve mezun olup gittiler.
Panelist talebe: Hikâyelerinizde anlatımlarınız çok sıcak, bunu nasıl başarıyorsunuz?
Mustafa Kutlu: Samimiyet olsa gerek. Yazılan bir metin;
a- Etkili olacak; ya ağlatacak, ya güldürecek ya da düşündürecek.
b- İnandırıcı olacak…
c- Samimi olacak...
Panelist talebe: Yazılarınızı hangi atmosferde yazıyorsunuz?
Mustafa Kutlu: Yazarlıkta beni örnek almayınız. Bir masada oturup düşünerek yazı yazmadım. Düşüncemin tavan yaptığı yerlerin başında kahveler gelir. Yazarım ve yayınlarım. Bir yazdığımı ikinci defa okumam. Çünkü tekrar okuduğum da bir önceki yazdığımdan eser kalmıyor.
Panelist talebe: “Kalbin Sesi” hikâyenizde ifade ettiğiniz gibi siz rüzgârın önünde bir yaprak mısınız?
Mustafa Kutlu: Teknolojiyle çok barışık değilim. Şu anda yaptığıma da inanamıyorum. Kendimi çok göstermek istemiyorum. Fazla bir televizyona filan da çıkmıyorum. Nadiren ve zorunlu çıktığım oluyor.
Yazmak için tabiatla dost olmak gerekir. Yukarda da ifade ettiğim gibi insan tabiatla savaşa girdi ve yendi… Yani insanı eve ve alete hapsettik… Yazın yaz meyve ve sebzesi, kışın kış meyve ve sebzesi yenmelidir.
Hafızamda kaldığı kadarıyla soru ve cevaplar böyleydi. Panel formatından biraz bahsedeyim. Genel bir yönetici, panelistleri idare eden bir oturum başkanı ve dört panelistten oluşuyor. Hiç mütevazılık yapmıyorum. Henüz lise talebesi, özgüvenleri üst düzey, ne yaptıklarından ve ne söylediklerinden emin o gençleri dinlerken, çok leziz bir yemek yer gibi, çok sevdiğim bir dostumla manzarası güzel bir mekânda sohbet edip çay içer gibi zevkle dinledim. Kutlu’nun hikâyelerini okumuşlar ve öylesine güzel çıkarımda bulunmuşlar ki, hayret etmemek mümkün değil. Her biri ayrı bir konu ve başlıkta sunumlarını yaptılar. Kısaca bahsetmek gerkirse;
Tuğba Güzer (Panel yöneticisi), her konuşmacıya söz vermeden kısa girizgâhlarla ve değerlendirmelerle adeta konuşmacının ne söylediğini lübbül-lüb (özün özü) niteliğinde dinleyicilere sunuyor.
Melis Küçükdoğan “umut” başlığını konu alarak konuşmasını sundu.
Yağmur Gökkayak “şükür” kavramı üzerinde durdu.
Emirhan Şimşek “kendimizi bulmamız” adı altında açıklamalrda bulundu.
Esmanur Öz “geçmişi özlemek” konusunda anladıklarını anlattı.
Kardeşlerimden birinin başlangıç cümlesine bakar mısınız? Tevrat ‘yaşat’, İncil ‘sev’, Kuran ‘oku’ buyuruyor. Selam olsun yaşayan, seven ve okuyan herkese…
Konuşma süreleri ne kadardı, doğrusu anlayamadım. Hiç sıkmadılar. Boş bir cümleleri yoktu. Bir yazar bu kadar güzel okunur ve anlaşılır. Yukardaki cümlemi bir kez daha vurgulamak istiyorum, bu yavrularımızı dinledikten sonra ileriye yönelik beklentim ve umudum daha bir arttı.
Panel sonunda Prof. Dr. Sami Güçlü yaptıkları ve yapacakları hakkında çokta uzun olmayan bir konuşma yaptı. Anadolu Mektebini “girişi olup, mezuniyeti olmayan bir mektep” olarak tanımlıyor. Bu mektebin talebeleri ve yazarlardan (kitaplardan) oluşan hocaları ne şanslı…
İyi ki, varsın Muhterem Bakanım, iyi ki varsın idealist ve onurlu Mustafa Kutlu, iyi ki varsınız değerli kitap okuyan kardeşlerim. İyi ki, varsınız böylesi güzel faaliyetin sürdürülmesine emek veren isimsiz kahramanlar, hepinize yürekten teşekkür ediyorum. 29.04.2020
Ahmet BELADA